Böyle boykot ‘uyuz kaşımaktır’…
22 MART 2010
Sinema yıldızlarımızı toplayan Başbakan, kimsenin alışık olmadığı bir üslup ve içerikle, tarihi bir konuşma yaptı… Katılımcı sayısı çok iyiydi… Hatta beklentinin çok ötesinde olduğu söylenebilir… AKŞAM, dün katılanların ve davetli oldukları halde, biraz da nezaketsizce denebilecek bir yaklaşımla, herhangi bir haber vermeden, mazeret bildirmeden, açıklama yapmadan davete icabet etmeyenlerin listesini yayınlamış…
Listenin tamamını inceledim. Hem nitelik hem de nicelik açıdan davete icabet edenler etmeyenlere ağır fark atmışlar… Kahir çoğunluk oradaymış…
Tavsiye ederim siz de bir bakın. Bir gün lazım olur… Kimin haklı olduğunu, gelenlerin mi yoksa gelmeyenlerin doğru davrandığını, zaman içinde gördüğümüzde dönüp hatırlamakta, hatırlatmakta yarar vardır…
Olayı iki boyutuyla ele almak mümkün: Boykot’çular ne kadar doğru davrandılar? Başbakan ve çevresinin popüler kültür alanında başlattıkları girişimleri ne kadar doğru, yani etkili?
***
Boykot, önemli siyasi araçlardan biridir… Ancak ‘etkili’ olabilmesi, bazı koşullara bağlıdır… Boykot’un siyasi iletişim adına ya da ekonomik alanda bir anlam ifade etmesi için bazı ‘kuralları’ olduğunu öğrendiğim zaman, üniversitede öğrenciydim… İlk Adler derslerimi aldığım Yunanistanlı arkadaşım Lefteris Anagnostis, kantinde oturup muhabbet koyulttuğumuz bir gün, yanımıza gelip bizi boykota katılmaya davet eden bir grup öğrenciye öyle bir ‘entelektüel fırça’ çekmişti ki; o gün bugün ne zaman bir boykot meselesi gündeme gelse o ‘fırça’ gelir aklıma…
Lefteris, Lenin’e gönderme yapmıştı. Lenin’e göre “Boykot, ancak aktif bir siyasi mücadelenin aracı olduğu, ortaya alternatif bir yol koyduğu zaman etkili olabiliyordu”…
Açalım… Eğitim sistemini eleştirmek için boykot mu yapacaksınız; eşzamanlı olarak getireceğiniz farklı eğitim sistemini anlatacak ya da bizzat uygulayacaksınız. Örneğin, bir vakıfla anlaşıp pilot çalışma yaparak… Başbakan’ın yemeğini mi boykot ediyorsunuz? Konu ne? Demokratik açılım… O zaman hemen bir ‘alternatif kahvaltı’ düzenleyip, demokratik açılım için sizin nasıl bir yol önerdiğinizi anlatacak ve bu yol için taraftar toplamaya, ‘aktif katılım’ sağlamaya çalışacaksınız. Yoksa ötekisi ‘fıstıklıdan top atışı’ durumu oluşturur ki, ‘dostlar alış verişte görsün’ misali, uyuz kaşımaktan öte bir işe yaramaz…
***
Pekiyi beri tarafta durum nasıl? Sayın İçişleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’a geçen yıl bir vesile ile görüşlerimi iletme fırsatı bulmuş ve naçizane görüşümü dile getirmiştim: Popüler kültür çevrelerinin istişare, ikna ve ittifak çerçevesinde ‘aktif destek ve katılımı’ bu tür çalışmalarda şarttır (Bkz. ABD’de Başkanlık Yönetim Çevresi Hollywood ilişkileri)… Ancak kilit sözcük ‘aktif destek ve katılım’dır ve bu Sayın Başbakan’ın yürüteceği –ne kadar başarıyla yürütürse yürütsün- tek yönlü ve asimetrik iletişim yaklaşımıyla sağlanamaz…
Çağırın karşınıza insanları; en etkili tarz ve içerikle konuşun; onlar da huşu içinde dinlesinler… Sonra, “Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?” algısıyla ya da “Hele Başbakan yapsın da görelim!” duygusuyla çıkıp gitsinler… Nasıl konferans dinleyerek bilge, konser dinleyerek şarkıcı, spor izleyerek sporcu olunmuyorsa, toplumsal dinamiklerin içinde yer alıp ortak hedeflere kilitlenmedikçe, bir düşüncenin, dönüşüm sürecinin parçası olunmaz…
***
Sinemanın STK’larıyla önceden Başbakan katılmadan toplanılmalıydı. Onlardan demokratik açılımla ilgili görüş ve öneriler istenmeliydi. O STK’ların kendi üye kitleleri içinde meseleyi enine boyuna tartışıp bir zirve toplantısında çıktıları sunmaları sağlanmalıydı. Tüm meslek gruplarının görüşlerini de aynı dinamizm içinde almış olan Sayın Başbakan, iste o zaman bu kahvaltıyı düzenleyebilir, yapılmış hazırlıklardan yola çıkarak, nereye varılabileceğini katılımcıların ortak fikri olarak anlatırdı…
O zaman ortak akıl devrede olurdu ve de ortak akıl ortak eylemi de beraberinde getirirdi…
Bu yolu izlemek için Ak Parti’nin bir zamanlar aslanlar gibi uyguladığı “Üç İ” (İstişare, İkna, İttifak; ve bu sırayla) stratejisinden taviz verilmemesi gerekiyordu… İkna için bilgi’nin (Bkz. A. Davutoğlu, Stratejik Derinlik kitabı), İstişare için eşit göz seviyesi refleksinin gerektiğini unutmamak gerekiyordu… İttifak için ancak kitlelerin ‘katılım ve kararlığıyla’ yol alınabileceğine inanmış olmak gerekiyordu… Bir de, “Bana oy verin ve gerisini unutun!” ilkesinin egemen olduğu demokrasi anlayışının demode olduğunu kavramış olmak…
Listenin tamamını inceledim. Hem nitelik hem de nicelik açıdan davete icabet edenler etmeyenlere ağır fark atmışlar… Kahir çoğunluk oradaymış…
Tavsiye ederim siz de bir bakın. Bir gün lazım olur… Kimin haklı olduğunu, gelenlerin mi yoksa gelmeyenlerin doğru davrandığını, zaman içinde gördüğümüzde dönüp hatırlamakta, hatırlatmakta yarar vardır…
Olayı iki boyutuyla ele almak mümkün: Boykot’çular ne kadar doğru davrandılar? Başbakan ve çevresinin popüler kültür alanında başlattıkları girişimleri ne kadar doğru, yani etkili?
***
Boykot, önemli siyasi araçlardan biridir… Ancak ‘etkili’ olabilmesi, bazı koşullara bağlıdır… Boykot’un siyasi iletişim adına ya da ekonomik alanda bir anlam ifade etmesi için bazı ‘kuralları’ olduğunu öğrendiğim zaman, üniversitede öğrenciydim… İlk Adler derslerimi aldığım Yunanistanlı arkadaşım Lefteris Anagnostis, kantinde oturup muhabbet koyulttuğumuz bir gün, yanımıza gelip bizi boykota katılmaya davet eden bir grup öğrenciye öyle bir ‘entelektüel fırça’ çekmişti ki; o gün bugün ne zaman bir boykot meselesi gündeme gelse o ‘fırça’ gelir aklıma…
Lefteris, Lenin’e gönderme yapmıştı. Lenin’e göre “Boykot, ancak aktif bir siyasi mücadelenin aracı olduğu, ortaya alternatif bir yol koyduğu zaman etkili olabiliyordu”…
Açalım… Eğitim sistemini eleştirmek için boykot mu yapacaksınız; eşzamanlı olarak getireceğiniz farklı eğitim sistemini anlatacak ya da bizzat uygulayacaksınız. Örneğin, bir vakıfla anlaşıp pilot çalışma yaparak… Başbakan’ın yemeğini mi boykot ediyorsunuz? Konu ne? Demokratik açılım… O zaman hemen bir ‘alternatif kahvaltı’ düzenleyip, demokratik açılım için sizin nasıl bir yol önerdiğinizi anlatacak ve bu yol için taraftar toplamaya, ‘aktif katılım’ sağlamaya çalışacaksınız. Yoksa ötekisi ‘fıstıklıdan top atışı’ durumu oluşturur ki, ‘dostlar alış verişte görsün’ misali, uyuz kaşımaktan öte bir işe yaramaz…
***
Pekiyi beri tarafta durum nasıl? Sayın İçişleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’a geçen yıl bir vesile ile görüşlerimi iletme fırsatı bulmuş ve naçizane görüşümü dile getirmiştim: Popüler kültür çevrelerinin istişare, ikna ve ittifak çerçevesinde ‘aktif destek ve katılımı’ bu tür çalışmalarda şarttır (Bkz. ABD’de Başkanlık Yönetim Çevresi Hollywood ilişkileri)… Ancak kilit sözcük ‘aktif destek ve katılım’dır ve bu Sayın Başbakan’ın yürüteceği –ne kadar başarıyla yürütürse yürütsün- tek yönlü ve asimetrik iletişim yaklaşımıyla sağlanamaz…
Çağırın karşınıza insanları; en etkili tarz ve içerikle konuşun; onlar da huşu içinde dinlesinler… Sonra, “Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?” algısıyla ya da “Hele Başbakan yapsın da görelim!” duygusuyla çıkıp gitsinler… Nasıl konferans dinleyerek bilge, konser dinleyerek şarkıcı, spor izleyerek sporcu olunmuyorsa, toplumsal dinamiklerin içinde yer alıp ortak hedeflere kilitlenmedikçe, bir düşüncenin, dönüşüm sürecinin parçası olunmaz…
***
Sinemanın STK’larıyla önceden Başbakan katılmadan toplanılmalıydı. Onlardan demokratik açılımla ilgili görüş ve öneriler istenmeliydi. O STK’ların kendi üye kitleleri içinde meseleyi enine boyuna tartışıp bir zirve toplantısında çıktıları sunmaları sağlanmalıydı. Tüm meslek gruplarının görüşlerini de aynı dinamizm içinde almış olan Sayın Başbakan, iste o zaman bu kahvaltıyı düzenleyebilir, yapılmış hazırlıklardan yola çıkarak, nereye varılabileceğini katılımcıların ortak fikri olarak anlatırdı…
O zaman ortak akıl devrede olurdu ve de ortak akıl ortak eylemi de beraberinde getirirdi…
Bu yolu izlemek için Ak Parti’nin bir zamanlar aslanlar gibi uyguladığı “Üç İ” (İstişare, İkna, İttifak; ve bu sırayla) stratejisinden taviz verilmemesi gerekiyordu… İkna için bilgi’nin (Bkz. A. Davutoğlu, Stratejik Derinlik kitabı), İstişare için eşit göz seviyesi refleksinin gerektiğini unutmamak gerekiyordu… İttifak için ancak kitlelerin ‘katılım ve kararlığıyla’ yol alınabileceğine inanmış olmak gerekiyordu… Bir de, “Bana oy verin ve gerisini unutun!” ilkesinin egemen olduğu demokrasi anlayışının demode olduğunu kavramış olmak…