Bu ecnebi(!) ineklerle iş zor!..
15 Ağustos 2007 - Marleting Türkiye
Cengiz Semercioğlu görmüş ve yazmış:“İstanbul halkı inekleri parçalıyor!”... Hiç şaşırmadım.
Bu Cow-Parade konusuna bir onun aklı ermedi, bir de benim... “Bunu millete doğru dürüst anlatamadılar” diye yırtındı durdu Cengiz... Ben de projeden haberdar olduğum gün başlayıp, işin çalışmayacağını yazdım durdum... Bu arada işi Tema Vakfı ile birleştirip biraz daha anlamlandıran Ülker gibi kuruluşları takdir etmiş olmam, özde pek bir şey değiştirmedi...
‘Toplumsal sorumluluk çalışması’ olarak sunulan bu ‘ecnebi projenin’ İstanbul halkına pek bir ‘fan fin fon’ kaçacağını, bu nedenle işin toplumsal yanının çalışmayacağını iddia ediyordum.
Körlerle sağırlar birbirlerini ağırlar
Bu tür garip işleri Türkiye’ye getirip Türkiye’deki kendisi gibi ‘ecnebice’ düşünen yöneticilere ‘satma başarısını’ gösteren bir iki kişi vardı... Bunların adını duydum mu, hemen irkiliyordum. Genellikle bir yere varmayacağı, ‘çok yabancı’ kalacağı baştan belli olan işlerdi bunlar. ‘Drum’ gibi...
Batıda halkla buluşabilen ancak bizim kültür ve değerlerimizle uyuşmadığı için çok ‘yabancı’ kalan iletişim projeleri... Bu yüzden istediğiniz kadar özen gösterin bir ‘pazarlama iletişimi’ projesi hüviyetine kavuşamayan, ancak para yatıranların ve çevrelerindeki üç beş bin ‘ecnebi’nin “körlerle sağırlar; birbirini ağırlar” misali ‘tatmin oldukları’ durumlar bunlar...
Hiç itirazım yok. Her kör alıcının bir kör satıcısı bulunur... Allah selamet versin. Ben de çok eğlenceli buldum inekleri... Fırsatım olsa, bir tanesini açık artırmada alıp bahçemize koymak isterdim. Paranın doğru yere gideceğinden de hiç kuşkum yok...
Hayır hasenat işi de iyidir!..
Ancak bu, ‘bizim zümrenin’ kendi arasındaki bir ‘muhabbetten’ öteye gitmez... Halka ‘Ecnebi’ kaçar... Tıpkı bazı bilinen ‘sosyal’ çevrelerden hanımların ‘kermesler’ düzenleyip gelirlerini yoksullara aktarmaları gibi... Kötü müdür bu?.. Kesinlikle hayır... Hanımların konken ve okey masalarında popo büyütmelerindense bu tür etkinliklere katılmaları tabii ki evladır...
Ancak bunlar, pazarlama iletişimi araçları değildirler ve ‘toplumsal sorumluluk faaliyeti’ olarak algılanmalarını beklemek abesle iştigaldir... En fazla ‘hayır hasenat işleri’ olarak görülmeleri gerekir... ‘Hayır hasenat’ işleri de son derece önemli bir haslettir... Ama kapitalizmin marka ve/veya itibar yönetimi için bulduğu ‘kurumsal ve sosyal sorumluluk’ yatırımlarıyla alakası yoktur...
Domuz kumbara bizde çalışır mı?
Her yerde, her zaman mı? Tabii ki hayır!.. Bu inek resmi geçidi numarası (Cow-Parade), ineklerin toplumsal hayatın sempatik bir parçası haline gelmiş olduğu İsviçre, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde çok iyi ‘çalışabilir’...
Bu ülkelerde son derece şirin domuz kumbaralar da bir bankanın promosyon aracı olarak rahatlıkla devreye girebilir...
Ya bizde?.. Kolaysa, Batı kültürü ile yetişmiş ‘ecnebiler’in bolca boy gösterdiği reklam ajansları ya da iletişim şirketleri, finans sektöründeki müşterilerine, bankalara, gayri menkul yatırım şirketlerine domuz kumbara kampanyası önersinler... İnekler gibi onlar da çok şirin olabilirler...
Önerebilirler mi? Hayır öneremezler...
Neden? İletişimin milli boyutu yüzünden... İlişkiler evrensel kriterlerle ele alınıp yönetilebilir ama iletişim milli kültür ve değerleri dikkate almak zorundadır... Çünkü iletişimin ilişkiden temel farkı sonuç odaklı olmasıdır... Çünkü iletişim ilişkiden farklı olarak, hedef kitlede şöyle veya böyle bir ‘değişimi’ odaklamak durumundadır. Bu bir satın alma davranışı değişikliği olabileceği gibi; bir düşünce ve niyet değişikliği de olabilir... Seçim gibi yani...
Öte yandan hedef kitlenin kültür ve değerlerini dikkate almadan o kitleyi hiçbir zaman bir değişimin parçası yapamazsınız...
Buradan da CHP’ye ders çıkar mı?..
Hal böyleyken, durumu okuyamayıp, sonradan şaşkınlık içine düşmek; CHP sonuçları karşısında şaşırıp kalmak gibidir... CHP’nin başına gelecekleri dört yıldır ‘okuyup yazan ve söyleyenlere’ dudak bükenler, gelmekte olan sonuçla ilgili CHP üst yönetimini uyaranlarla “Sen popona ampul tak, bak bir güzel yanar” diye dalga geçenler, kafalarına seçim kalası düşünce, şaşkın kurbağalar gibi sağa sola bakınmaya, sebepleri yine kendileri dışındaki her türlü faktörde aramaya koyuldular...
İnek işinde de aynı şey olacaktır... Günlerce öncesinden uyarılmalarına rağmen bu inek işini Türk halkına mal etmek için debelenen organizatörler, şimdi aynen bazı CHP’li yöneticilerin yaptığı gibi inekleri bağırlarına basmayan halkımızı suçlarlarsa hiç şaşmayın!.. Onun ne kadar bağnaz, banal ve hödük olduğunu vurgularlarsa, kendinizi kötü hissetmeyin... Halkın algılamamasını eleştirenlere alışmış olmalısınız artık...
Bazıları ‘inek resmi geçidi’ projesiyle CHP üst yönetimi arasında bağ kurulmasını yadırgayabilirler... Hiç yadırgamasınlar... Ortak yanlarını bu sütunlarda defaatle dile getirdiğimiz gibi, yüzlerce yıl önce bir Türk ‘bilge kağanı’ söylemiş: “Göz o ki, dağın arkasını göre... Akıl o ki başına geleceği bile...”
Keşke giriş ücretli olmasaymış
Türkiye’de 20’inci yılını kutlamaya hazırlanan tüketim ürünleri devi Procter & Gamble (P&G) Sezen Aksu konserleriyle zirve yapmaya hazırlanıyor.
Önce şu ürünlere bir bakın!
Ace, Alo, Ariel, Blendax, Braun, Discreet, Duracell, Gillette, Head & Shoulders, İpana, Koleston, Max Factor, Mr. Proper, New Wave, Olay, Oral-B, Orkid, Pantene, Prima, Pringles, Rejoice, Uyu ve Oyna, Wellaflex...
14 Ağustos-8 Eylül tarihleri arasında 10 ilde 11 konsere P&G kapı gibi sponsor olmuş... Kapı gibi mi? Hayır... En azından şanına yakışır derecede bir ‘devlik’ yok ortada... Nedeni çok basit...
Bırakın ana firmayı yukarıdaki 23 markanın her biri kendi alanlarında devleşmiş yapılar. Hepsi tek tek Sezen Aksu’nun 5 yıl boyunca bütün konserlerine sponsor olacak mali güce sahipler.
O halde bu konserlere bilet satışına izin vermek niye? P&G markalı ürünleri alanlara bedava yapsalar 20’nci yılın şanına çok daha fazla yakışmaz mıydı?
Mevcut durumun tek açıklaması olabilirdi. Sezen’e bu teklif götürülmüştür. O da kabul etmemiştir... Oysa her starı razı edecek teklifler vardır...
P&G fikirde okyanusu geçmiş; ancak uygulamada dereyi geçerken zorlanmış sanki...
23 markaya bakıldığında proje için söylenecek tek şey gözüküyor: Sezen Aksu doğru isim...
Önce tescil ettir sonra suçla!
Art Grup’un patron ve yöneticilerini severiz, beğeniriz; hepsi uzun yıllardır arkadaşımızdır; o başka...
İşlerini hızla büyütmeleri karşısında rakip reklam ajanslarının çok mutlu olmadıklarını da biliyoruz...
Ajansların birbirlerini hırsızlıkla suçlamaları da artık hiç orijinal değil. Önüne gelen aklına gelene çamur atma yarışında... Bu arada, her reklam kampanyasının kendi fikirlerinden çalıntı olduğu düşüncesinden bir türlü kendilerini alamayan kasaba bilgini edalı, doğuştan (!) metin yazarlarını hiç katmıyorum... Onlar herkesin kendi fikirlerini çaldığı kanaatindedirler zaten...
Şu sıra Mass Ajans Art Grup’u suçlayıp duruyor. Ziraat Bankası reklamındaki tren katarı fikri ona aitmiş... 2004 yılında banka yönetimine benzer bir proje sunmuşlar. Bütçe yetersizliği yüzünden yatmış iş... Sonra bu yıl yeni konkur açılmış; onu Art Grup şu sıra yürümekte olan kampanya fikri ile almış...
Amacımız burada dedikodu yapmak değil. Reklamcıları bir racon kesme işine davet etmek... Bu raconu da kesmesi gereken kuruluş Reklamcılar Derneği. Başkası değil... Öyle bir sistem kuracak ki, fikri ‘gelen’, gidip belli bir kayıt ücreti karşılığı, yaratıcı fikrini tescil ettirecek...
Tescil ettirilmemiş fikirlerle ilgili ‘Benden çaldılar!” yaygarası yapanları ise “Persona non grata!” ilan edip ipliğini pazara çıkaracaksınız... Çamur at izi kalsın olayını durdurmanın başka yolu gelmiyor aklıma...
Yoksa bu gereksiz ve hiç kimseye yaramayan, yıpratma ve yıpranmaların önü alınamaz...
Bu Cow-Parade konusuna bir onun aklı ermedi, bir de benim... “Bunu millete doğru dürüst anlatamadılar” diye yırtındı durdu Cengiz... Ben de projeden haberdar olduğum gün başlayıp, işin çalışmayacağını yazdım durdum... Bu arada işi Tema Vakfı ile birleştirip biraz daha anlamlandıran Ülker gibi kuruluşları takdir etmiş olmam, özde pek bir şey değiştirmedi...
‘Toplumsal sorumluluk çalışması’ olarak sunulan bu ‘ecnebi projenin’ İstanbul halkına pek bir ‘fan fin fon’ kaçacağını, bu nedenle işin toplumsal yanının çalışmayacağını iddia ediyordum.
Körlerle sağırlar birbirlerini ağırlar
Bu tür garip işleri Türkiye’ye getirip Türkiye’deki kendisi gibi ‘ecnebice’ düşünen yöneticilere ‘satma başarısını’ gösteren bir iki kişi vardı... Bunların adını duydum mu, hemen irkiliyordum. Genellikle bir yere varmayacağı, ‘çok yabancı’ kalacağı baştan belli olan işlerdi bunlar. ‘Drum’ gibi...
Batıda halkla buluşabilen ancak bizim kültür ve değerlerimizle uyuşmadığı için çok ‘yabancı’ kalan iletişim projeleri... Bu yüzden istediğiniz kadar özen gösterin bir ‘pazarlama iletişimi’ projesi hüviyetine kavuşamayan, ancak para yatıranların ve çevrelerindeki üç beş bin ‘ecnebi’nin “körlerle sağırlar; birbirini ağırlar” misali ‘tatmin oldukları’ durumlar bunlar...
Hiç itirazım yok. Her kör alıcının bir kör satıcısı bulunur... Allah selamet versin. Ben de çok eğlenceli buldum inekleri... Fırsatım olsa, bir tanesini açık artırmada alıp bahçemize koymak isterdim. Paranın doğru yere gideceğinden de hiç kuşkum yok...
Hayır hasenat işi de iyidir!..
Ancak bu, ‘bizim zümrenin’ kendi arasındaki bir ‘muhabbetten’ öteye gitmez... Halka ‘Ecnebi’ kaçar... Tıpkı bazı bilinen ‘sosyal’ çevrelerden hanımların ‘kermesler’ düzenleyip gelirlerini yoksullara aktarmaları gibi... Kötü müdür bu?.. Kesinlikle hayır... Hanımların konken ve okey masalarında popo büyütmelerindense bu tür etkinliklere katılmaları tabii ki evladır...
Ancak bunlar, pazarlama iletişimi araçları değildirler ve ‘toplumsal sorumluluk faaliyeti’ olarak algılanmalarını beklemek abesle iştigaldir... En fazla ‘hayır hasenat işleri’ olarak görülmeleri gerekir... ‘Hayır hasenat’ işleri de son derece önemli bir haslettir... Ama kapitalizmin marka ve/veya itibar yönetimi için bulduğu ‘kurumsal ve sosyal sorumluluk’ yatırımlarıyla alakası yoktur...
Domuz kumbara bizde çalışır mı?
Her yerde, her zaman mı? Tabii ki hayır!.. Bu inek resmi geçidi numarası (Cow-Parade), ineklerin toplumsal hayatın sempatik bir parçası haline gelmiş olduğu İsviçre, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde çok iyi ‘çalışabilir’...
Bu ülkelerde son derece şirin domuz kumbaralar da bir bankanın promosyon aracı olarak rahatlıkla devreye girebilir...
Ya bizde?.. Kolaysa, Batı kültürü ile yetişmiş ‘ecnebiler’in bolca boy gösterdiği reklam ajansları ya da iletişim şirketleri, finans sektöründeki müşterilerine, bankalara, gayri menkul yatırım şirketlerine domuz kumbara kampanyası önersinler... İnekler gibi onlar da çok şirin olabilirler...
Önerebilirler mi? Hayır öneremezler...
Neden? İletişimin milli boyutu yüzünden... İlişkiler evrensel kriterlerle ele alınıp yönetilebilir ama iletişim milli kültür ve değerleri dikkate almak zorundadır... Çünkü iletişimin ilişkiden temel farkı sonuç odaklı olmasıdır... Çünkü iletişim ilişkiden farklı olarak, hedef kitlede şöyle veya böyle bir ‘değişimi’ odaklamak durumundadır. Bu bir satın alma davranışı değişikliği olabileceği gibi; bir düşünce ve niyet değişikliği de olabilir... Seçim gibi yani...
Öte yandan hedef kitlenin kültür ve değerlerini dikkate almadan o kitleyi hiçbir zaman bir değişimin parçası yapamazsınız...
Buradan da CHP’ye ders çıkar mı?..
Hal böyleyken, durumu okuyamayıp, sonradan şaşkınlık içine düşmek; CHP sonuçları karşısında şaşırıp kalmak gibidir... CHP’nin başına gelecekleri dört yıldır ‘okuyup yazan ve söyleyenlere’ dudak bükenler, gelmekte olan sonuçla ilgili CHP üst yönetimini uyaranlarla “Sen popona ampul tak, bak bir güzel yanar” diye dalga geçenler, kafalarına seçim kalası düşünce, şaşkın kurbağalar gibi sağa sola bakınmaya, sebepleri yine kendileri dışındaki her türlü faktörde aramaya koyuldular...
İnek işinde de aynı şey olacaktır... Günlerce öncesinden uyarılmalarına rağmen bu inek işini Türk halkına mal etmek için debelenen organizatörler, şimdi aynen bazı CHP’li yöneticilerin yaptığı gibi inekleri bağırlarına basmayan halkımızı suçlarlarsa hiç şaşmayın!.. Onun ne kadar bağnaz, banal ve hödük olduğunu vurgularlarsa, kendinizi kötü hissetmeyin... Halkın algılamamasını eleştirenlere alışmış olmalısınız artık...
Bazıları ‘inek resmi geçidi’ projesiyle CHP üst yönetimi arasında bağ kurulmasını yadırgayabilirler... Hiç yadırgamasınlar... Ortak yanlarını bu sütunlarda defaatle dile getirdiğimiz gibi, yüzlerce yıl önce bir Türk ‘bilge kağanı’ söylemiş: “Göz o ki, dağın arkasını göre... Akıl o ki başına geleceği bile...”
Keşke giriş ücretli olmasaymış
Türkiye’de 20’inci yılını kutlamaya hazırlanan tüketim ürünleri devi Procter & Gamble (P&G) Sezen Aksu konserleriyle zirve yapmaya hazırlanıyor.
Önce şu ürünlere bir bakın!
Ace, Alo, Ariel, Blendax, Braun, Discreet, Duracell, Gillette, Head & Shoulders, İpana, Koleston, Max Factor, Mr. Proper, New Wave, Olay, Oral-B, Orkid, Pantene, Prima, Pringles, Rejoice, Uyu ve Oyna, Wellaflex...
14 Ağustos-8 Eylül tarihleri arasında 10 ilde 11 konsere P&G kapı gibi sponsor olmuş... Kapı gibi mi? Hayır... En azından şanına yakışır derecede bir ‘devlik’ yok ortada... Nedeni çok basit...
Bırakın ana firmayı yukarıdaki 23 markanın her biri kendi alanlarında devleşmiş yapılar. Hepsi tek tek Sezen Aksu’nun 5 yıl boyunca bütün konserlerine sponsor olacak mali güce sahipler.
O halde bu konserlere bilet satışına izin vermek niye? P&G markalı ürünleri alanlara bedava yapsalar 20’nci yılın şanına çok daha fazla yakışmaz mıydı?
Mevcut durumun tek açıklaması olabilirdi. Sezen’e bu teklif götürülmüştür. O da kabul etmemiştir... Oysa her starı razı edecek teklifler vardır...
P&G fikirde okyanusu geçmiş; ancak uygulamada dereyi geçerken zorlanmış sanki...
23 markaya bakıldığında proje için söylenecek tek şey gözüküyor: Sezen Aksu doğru isim...
Önce tescil ettir sonra suçla!
Art Grup’un patron ve yöneticilerini severiz, beğeniriz; hepsi uzun yıllardır arkadaşımızdır; o başka...
İşlerini hızla büyütmeleri karşısında rakip reklam ajanslarının çok mutlu olmadıklarını da biliyoruz...
Ajansların birbirlerini hırsızlıkla suçlamaları da artık hiç orijinal değil. Önüne gelen aklına gelene çamur atma yarışında... Bu arada, her reklam kampanyasının kendi fikirlerinden çalıntı olduğu düşüncesinden bir türlü kendilerini alamayan kasaba bilgini edalı, doğuştan (!) metin yazarlarını hiç katmıyorum... Onlar herkesin kendi fikirlerini çaldığı kanaatindedirler zaten...
Şu sıra Mass Ajans Art Grup’u suçlayıp duruyor. Ziraat Bankası reklamındaki tren katarı fikri ona aitmiş... 2004 yılında banka yönetimine benzer bir proje sunmuşlar. Bütçe yetersizliği yüzünden yatmış iş... Sonra bu yıl yeni konkur açılmış; onu Art Grup şu sıra yürümekte olan kampanya fikri ile almış...
Amacımız burada dedikodu yapmak değil. Reklamcıları bir racon kesme işine davet etmek... Bu raconu da kesmesi gereken kuruluş Reklamcılar Derneği. Başkası değil... Öyle bir sistem kuracak ki, fikri ‘gelen’, gidip belli bir kayıt ücreti karşılığı, yaratıcı fikrini tescil ettirecek...
Tescil ettirilmemiş fikirlerle ilgili ‘Benden çaldılar!” yaygarası yapanları ise “Persona non grata!” ilan edip ipliğini pazara çıkaracaksınız... Çamur at izi kalsın olayını durdurmanın başka yolu gelmiyor aklıma...
Yoksa bu gereksiz ve hiç kimseye yaramayan, yıpratma ve yıpranmaların önü alınamaz...