Bu filmi kaçırmayın!..
16 Aralık 2009 Akşam Gazetesi
Bugün biraz iç açıcı bir şeylerden söz edelim... Yemekten mesela?... Hani konuyu hiç sevmem(!) ya... Sizin için işte değineceğiz meseleye biraz...
Bana deselerdi ki, bir gün gelecek ekranın karşısına geçecek ve konusu değil belki ama dokusu yemek kültürü üzerine kurulu bir filmi sonuna kadar büyük bir heyecan ve keyifle izleyeceksin... Julie & Julia'yı işte ben öyle izledim...
Başrollerinde Meryl Streep (Julia) ve Amy Adams (Julie) var... Julia'nın kocasını her zaman keyifle izlediğim biri oynuyor: Stanley Tucci (Hani, 'Şeytan Prada Giyer'de Nigel rolündeydi)... Muhteşem...
Koltuğunuza şöyle gömülüp yüzünüzde saçma sapan bir gülümseme ifadesiyle kendinizi kaptırıp gittiğiniz filmler vardır ya... Tam işte onlardan... Tarkovsky, Lars von Trier, Theo Angelopoulos, Wim Wenders yorgunları için ideal... Hele meslekleri icabı zorunlu olarak ödül 'avcısı sanat yüklü' Türk filmleri izlemek zorunda kalmış garibanlar için ideal...
Julia ABD'li bir diplomatın eşi. Bir süre Paris'te kalıyorlar. Orada Fransa yemeklerini öğreniyor Julia ve sıkı bir kursa giderek bunları 'öğretmenlik' düzeyinde pişirmeyi...
Kendisi gibi yemeğe meraklı iki arkadaşı ile birlikte 'Amerikalılara Fransız yemeği pişirmeyi öğreten bir kitap yazıyor... Kitabın bitmesi yıllar alıyor; ancak bu eser Julia'ya TV'nin ve şöhretin yollarını açıyor... Bütün bunlar İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde cereyan ediyor...
Julie ise neredeyse 50 yıl sonra bu kitabı yeniden keşfediyor ve Julia'nın yaptıklarının üzerinden geçerek o yemek ve duyarlılıklar dünyasını yeniden keşfediyor...
Film, iki kadının hayatını paralel kurgu ile anlatıyor... Her ikisinin aynı yemekleri nasıl pişirdiklerini, eşleriyle ilişkilerini eskimeyen, yıpranmayan aşklarını izliyorsunuz... Ön planda hep yemek var... Hem de nasıl yemekler...
İnsanı hayvandan ayıran temel parametre, insanın hayvanla ortak olan üç yaşam zorunluluğuna (!) getirdiği farktır: Beslenme, barınma, üreme... İnsan farkı 'çeşitleme' yeteneği ve isteğini kullanarak getirir... Hayvan bir ömür aynı gıda ile 'beslenebilir', aynı 'yerde, barınakta' yaşayabilir, aynı 'şekilde' çiftleşebilir... Gelin de insana aynı şeyi yaptırın...
İnsan bu üç alana getirdiği çeşni ile insanlaşır aslında...
Bu üç alanın üçü ile de ilgili olaya 'insan' unsurunu ve 'estetiği' katan sanat eserlerine bayılıyorum... Hele yemek varsa işin içinde... Catherine Zeta-Jones'un filmi 'No Reservations'dan ve 'Issız Adam'dan sonra şu yemek işi bir başka lezzet unsuru getirmiş benim için sinemaya...
Zaman zaman burun direğimi sızlata sızlata izlediğim Julie & Julia'yı iki eliniz kanda olsa seyredin...
Tabii beslenme, barınma ve üremeye çeşitleme getirilmesi hususuna bir itirazınız yoksa (!)...
Okan aynı şeyi başka türlü söyleyebilir miydi?..
Tamam!
Kabul!
Her şey reyting demek değil.
Reyting sistemini ve ölçümleme modelini adil ve doğru bulmuyor olabilirsiniz.
Kaliteli program yapmak için ciddi zorluklar ve engellerle karşılaşıyor ve ne yazık ki kanal yönetimi için yeterli reytingi alamadığınız için programınız yayından kaldırılıyor olabilir.
Çok iyi işler yapıp karşılığını görmediğinizi de düşünebilirsiniz.
Bunu hak etmiyoruz diye hislenebilirsiniz.
Ancak izleyici tercihlerini ölçen sistemi tartışmaya açıp 'yeni ve farklı nasıl olur', 'dünyada böyle yapılıyor, biz de şöyle yapalım' demek yerine rakip kişileri ve kurumları hedef alıp, isim vererek yayın yoluyla izleyiciye şikayet etmek, hem de hakaret ederek şikayet etmek nereden çıktı?
Yakışmıyor... Hele son yıllarda Türkiye'de televizyonculuk adına çok önemli ve başarılı işlere imza atmış Okan Bayülgen'e (kendisini ne kadar sevdiğimi bu sayfanın okurları bilir) hiç yakışmıyor.
Demiş ki: 'Bir reyting listesi alıyorsunuz, bir sürü üçkağıt ve sahtekarlık var. Programları bölmeler bilmem neler falan... Bunu yapınca üst sıralara çıkıyorlar falan filan. Bunu yapmayınca da sen salak durumunda kalıyorsun. Yani 4 saat program yapıyorsun ve sen bir program olarak sayılıyorsun... Bölümlere bölsek zaten şu anda ilk 10 içerisindeyiz demek ki diziler gibi sonuçlar almaya başlarız. Ne reyting bir yere kaçıyor ne seyirci!'
Okan'ın kızgınlığını ve isyanını görüyorum. Ama zaten bir elin parmakları kadar sayıda bu işin altından kalkabilen popüler TV starı varken, birbirinizi koruyup kollamak ve sektörel olarak hep birlikte yukarı tırmanmak varken altınızdaki halıyı kendi elinizle çekmeye kalkmak yanlış... Okan, kendi programını terk edenlerin durumuna düşmemeli... Kamu vicdanı çok acımasızdır... Durduk yerde ona buna agresyon sergilemeyi affetmeyebilir...
Bugün biraz iç açıcı bir şeylerden söz edelim... Yemekten mesela?... Hani konuyu hiç sevmem(!) ya... Sizin için işte değineceğiz meseleye biraz...
Bana deselerdi ki, bir gün gelecek ekranın karşısına geçecek ve konusu değil belki ama dokusu yemek kültürü üzerine kurulu bir filmi sonuna kadar büyük bir heyecan ve keyifle izleyeceksin... Julie & Julia'yı işte ben öyle izledim...
Başrollerinde Meryl Streep (Julia) ve Amy Adams (Julie) var... Julia'nın kocasını her zaman keyifle izlediğim biri oynuyor: Stanley Tucci (Hani, 'Şeytan Prada Giyer'de Nigel rolündeydi)... Muhteşem...
Koltuğunuza şöyle gömülüp yüzünüzde saçma sapan bir gülümseme ifadesiyle kendinizi kaptırıp gittiğiniz filmler vardır ya... Tam işte onlardan... Tarkovsky, Lars von Trier, Theo Angelopoulos, Wim Wenders yorgunları için ideal... Hele meslekleri icabı zorunlu olarak ödül 'avcısı sanat yüklü' Türk filmleri izlemek zorunda kalmış garibanlar için ideal...
Julia ABD'li bir diplomatın eşi. Bir süre Paris'te kalıyorlar. Orada Fransa yemeklerini öğreniyor Julia ve sıkı bir kursa giderek bunları 'öğretmenlik' düzeyinde pişirmeyi...
Kendisi gibi yemeğe meraklı iki arkadaşı ile birlikte 'Amerikalılara Fransız yemeği pişirmeyi öğreten bir kitap yazıyor... Kitabın bitmesi yıllar alıyor; ancak bu eser Julia'ya TV'nin ve şöhretin yollarını açıyor... Bütün bunlar İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde cereyan ediyor...
Julie ise neredeyse 50 yıl sonra bu kitabı yeniden keşfediyor ve Julia'nın yaptıklarının üzerinden geçerek o yemek ve duyarlılıklar dünyasını yeniden keşfediyor...
Film, iki kadının hayatını paralel kurgu ile anlatıyor... Her ikisinin aynı yemekleri nasıl pişirdiklerini, eşleriyle ilişkilerini eskimeyen, yıpranmayan aşklarını izliyorsunuz... Ön planda hep yemek var... Hem de nasıl yemekler...
İnsanı hayvandan ayıran temel parametre, insanın hayvanla ortak olan üç yaşam zorunluluğuna (!) getirdiği farktır: Beslenme, barınma, üreme... İnsan farkı 'çeşitleme' yeteneği ve isteğini kullanarak getirir... Hayvan bir ömür aynı gıda ile 'beslenebilir', aynı 'yerde, barınakta' yaşayabilir, aynı 'şekilde' çiftleşebilir... Gelin de insana aynı şeyi yaptırın...
İnsan bu üç alana getirdiği çeşni ile insanlaşır aslında...
Bu üç alanın üçü ile de ilgili olaya 'insan' unsurunu ve 'estetiği' katan sanat eserlerine bayılıyorum... Hele yemek varsa işin içinde... Catherine Zeta-Jones'un filmi 'No Reservations'dan ve 'Issız Adam'dan sonra şu yemek işi bir başka lezzet unsuru getirmiş benim için sinemaya...
Zaman zaman burun direğimi sızlata sızlata izlediğim Julie & Julia'yı iki eliniz kanda olsa seyredin...
Tabii beslenme, barınma ve üremeye çeşitleme getirilmesi hususuna bir itirazınız yoksa (!)...
Okan aynı şeyi başka türlü söyleyebilir miydi?..
Tamam!
Kabul!
Her şey reyting demek değil.
Reyting sistemini ve ölçümleme modelini adil ve doğru bulmuyor olabilirsiniz.
Kaliteli program yapmak için ciddi zorluklar ve engellerle karşılaşıyor ve ne yazık ki kanal yönetimi için yeterli reytingi alamadığınız için programınız yayından kaldırılıyor olabilir.
Çok iyi işler yapıp karşılığını görmediğinizi de düşünebilirsiniz.
Bunu hak etmiyoruz diye hislenebilirsiniz.
Ancak izleyici tercihlerini ölçen sistemi tartışmaya açıp 'yeni ve farklı nasıl olur', 'dünyada böyle yapılıyor, biz de şöyle yapalım' demek yerine rakip kişileri ve kurumları hedef alıp, isim vererek yayın yoluyla izleyiciye şikayet etmek, hem de hakaret ederek şikayet etmek nereden çıktı?
Yakışmıyor... Hele son yıllarda Türkiye'de televizyonculuk adına çok önemli ve başarılı işlere imza atmış Okan Bayülgen'e (kendisini ne kadar sevdiğimi bu sayfanın okurları bilir) hiç yakışmıyor.
Demiş ki: 'Bir reyting listesi alıyorsunuz, bir sürü üçkağıt ve sahtekarlık var. Programları bölmeler bilmem neler falan... Bunu yapınca üst sıralara çıkıyorlar falan filan. Bunu yapmayınca da sen salak durumunda kalıyorsun. Yani 4 saat program yapıyorsun ve sen bir program olarak sayılıyorsun... Bölümlere bölsek zaten şu anda ilk 10 içerisindeyiz demek ki diziler gibi sonuçlar almaya başlarız. Ne reyting bir yere kaçıyor ne seyirci!'
Okan'ın kızgınlığını ve isyanını görüyorum. Ama zaten bir elin parmakları kadar sayıda bu işin altından kalkabilen popüler TV starı varken, birbirinizi koruyup kollamak ve sektörel olarak hep birlikte yukarı tırmanmak varken altınızdaki halıyı kendi elinizle çekmeye kalkmak yanlış... Okan, kendi programını terk edenlerin durumuna düşmemeli... Kamu vicdanı çok acımasızdır... Durduk yerde ona buna agresyon sergilemeyi affetmeyebilir...