"Bu alemin raconu değişmeli"
11 Aralık 2009 Akşam Gazetesi
Geçenlerde BİE'de E-tohum Cafe Buluşmaları vardı. Beni de hasbelkader Burak Büyükdemir davet etti. Bir konuşma yapmak ve çok ilginç bir hedef kitleyle yüz yüze sohbet etme fırsatı buldum. Kendimi nihayet adam gibi ifade edebildiğimi zannediyorum. Sosyal medyada bu toplantıya katılanların kendi aralarında sürdürdükleri sohbetlerden çıkardığım kadarıyla sonunda anlaşılmışım.
İnternet ortamında gerçek kimliği ile varolan, bireysel ve toplumsal dinamiklere katma değer getiren her yaştan gençlere müthiş saygım var. Saygı duymadığım kitle ise e-şerefsizler. Yanikazımslx@zübürdük.com şeklindeki sahte kimliklerle sütre gerisinden agresyon atışları yapanlarla...
Avukatlarımız bunlardan bir tanesini savcılığa bildirmişti. Biraz zaman aldı ama polis sonunda faili buldu. Yakından tanıdığımız bir akademisyendi. Bu işlerin cezası bayağı ağırmış. Kendisi yalvar yakar oldu. Avukatımız el yazısıyla yazdığı bir itiraf ve özür mektubunu elinden aldı, biz de şimdilik şikayetimizi geri çektik. Bu kararı e-tohumcu'larla tartıştım. Onların vicdanı da bu kişiyi kamuoyunda rezil etmeme razı olmadı.
Benzer bir durumla Gülben Ergen karşı karşıyaymış. 'Dağdan inen PKK'lılardan' birine evinde iş verdiği iddiası, elektronik ortamda dedikodu malzemesi yapılmaya ve yayılmaya başlamış. O da bunun üzerine savcılığa başvurmuş.
Kendisini aradım. Tahmin ediyordum. Bir de ondan duyayım istedim. Tabii ki tamamen uydurmaymış haber.
Komiser Colombo'nun suç mahalline geldiğinde ilk yaptığı iş 'bu işten kimin çıkarı var' sorusuna yanıt aramak olurdu. Ben de aynı sorunun yanıtını bulmaya çalıştım. Gülben Ergen'in şu sıra izlediği başarılı çizgiden 'mutazarrır' olan herkes potansiyel e-şerefsiz ya da yandaşı olabilirdi.
Benzer konular Elif Dağdeviren'in Sosyal Alem programında da tartışıldı. Serdar Kuzuloğlu ve Cüneyt Özdemir de meseleyi çok akıllıca ortaya koydular. Bu alemin 'korsan'larının hayatları anlaşılan giderek zorlaşacak.
Ertan benim kıymetlimdi...
Sevgİlİ dostum Ertan Gökemre'nin vefat haberi geldiği dakikalarda arkadaşlarla oturmuş sohbet ediyorduk. Onlara yaşın ilerlediğinin nasıl farkına varıldığını anlatıyor, aslolan şeyin 'güzel yaşlanmak' olduğundan söz ediyordum. Önce kardeş diye hitap ediyorlardı insana, sonra bir bakıyorsunuz ağabey olmuşsunuz. 'Hoppala nereden çıktı bu amcalık' dediğinizde otuzları çoktan aşmışsınız. Ardından 'baba' unvanını elde ediyordunuz, daha sonra da 'dede'...
Bu kavram serüveninin yanı sıra bir de 'yer vermeler' başlıyordu. Sizi başköşeye oturtmalar, çocuklarınızın üniversiteyi bitirmeleri, arkadaşlarınızın emekli olmaya başlamaları... Her ne kadar siz emekli olmayacak bir üretim sistematiği kurmuş olsanız da yaşıtlarınız ve hatta kendinizden yaşça küçük olanların vefatlarına katlanma dönemine giriyordunuz.
Ertan da neredeyse benden on yaş küçüktü. 1978'de Hey Dergisi'ne girdiğimde Doğan Şener, Yener Süsoy, Hulusi Tunca, Fehmi Ketenci, Haluk Aktar, Erman Şener, Aydan Sümercan, Yüksel Şengül, Sabit Uçuk, Erol Diksoy, Atalay Gülen, Turhan Aksoy, Firuzan Gürbüz, Erhan Akyıldız, Cengiz Tünay, Suat Öztorun, Mehmet Yalazı, Sadun Varna'lı kadrosunda Güzel Sanatlar Akademisi mezunu pırıl pırıl bir art direktör adayı olarak Ertan'la tanışmıştım.
Sonra birlikte Karacan Yayınları'na geçtik. İki defa Amerika'ya gidip Playboy dergisinde eğitim aldık. Ali Karacan'ın patronluğunda pek çok dergiye ve başarıya imza attık. Sonra birlikte Sabah Gazetesi'nin dergi grubunu kurduk. Başta Gergedan, Kapris, Şehir olmak üzere pek çok dergi ve kitap çıkarttık. Ardından yine birlikte Güneş Gazetesi'nin dergi yayıncılığı bölümünü kurduk. Argos, Rapsodi, Boom gibi dergileri o günlerde hayata geçirdik. 1978'den 1990'da Bersay'ı kurana kadar geçen 12 yıllık yayıncılık serüvenimin her gününde beraberdik. 90 sonrası ise ben uzmanlık alanımı değiştirdim. O Hürriyet Grubu'nda art direktörlüğe devam etti.
'Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde' türü insanlardandı Ertan. Çok 'kıymetli' bir dostluğumuz vardı. 1990'dan bu yana her gün görüşmesek de her gün ruhumun bir yerlerinde olduğunu hissetmişimdir. Nur içinde yat sevgili kardeşim...
Geçenlerde BİE'de E-tohum Cafe Buluşmaları vardı. Beni de hasbelkader Burak Büyükdemir davet etti. Bir konuşma yapmak ve çok ilginç bir hedef kitleyle yüz yüze sohbet etme fırsatı buldum. Kendimi nihayet adam gibi ifade edebildiğimi zannediyorum. Sosyal medyada bu toplantıya katılanların kendi aralarında sürdürdükleri sohbetlerden çıkardığım kadarıyla sonunda anlaşılmışım.
İnternet ortamında gerçek kimliği ile varolan, bireysel ve toplumsal dinamiklere katma değer getiren her yaştan gençlere müthiş saygım var. Saygı duymadığım kitle ise e-şerefsizler. Yanikazımslx@zübürdük.com şeklindeki sahte kimliklerle sütre gerisinden agresyon atışları yapanlarla...
Avukatlarımız bunlardan bir tanesini savcılığa bildirmişti. Biraz zaman aldı ama polis sonunda faili buldu. Yakından tanıdığımız bir akademisyendi. Bu işlerin cezası bayağı ağırmış. Kendisi yalvar yakar oldu. Avukatımız el yazısıyla yazdığı bir itiraf ve özür mektubunu elinden aldı, biz de şimdilik şikayetimizi geri çektik. Bu kararı e-tohumcu'larla tartıştım. Onların vicdanı da bu kişiyi kamuoyunda rezil etmeme razı olmadı.
Benzer bir durumla Gülben Ergen karşı karşıyaymış. 'Dağdan inen PKK'lılardan' birine evinde iş verdiği iddiası, elektronik ortamda dedikodu malzemesi yapılmaya ve yayılmaya başlamış. O da bunun üzerine savcılığa başvurmuş.
Kendisini aradım. Tahmin ediyordum. Bir de ondan duyayım istedim. Tabii ki tamamen uydurmaymış haber.
Komiser Colombo'nun suç mahalline geldiğinde ilk yaptığı iş 'bu işten kimin çıkarı var' sorusuna yanıt aramak olurdu. Ben de aynı sorunun yanıtını bulmaya çalıştım. Gülben Ergen'in şu sıra izlediği başarılı çizgiden 'mutazarrır' olan herkes potansiyel e-şerefsiz ya da yandaşı olabilirdi.
Benzer konular Elif Dağdeviren'in Sosyal Alem programında da tartışıldı. Serdar Kuzuloğlu ve Cüneyt Özdemir de meseleyi çok akıllıca ortaya koydular. Bu alemin 'korsan'larının hayatları anlaşılan giderek zorlaşacak.
Ertan benim kıymetlimdi...
Sevgİlİ dostum Ertan Gökemre'nin vefat haberi geldiği dakikalarda arkadaşlarla oturmuş sohbet ediyorduk. Onlara yaşın ilerlediğinin nasıl farkına varıldığını anlatıyor, aslolan şeyin 'güzel yaşlanmak' olduğundan söz ediyordum. Önce kardeş diye hitap ediyorlardı insana, sonra bir bakıyorsunuz ağabey olmuşsunuz. 'Hoppala nereden çıktı bu amcalık' dediğinizde otuzları çoktan aşmışsınız. Ardından 'baba' unvanını elde ediyordunuz, daha sonra da 'dede'...
Bu kavram serüveninin yanı sıra bir de 'yer vermeler' başlıyordu. Sizi başköşeye oturtmalar, çocuklarınızın üniversiteyi bitirmeleri, arkadaşlarınızın emekli olmaya başlamaları... Her ne kadar siz emekli olmayacak bir üretim sistematiği kurmuş olsanız da yaşıtlarınız ve hatta kendinizden yaşça küçük olanların vefatlarına katlanma dönemine giriyordunuz.
Ertan da neredeyse benden on yaş küçüktü. 1978'de Hey Dergisi'ne girdiğimde Doğan Şener, Yener Süsoy, Hulusi Tunca, Fehmi Ketenci, Haluk Aktar, Erman Şener, Aydan Sümercan, Yüksel Şengül, Sabit Uçuk, Erol Diksoy, Atalay Gülen, Turhan Aksoy, Firuzan Gürbüz, Erhan Akyıldız, Cengiz Tünay, Suat Öztorun, Mehmet Yalazı, Sadun Varna'lı kadrosunda Güzel Sanatlar Akademisi mezunu pırıl pırıl bir art direktör adayı olarak Ertan'la tanışmıştım.
Sonra birlikte Karacan Yayınları'na geçtik. İki defa Amerika'ya gidip Playboy dergisinde eğitim aldık. Ali Karacan'ın patronluğunda pek çok dergiye ve başarıya imza attık. Sonra birlikte Sabah Gazetesi'nin dergi grubunu kurduk. Başta Gergedan, Kapris, Şehir olmak üzere pek çok dergi ve kitap çıkarttık. Ardından yine birlikte Güneş Gazetesi'nin dergi yayıncılığı bölümünü kurduk. Argos, Rapsodi, Boom gibi dergileri o günlerde hayata geçirdik. 1978'den 1990'da Bersay'ı kurana kadar geçen 12 yıllık yayıncılık serüvenimin her gününde beraberdik. 90 sonrası ise ben uzmanlık alanımı değiştirdim. O Hürriyet Grubu'nda art direktörlüğe devam etti.
'Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde' türü insanlardandı Ertan. Çok 'kıymetli' bir dostluğumuz vardı. 1990'dan bu yana her gün görüşmesek de her gün ruhumun bir yerlerinde olduğunu hissetmişimdir. Nur içinde yat sevgili kardeşim...