Brecht olsa ayakta alkışlardı
02 ARALIK 2011
İyi ki ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’ filmini bizim Bersay İletişim Enstitüsü’ndeki ‘Sinema Muhabbetleri Ekibi’yle birlikte izlememişiz. Her filmin mesajını çözmeye çalışan ve bu uğurda ter döken arkadaşlarımız, filmin finalinde bizzat yönetmenin ağzından ‘Bu filmin kıssadan hissesi hoşgörü’dür” dendiğini işitselerdi, herhalde çok bozulurlardı. Onca emek zahmet, an be an karakterleri ve olayları ‘okuma’ çabasının beyhudeliğinin farkına aniden varmak iyi bir duygu olmasa gerek.
Yönetmen Yüksel Aksu’nun da zaten bu filmi bizim çok özel sinema ekibimizi memnun etmek için çekmediği aşikar.
***
Parmak arası terlik, sandalet ya da spor ayakkabılarıyla, herbiri iki kiloluk kargo zarfını taşıyacak büyüklükte yan cepleri olan pantolonlarıyla, şampuana hasret kalmış yağlı saçlarıyla film festivallerinin ödül törenlerinde sahneye çıktıkları için eleştirilen ne kadar tip varsa bu filmde hepsi Efeköy’e kaçan ekolojistler olarak karşımıza çıkmasınlar mı?
Ekolojistlerin ağırlıkta olduğu sahneleri bu duygularla izlerken finalde onları da hoşgörmem gerektiği yolundaki ‘Yüksel Aksu kıssadan hissesi’nden hiç mi etkilenmedim?
Kesinlikle etkilendim. Hatta o kadar etkilendim ki, gerçek hayatta katiyen katlanamadığım, Türkiye’ye ait meseleleri koluna Claudia Roth’u takarak halletmeye çalışan aktivistleri de ‘anlamam gerektiğini’ bir an bile olsa aklımdan geçirdim.
***
Yüksel Aksu, gerçekten de konuşkan, sohbeti sıcak, yüksek moralli bir yönetmenimiz. Tanrı misafirlerini özel ve hatta beklentinin üzerinde bir ilgiyle ağırlayan sahici Anadolu insanının duygu dünyasına kolaylıkla dahil olabilecek bir kişilik ve kültür yapısına sahip olduğu izlenimini veriyor. Yüksel Aksu’nun iletişim sorununun olmadığı belli. Özellikle de karşısındakinde –ben de olduğu gibi- ‘davranış değişikliği’ yaratma konusundaki yeteneği ortada.
Yerliliğe ve kültürel kodlara vurgu yaparak, ‘toplumsal ortak ruhi şekillenme’den söz edenler için ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’ filmi, son derece özgün bir sinema deneyimidir. Anadolu coğrafyasındaki yüksek hoşgörünün ‘beş benzemez’ kadar aykırı dünya görüşlerini buluşturabilme potansiyelini gündeme ilk kez getirdiği için...
***
Peki Ali Saydam; fimde eğlendin mi? Evet eğlendim. Peki düşündün mü? Evet düşündüm. Brecht olsa ayakta alkışlar mıydı? Evet alkışlardı. “Sinemanın amacı eğlendirirken düşündürtmek” diyen o değil miydi? Evet oydu. Yine de bazıları kalkıp Yüksel Aksu’yu didaktik bir film yapmakla eleştirecekler ya da “bu kadar küfrü bu Müslüman millet kabullenmez” diyecekler; veya Muhtar Ali (Şahin Irmak) ve Aşırı Mustafa’nın (Emin Gürsoy) dışındaki oyuncuların filmi belgesel havasına doğru ittiğini iddia edecekler; Ege şivesinin uç örneklerinin herkes tarafından anlaşılamayacağını söyleyecekler, filmde star olmadığı için ticari başarı ihtimalinin zayıf olduğunu ileri sürecekler... Yüksel Aksu daha neler neler duyacak...
***
Sevgili Yüksel kardeşim, sakın bunlara aldırış etme. Daha iyi, iyinin düşmanıdır. Bir termik santral meselesi odağında insanın kendi dünyasını yok etmek üzere olduğunun, hayatı yalınlaştırmanın, fikir sahibi olmadan eylem sahibi olunamayacağının, doğa aşkıyla beşeri aşkın içiçeliğinin değeri konusunda insanları bir nebze olsun daha fazla düşündüreceksin ya, gerisini goyver gidsinn gaari!
Ellerine sağlık.
Yönetmen Yüksel Aksu’nun da zaten bu filmi bizim çok özel sinema ekibimizi memnun etmek için çekmediği aşikar.
***
Parmak arası terlik, sandalet ya da spor ayakkabılarıyla, herbiri iki kiloluk kargo zarfını taşıyacak büyüklükte yan cepleri olan pantolonlarıyla, şampuana hasret kalmış yağlı saçlarıyla film festivallerinin ödül törenlerinde sahneye çıktıkları için eleştirilen ne kadar tip varsa bu filmde hepsi Efeköy’e kaçan ekolojistler olarak karşımıza çıkmasınlar mı?
Ekolojistlerin ağırlıkta olduğu sahneleri bu duygularla izlerken finalde onları da hoşgörmem gerektiği yolundaki ‘Yüksel Aksu kıssadan hissesi’nden hiç mi etkilenmedim?
Kesinlikle etkilendim. Hatta o kadar etkilendim ki, gerçek hayatta katiyen katlanamadığım, Türkiye’ye ait meseleleri koluna Claudia Roth’u takarak halletmeye çalışan aktivistleri de ‘anlamam gerektiğini’ bir an bile olsa aklımdan geçirdim.
***
Yüksel Aksu, gerçekten de konuşkan, sohbeti sıcak, yüksek moralli bir yönetmenimiz. Tanrı misafirlerini özel ve hatta beklentinin üzerinde bir ilgiyle ağırlayan sahici Anadolu insanının duygu dünyasına kolaylıkla dahil olabilecek bir kişilik ve kültür yapısına sahip olduğu izlenimini veriyor. Yüksel Aksu’nun iletişim sorununun olmadığı belli. Özellikle de karşısındakinde –ben de olduğu gibi- ‘davranış değişikliği’ yaratma konusundaki yeteneği ortada.
Yerliliğe ve kültürel kodlara vurgu yaparak, ‘toplumsal ortak ruhi şekillenme’den söz edenler için ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’ filmi, son derece özgün bir sinema deneyimidir. Anadolu coğrafyasındaki yüksek hoşgörünün ‘beş benzemez’ kadar aykırı dünya görüşlerini buluşturabilme potansiyelini gündeme ilk kez getirdiği için...
***
Peki Ali Saydam; fimde eğlendin mi? Evet eğlendim. Peki düşündün mü? Evet düşündüm. Brecht olsa ayakta alkışlar mıydı? Evet alkışlardı. “Sinemanın amacı eğlendirirken düşündürtmek” diyen o değil miydi? Evet oydu. Yine de bazıları kalkıp Yüksel Aksu’yu didaktik bir film yapmakla eleştirecekler ya da “bu kadar küfrü bu Müslüman millet kabullenmez” diyecekler; veya Muhtar Ali (Şahin Irmak) ve Aşırı Mustafa’nın (Emin Gürsoy) dışındaki oyuncuların filmi belgesel havasına doğru ittiğini iddia edecekler; Ege şivesinin uç örneklerinin herkes tarafından anlaşılamayacağını söyleyecekler, filmde star olmadığı için ticari başarı ihtimalinin zayıf olduğunu ileri sürecekler... Yüksel Aksu daha neler neler duyacak...
***
Sevgili Yüksel kardeşim, sakın bunlara aldırış etme. Daha iyi, iyinin düşmanıdır. Bir termik santral meselesi odağında insanın kendi dünyasını yok etmek üzere olduğunun, hayatı yalınlaştırmanın, fikir sahibi olmadan eylem sahibi olunamayacağının, doğa aşkıyla beşeri aşkın içiçeliğinin değeri konusunda insanları bir nebze olsun daha fazla düşündüreceksin ya, gerisini goyver gidsinn gaari!
Ellerine sağlık.