Bu iş, Starbucks’a hiç yakışmıyor!
01 NİSAN 2007
Gülben Tuncaakar Hanım’dan çok zarif, bir o kadar da iyi tasarlanmış, ıslak imzalı bir mektup aldım. Gülben Hanım, bizim çocukların ikinci ev adresi olarak verdikleri Starbucks Coffee’nin Türkiye Pazarlama Müdürü.
28 Şubat’ta yazdığım “Starbucks liderken değişimi tartışıyor” başlıklı yazım için teşekkür ediyorlar. Mektubun en can alıcı yeri şurası: “Starbucks markasının elde ettiği başarının sırrı Howard Schultz’un ‘Büyürken küçük kalmayı başarabilmek’ ifadesinde saklıdır. 12 binin üzerindeki mağazalarımızda her hafta ağırladığımız 40 milyon müşterimize benzersiz Starbucks deneyimini sunarken her seferinde ilk fincan kahvemizin heyecanını yaşarız. Bu heyecanı canlı tutan da, o fincana kalbimizi katmamızdır”...
Bir marka konumlandırması ancak bu kadar yalın ve çarpıcı bir şekilde özetlenebilir...
İki hafta sonra aynı kurumdan bu sefer imzasız bir mektup geldi. Tasarım Yarışması’nı anlatıyorlar. Bu yıl konu “Mutluluğun resmi” imiş...
Gülben Hanım Katılım Koşulları ve Başvuru Formunu okumuşlar mı acaba? Bir pazarlamacı ya da iletişimciden çok bir avukatın kaleminden çıktığını avazı çıktığı kadar bağıran iki matbu kâğıdı Gülben Hanım görüp onayladıysa yukarıdaki mektubu kaleme almış olamaz... Eğer yukarıdaki mektubu gerçekten Tuncaakar’ın kendisi yazdıysa, bu yarışma katılım belgeleri gözünden kaçmış ya da kaçırılmış olmalı... Her şeyi bırakın, belge “İşbu” diye başlıyor! İnanılır gibi değil... Bir okusanız, kölelik anlaşması gibi... Bir tür ‘Sakın katılmayın’ belgesi... Nazi Almanya’sında bile zor bulunacak türden bir ifade tarzı...
Gülben Hanım, “Katılım Formu” ve “Katılım Koşulları” yazan belgeleri hemen toplatıp imha ettirin. Hukukçuların “Böylesi vaciptir!” şeklindeki ukalalıklarına kulak asmayın. En ağır hukuki şart bile bir iletişimci gözüyle müşteriyi rahatsız etmeyecek şekilde kaleme alınabilir... Bu idam fermanının yerine, marka vaadinize yakışır beşeri bir form yazdırın ve adam gibi de bir ödül koyup öyle çıkın müşterilerinizin karşısına...
Anadolu Ateşi’nin Mısır Seferi...
Anadolu Ateşi Kahire’de, Şarm El Şeyh’de ve İskenderiye’de gösteriler düzenlemek üzere şu sıra Mısır’da bulunuyor. Gizza Piramitleri önünde düzenlenen gösteriye ben de davetliydim. Gidemediğime nasıl pişmanım bilemezsiniz...
Haberi verirken (tabii verirlerse) her zaman olduğu gibi yine medyanın gözünden kaçacaktır. Ne hikmetse, herhalde bedava reklam oluyor diye, zeka düzeyi tartışılır bazı medya yöneticileri sponsorların adından söz etmezler. Anadolu Ateşi’nin basın bültenine baktım; kalın harflerle yazmışlar: TAV, THY, GAAT, Coca-Cola... Doğru da yapmışlar...
Aslında sponsorları ne kadar desteklense yeridir. Herkesin kazandığı kaybedenin olmadığı bir zincirdir bu. Performans – Sponsor – medya - izleyici, reklamveren - tüm yan sanayii... Anadolu Ateşi performans konusunda elinden geleni yapıyor. Türkiye markasına müthiş bir katma değer sağlıyor. Her gittiği ülkede yıkıyor ortalığı. Kahire’de biletler 20 gün önce tükenmiş. 5 binden fazla izkeyici yeri göğü inletmiş...
Ne gördünüz basında? Türkiye – Norveç beraberliğinden daha mı az önemliydi bu uluslararası başarı sizce?.. Anadolu Ateşi’ni de, sponsorları da yürekten kutluyorum...
“Galibi olmaz” demiştik...
Emin Çölaşan ile Melih Gökçek arasındaki düello tam da bizim bir hafta öncesinden söylediğimiz gibi sonuçlandı. “Bu işin galibi olmaz!” demiştik... “Hatta Melih Gökçek tartışmadan bir mek parmak önde çıkar” ...
İş bittikten sonra, “Şöyle oldu böyle oldu” diye yorum yapmak kolay; mazhariyet öncesinden bilmekte... Türk bilge kaanı ne demiş? “Göz o ki dağın arkasını göre; akıl o ki, başına geleceği bile”...
Bu çerçevede Akşam’ın dünkü manşeti de son derece doğruydu... Tartışma bittikten sonra da olsa medya mensuplarının değerlendirmelere yer vermeleri de hoş olmuş. Bizim bir hafta önceden, Akşam’ın manşetinin neredeyse aynısını yazmış olduğumuzdan söz etmemelerinin nedeni, bizim yazılarımızı okumamaları değildir. “Komşunu tavuğu...” meselesidir pas geçmelerinin nedeni...
Okurun gözünden kaçmaz!
Bazı okurlar yazarlardan daha titizdir algılama konusunda. Bakın Aliye İnci Çiçekoğlu reklamlara bakarken neler ‘okumuş’:
“Mevzubahis olan reklamları hatırlatmak amacıyla bir özetleyeyim: Coca-Cola, Turkiye-Yunanistan futbol maçı, gürültü yapıp komşuyu rahatsız eden Türk fanatikler ve ‘Komşuya verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz’ sloganı...
McDonalds, ‘Ateşi ilk biz bulsaydık önce mangal yapardık’ ile başlayıp ‘hamburgeri ilk biz bulsaydık adını MaxBurger koyardık’ gibi müthiş bir çelişkiyle biten reklam...
İki reklamda da her ne kadar yaratıcı ve esprili olsa da huzursuz eden bir şey var. Coca-Cola reklamında medenî komşuya rağmen fanatik Türkler, McDonalds reklamında icatları anlamsız işlerde kullanmalar... Tabii ki anlıyorum. Bunları bir Türk geleneği gibi göstererek satış politikası uygulamaya çalışıyorlar. Ancak ne var ki ne CocaCola ne McDonalds içimizden biri değil. Ayrıca hamburgeri ilk biz bulsaydık adını MaxBurger mi koyardık? Madem Türk usulü, bari adi Türkce olsaydı...”
Bu yoruma ekleyecek fazla bir şey bulmak zor. Ancak Coca-Cola ve McDonalds bir açıklama yollarlarsa, kısa olmak koşuluyla burada yayınlarız. Coca-Coşa yazarsa lütfen şunu da eklesin: Bizde yayınlanan reklamlarda Türk Milli takımını tutarken; aynı saatlerde Yunanistan’da yayınlanan reklamlarda ne diyorlar?..
Ne güzel CD o öyle!
Kocaman bir helal olsun!.. Kime? Odeon Müzik yöneticilerine... Sonra projeye maddi destek vermiş olan Siemens’e... Bir de eski plakları birer birer temizleyip bu CD’yi hazırlamış olan teknik ekibe.
CD’nin adı. “Evvel Zaman İçinde -2”. Demek ki “Evvel Zaman İçinde - 1” de varmış... Açıkça itiraf etmeliyim. Birinci CD’yi kaçırmışım. Hemen bulup alacağım...
Kimler var bu muhteşem CD’de? Nesrin Sipahi, Ziya Taşkent, Sevim Tuna, Yaşar Özel, Sevim Çağlayan, Mustafa Sağyaşar, Münir Nurettin Selçuk, Hamiyet Yüceses, Serap Mutlu Akbulut, Alaeddin Yavaşça, Sevim Şengül, Tahir Engin İçöz, Mediha Demirkıran, Zeki Müren, Semra Ersoylu, Müzeyyen Senar.
Tahmin edebileceğiniz gibi Türk Sanat Müziği parçaları var içinde... Aziz İstanbul, Elbet bir gün buluşacağız, Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un, Ben gamlı hazan...
Breh breh... Bin git!.. Hani dostlarla bir araya geldiğimizde bir türlü başından sonuna kadar teklemeden söyleyemediğimiz ama yine de burnumuzun direğini sızlatan parçalar... Radyolarda dinlerken tuttuğumuz niyetlere uymasa da uydurduğumuz...
“Şöyle bir albüm yapsalar, ne şahane olurdu” diye düşündüğünüz bir CD. Mutlaka edinin...
28 Şubat’ta yazdığım “Starbucks liderken değişimi tartışıyor” başlıklı yazım için teşekkür ediyorlar. Mektubun en can alıcı yeri şurası: “Starbucks markasının elde ettiği başarının sırrı Howard Schultz’un ‘Büyürken küçük kalmayı başarabilmek’ ifadesinde saklıdır. 12 binin üzerindeki mağazalarımızda her hafta ağırladığımız 40 milyon müşterimize benzersiz Starbucks deneyimini sunarken her seferinde ilk fincan kahvemizin heyecanını yaşarız. Bu heyecanı canlı tutan da, o fincana kalbimizi katmamızdır”...
Bir marka konumlandırması ancak bu kadar yalın ve çarpıcı bir şekilde özetlenebilir...
İki hafta sonra aynı kurumdan bu sefer imzasız bir mektup geldi. Tasarım Yarışması’nı anlatıyorlar. Bu yıl konu “Mutluluğun resmi” imiş...
Gülben Hanım Katılım Koşulları ve Başvuru Formunu okumuşlar mı acaba? Bir pazarlamacı ya da iletişimciden çok bir avukatın kaleminden çıktığını avazı çıktığı kadar bağıran iki matbu kâğıdı Gülben Hanım görüp onayladıysa yukarıdaki mektubu kaleme almış olamaz... Eğer yukarıdaki mektubu gerçekten Tuncaakar’ın kendisi yazdıysa, bu yarışma katılım belgeleri gözünden kaçmış ya da kaçırılmış olmalı... Her şeyi bırakın, belge “İşbu” diye başlıyor! İnanılır gibi değil... Bir okusanız, kölelik anlaşması gibi... Bir tür ‘Sakın katılmayın’ belgesi... Nazi Almanya’sında bile zor bulunacak türden bir ifade tarzı...
Gülben Hanım, “Katılım Formu” ve “Katılım Koşulları” yazan belgeleri hemen toplatıp imha ettirin. Hukukçuların “Böylesi vaciptir!” şeklindeki ukalalıklarına kulak asmayın. En ağır hukuki şart bile bir iletişimci gözüyle müşteriyi rahatsız etmeyecek şekilde kaleme alınabilir... Bu idam fermanının yerine, marka vaadinize yakışır beşeri bir form yazdırın ve adam gibi de bir ödül koyup öyle çıkın müşterilerinizin karşısına...
Anadolu Ateşi’nin Mısır Seferi...
Anadolu Ateşi Kahire’de, Şarm El Şeyh’de ve İskenderiye’de gösteriler düzenlemek üzere şu sıra Mısır’da bulunuyor. Gizza Piramitleri önünde düzenlenen gösteriye ben de davetliydim. Gidemediğime nasıl pişmanım bilemezsiniz...
Haberi verirken (tabii verirlerse) her zaman olduğu gibi yine medyanın gözünden kaçacaktır. Ne hikmetse, herhalde bedava reklam oluyor diye, zeka düzeyi tartışılır bazı medya yöneticileri sponsorların adından söz etmezler. Anadolu Ateşi’nin basın bültenine baktım; kalın harflerle yazmışlar: TAV, THY, GAAT, Coca-Cola... Doğru da yapmışlar...
Aslında sponsorları ne kadar desteklense yeridir. Herkesin kazandığı kaybedenin olmadığı bir zincirdir bu. Performans – Sponsor – medya - izleyici, reklamveren - tüm yan sanayii... Anadolu Ateşi performans konusunda elinden geleni yapıyor. Türkiye markasına müthiş bir katma değer sağlıyor. Her gittiği ülkede yıkıyor ortalığı. Kahire’de biletler 20 gün önce tükenmiş. 5 binden fazla izkeyici yeri göğü inletmiş...
Ne gördünüz basında? Türkiye – Norveç beraberliğinden daha mı az önemliydi bu uluslararası başarı sizce?.. Anadolu Ateşi’ni de, sponsorları da yürekten kutluyorum...
“Galibi olmaz” demiştik...
Emin Çölaşan ile Melih Gökçek arasındaki düello tam da bizim bir hafta öncesinden söylediğimiz gibi sonuçlandı. “Bu işin galibi olmaz!” demiştik... “Hatta Melih Gökçek tartışmadan bir mek parmak önde çıkar” ...
İş bittikten sonra, “Şöyle oldu böyle oldu” diye yorum yapmak kolay; mazhariyet öncesinden bilmekte... Türk bilge kaanı ne demiş? “Göz o ki dağın arkasını göre; akıl o ki, başına geleceği bile”...
Bu çerçevede Akşam’ın dünkü manşeti de son derece doğruydu... Tartışma bittikten sonra da olsa medya mensuplarının değerlendirmelere yer vermeleri de hoş olmuş. Bizim bir hafta önceden, Akşam’ın manşetinin neredeyse aynısını yazmış olduğumuzdan söz etmemelerinin nedeni, bizim yazılarımızı okumamaları değildir. “Komşunu tavuğu...” meselesidir pas geçmelerinin nedeni...
Okurun gözünden kaçmaz!
Bazı okurlar yazarlardan daha titizdir algılama konusunda. Bakın Aliye İnci Çiçekoğlu reklamlara bakarken neler ‘okumuş’:
“Mevzubahis olan reklamları hatırlatmak amacıyla bir özetleyeyim: Coca-Cola, Turkiye-Yunanistan futbol maçı, gürültü yapıp komşuyu rahatsız eden Türk fanatikler ve ‘Komşuya verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz’ sloganı...
McDonalds, ‘Ateşi ilk biz bulsaydık önce mangal yapardık’ ile başlayıp ‘hamburgeri ilk biz bulsaydık adını MaxBurger koyardık’ gibi müthiş bir çelişkiyle biten reklam...
İki reklamda da her ne kadar yaratıcı ve esprili olsa da huzursuz eden bir şey var. Coca-Cola reklamında medenî komşuya rağmen fanatik Türkler, McDonalds reklamında icatları anlamsız işlerde kullanmalar... Tabii ki anlıyorum. Bunları bir Türk geleneği gibi göstererek satış politikası uygulamaya çalışıyorlar. Ancak ne var ki ne CocaCola ne McDonalds içimizden biri değil. Ayrıca hamburgeri ilk biz bulsaydık adını MaxBurger mi koyardık? Madem Türk usulü, bari adi Türkce olsaydı...”
Bu yoruma ekleyecek fazla bir şey bulmak zor. Ancak Coca-Cola ve McDonalds bir açıklama yollarlarsa, kısa olmak koşuluyla burada yayınlarız. Coca-Coşa yazarsa lütfen şunu da eklesin: Bizde yayınlanan reklamlarda Türk Milli takımını tutarken; aynı saatlerde Yunanistan’da yayınlanan reklamlarda ne diyorlar?..
Ne güzel CD o öyle!
Kocaman bir helal olsun!.. Kime? Odeon Müzik yöneticilerine... Sonra projeye maddi destek vermiş olan Siemens’e... Bir de eski plakları birer birer temizleyip bu CD’yi hazırlamış olan teknik ekibe.
CD’nin adı. “Evvel Zaman İçinde -2”. Demek ki “Evvel Zaman İçinde - 1” de varmış... Açıkça itiraf etmeliyim. Birinci CD’yi kaçırmışım. Hemen bulup alacağım...
Kimler var bu muhteşem CD’de? Nesrin Sipahi, Ziya Taşkent, Sevim Tuna, Yaşar Özel, Sevim Çağlayan, Mustafa Sağyaşar, Münir Nurettin Selçuk, Hamiyet Yüceses, Serap Mutlu Akbulut, Alaeddin Yavaşça, Sevim Şengül, Tahir Engin İçöz, Mediha Demirkıran, Zeki Müren, Semra Ersoylu, Müzeyyen Senar.
Tahmin edebileceğiniz gibi Türk Sanat Müziği parçaları var içinde... Aziz İstanbul, Elbet bir gün buluşacağız, Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un, Ben gamlı hazan...
Breh breh... Bin git!.. Hani dostlarla bir araya geldiğimizde bir türlü başından sonuna kadar teklemeden söyleyemediğimiz ama yine de burnumuzun direğini sızlatan parçalar... Radyolarda dinlerken tuttuğumuz niyetlere uymasa da uydurduğumuz...
“Şöyle bir albüm yapsalar, ne şahane olurdu” diye düşündüğünüz bir CD. Mutlaka edinin...