Bu filmi görmüştük biz, defalarca…
03 Ağustos 2023 yeni şafak
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli demiş ki:
“Günbegün eriyen bir partinin ve marjinal yedeklerinin Akbelen’den bir Gezi Parkı kalkışması çıkarmak için her alçaklığa tevessül ve teşebbüs ettikleri açıktır… Nasıl ki Gezi Parkı’nda konu ağaç değilse, Akbelen’de de ağaç olmadığı kesindir. …CHP’nin iç anlaşmazlıklarını örtbas etmek için toplumun hassas alanlarında provokasyona yeltenmesi önlem alınması gereken bir tehdittir.”
Türkiye’nin ‘Millî Enerji ve Maden’ politikasından bir nebze haberdar olan her ehli vatan, şu gerçekleri de bilir…
Bir, Maden, bir ülkenin millî zenginliklerinin en önemlilerindendir. Millî ekonomik bağımsızlığı sağlayıcı etkisi tartışılmaz.
İki, Madeni sizin istediğiniz yerden çıkaramazsınız. O neredeyse, faaliyet de orada yürütülür.
Üç, Faaliyetin bulunduğu yerlerde fauna ve flora tabii ki etkilenecektir. Ancak, sorumluluk sahibi şirketlerde madencilikle birlikte ağaçlandırma ve faunayı koruma çalışmaları da hemen başlar.
Dört, Maden sonsuz bir kaynak değildir. O nedenle faaliyetler sırasında yapılamadıysa da bittikten sonra bölge yeniden ağaçlandırılır. Bölgeyi eski hâliyle bırakmak, madencilik şirketlerinin ‘yasal’ zorunluluğudur.
Hâl böyleyken ülkemizde ithalata dayalı maden işinde yerli ve millî bir yatırıma kalkışıldığı anda, çıkarlarının zarar göreceğini düşünenler tarafından hemen bir reaksiyon başlatılır. Burada üç tip insan unsuru kullanılır: 1. Profesyonel aktivistler, 2. Protestodan kendi tanınma ve itibarları adına çıkar sağlayacağını düşünen entel dantel ve siyasetçi kesimi, 3. İlk iki grup tarafından kandırılan bazı vatandaşlar.
Bu tür filmleri çok izledik. Bergama’da, İkizdere’de, Cerrattepe’de, Kaz Dağları’nda… Hepsinde senaryo belli: Türkiye’de örneğin altının çıkarılmasından hiç hazzetmeyen, ülkemize altın satan şirketlerin desteklediği Alman Vakıfları prodüksiyonu hazırlıyor, yukarıdaki üç maddede bahsettiğimiz oyuncuları sahneye sürüyor… Bunlar Eurogold’a, Alamos’a yaptıkları gibi şirketlere dünyayı dar ediyorlar… Maden faaliyetinin durdurulmasına kadar da vazgeçmiyorlar… Sonuçta kim kazanıyor; kim kaybediyor?.. Bir düşünmek lazım…
Siyanür atıkları, içme sularının kirlenmesi, ağaçların kesilmesi gibi iddialar havada uçuşuyor… Obeliks’ler, köylüler… Ankara’ya çizgili pijamalı protesto yürüyüşleri… Dağ başında Fazıl Say konserleri… Bu sefer bir de yurt dışındaki benzer profesyonel aktivistleri desteğe çağırmışlar: “Barcelona stadının inşa işini, Akbelen’deki madenin bağlı olduğu Limak Holding’ten geri alın!” demişler…
Oysa, “zaman içinde takke düşmüş, kel görünmüştü” zaten… 9 Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın gibi bilim insanları “Çok fazla medyatik çevre yalanı var” diye feryat ederek bu yalanları deşifre ettiler. Bir dizi makale ve kitap yayınladılar. Buna rağmen aynı filmin farklı versiyonlarını izledik durduk…
Gelelim Limak’a… Onun hiç mi kabahati yok?!..
Tabii ki var…
Böyle kritik bir konuda, onlar da aynı filmleri izlemişken, belki bir yıl öncesinden ‘ısı kalkanı’, ‘şemsiye stratejisi’, ‘konu yönetimi’ diye ifade edilen iletişim strateji ve uygulamalarını devreye sokmaları beklenirdi… Yukarıdaki dört maddeyi tüm paydaşlarına ve hedef kitlelerine bir bir anlatmak varken; olay patlayınca, önce suspus oldular… Ardından madenin başına bir iş gelirse işsiz kalacak çalışanları merkeze koyarak tam sayfa ilan vermekle kurtulabileceklerini zannettiler… Anlaşılan o ki; bugüne kadar iletişimini gayet iyi yönetmiş bir firma olarak Limak, kriz iletişimini gerektiği gibi yönetemeyerek kendini hiç hak etmediği bir darboğaza sokmuş…
Günün sözü
“Her kriz; çalışan, üreten insan için kaderin bir armağanıdır.”
Stephan Zweig
Gözümüze takılanlar…
“Günbegün eriyen bir partinin ve marjinal yedeklerinin Akbelen’den bir Gezi Parkı kalkışması çıkarmak için her alçaklığa tevessül ve teşebbüs ettikleri açıktır… Nasıl ki Gezi Parkı’nda konu ağaç değilse, Akbelen’de de ağaç olmadığı kesindir. …CHP’nin iç anlaşmazlıklarını örtbas etmek için toplumun hassas alanlarında provokasyona yeltenmesi önlem alınması gereken bir tehdittir.”
Türkiye’nin ‘Millî Enerji ve Maden’ politikasından bir nebze haberdar olan her ehli vatan, şu gerçekleri de bilir…
Bir, Maden, bir ülkenin millî zenginliklerinin en önemlilerindendir. Millî ekonomik bağımsızlığı sağlayıcı etkisi tartışılmaz.
İki, Madeni sizin istediğiniz yerden çıkaramazsınız. O neredeyse, faaliyet de orada yürütülür.
Üç, Faaliyetin bulunduğu yerlerde fauna ve flora tabii ki etkilenecektir. Ancak, sorumluluk sahibi şirketlerde madencilikle birlikte ağaçlandırma ve faunayı koruma çalışmaları da hemen başlar.
Dört, Maden sonsuz bir kaynak değildir. O nedenle faaliyetler sırasında yapılamadıysa da bittikten sonra bölge yeniden ağaçlandırılır. Bölgeyi eski hâliyle bırakmak, madencilik şirketlerinin ‘yasal’ zorunluluğudur.
Hâl böyleyken ülkemizde ithalata dayalı maden işinde yerli ve millî bir yatırıma kalkışıldığı anda, çıkarlarının zarar göreceğini düşünenler tarafından hemen bir reaksiyon başlatılır. Burada üç tip insan unsuru kullanılır: 1. Profesyonel aktivistler, 2. Protestodan kendi tanınma ve itibarları adına çıkar sağlayacağını düşünen entel dantel ve siyasetçi kesimi, 3. İlk iki grup tarafından kandırılan bazı vatandaşlar.
Bu tür filmleri çok izledik. Bergama’da, İkizdere’de, Cerrattepe’de, Kaz Dağları’nda… Hepsinde senaryo belli: Türkiye’de örneğin altının çıkarılmasından hiç hazzetmeyen, ülkemize altın satan şirketlerin desteklediği Alman Vakıfları prodüksiyonu hazırlıyor, yukarıdaki üç maddede bahsettiğimiz oyuncuları sahneye sürüyor… Bunlar Eurogold’a, Alamos’a yaptıkları gibi şirketlere dünyayı dar ediyorlar… Maden faaliyetinin durdurulmasına kadar da vazgeçmiyorlar… Sonuçta kim kazanıyor; kim kaybediyor?.. Bir düşünmek lazım…
Siyanür atıkları, içme sularının kirlenmesi, ağaçların kesilmesi gibi iddialar havada uçuşuyor… Obeliks’ler, köylüler… Ankara’ya çizgili pijamalı protesto yürüyüşleri… Dağ başında Fazıl Say konserleri… Bu sefer bir de yurt dışındaki benzer profesyonel aktivistleri desteğe çağırmışlar: “Barcelona stadının inşa işini, Akbelen’deki madenin bağlı olduğu Limak Holding’ten geri alın!” demişler…
Oysa, “zaman içinde takke düşmüş, kel görünmüştü” zaten… 9 Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın gibi bilim insanları “Çok fazla medyatik çevre yalanı var” diye feryat ederek bu yalanları deşifre ettiler. Bir dizi makale ve kitap yayınladılar. Buna rağmen aynı filmin farklı versiyonlarını izledik durduk…
Gelelim Limak’a… Onun hiç mi kabahati yok?!..
Tabii ki var…
Böyle kritik bir konuda, onlar da aynı filmleri izlemişken, belki bir yıl öncesinden ‘ısı kalkanı’, ‘şemsiye stratejisi’, ‘konu yönetimi’ diye ifade edilen iletişim strateji ve uygulamalarını devreye sokmaları beklenirdi… Yukarıdaki dört maddeyi tüm paydaşlarına ve hedef kitlelerine bir bir anlatmak varken; olay patlayınca, önce suspus oldular… Ardından madenin başına bir iş gelirse işsiz kalacak çalışanları merkeze koyarak tam sayfa ilan vermekle kurtulabileceklerini zannettiler… Anlaşılan o ki; bugüne kadar iletişimini gayet iyi yönetmiş bir firma olarak Limak, kriz iletişimini gerektiği gibi yönetemeyerek kendini hiç hak etmediği bir darboğaza sokmuş…
Günün sözü
“Her kriz; çalışan, üreten insan için kaderin bir armağanıdır.”
Stephan Zweig
Gözümüze takılanlar…
- Yatırımlarıyla, sponsorluklarıyla, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarıyla, ekonomi ve gayrimenkul dünyasının gündemine oturan RAMS Global, medya mensuplarıyla, uzunca aranın ardından hayli geniş katılımlı bir basın toplantısında buluştu. Melda Yücel’in moderatörlüğünde düzenlenen toplantıda RAMS Global Yönetim Kurulu Başkanı Devran Bülbül, “amiral gemimiz” dediği gayrimenkul ile birlikte 6 ülkedeki 11 şehirde faaliyet gösterdikleri 8 sektördeki yatırımlarını özetledi. Toplam 25 bin kişiye istihdam sağladıklarını, cirolarının ise 20 milyar doları bulduğunu belirtti. Bülbül ayrıca Galatasaray (özellikle Icardi’nin transferi), Satranç Federasyonu, 2022 yılında Balkan Şampiyonu olan Cizre Belediyesi Spor Kulübü ve Denizlispor sponsorluklarından söz etti. İki yılda yalnızca Türkiye’de 2 milyar dolar ciro ve 3 bin kişilik istihdama ulaşan firmanın, önümüzdeki dönemde değer katan, ‘can suyu’ olan işlerle gündemde kalmaya devam edeceğinin altı çizildi.
- Uluslararası sivil toplum kuruluşu JCI bünyesindeki Genç Liderler ve Girişimciler Derneği Bahçeşehir Şubesi “Çok Yaşa Cumhuriyet 100.Yıl Marşı Beste Yarışması”, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını gurur duyulacak bir marşla ölümsüzleştirmeyi amaçlıyormuş. Bunun için düzenlenen yarışmaya katılmak için son tarih 30 Ağustos’muş. Konu yönetimi bağlamındaki iletişim aksiyonları için ‘en etkili tema’ ne olabilir diye sorgulayanlara cevabımız; 29 Ekim 2023’e kadar Cumhuriyet’in 100. yılı… Yalnız, bu temayı sahiplenecek çok sayıda kurum ve kuruluş olacaktır. O nedenle ‘farklılaşma’ya özel önem verilmesi şart!.. (İlknur Doruker, JCI)