Bu nasıl kurban kesmedir Yarabbim...
20 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
Kendimi bildim bileli bizim evde kurban kesilir... Öte yandan çocukluğumdan bu yana ağzıma kurban eti koyamam. Nedeni çok basit... Anlatayım...
Babam devlet memuruydu. Yıldız Teknik'te ve İTÜ'de hocalık yapardı. Aile gelirine destek olarak da Quadrat lastik ayakkabı fabrikasında makine yüksek mühendisi olarak sorumlu müdürlük görevini üstlenmişti.
Dini itikat düzeyinin çok yüksek olduğunu söyleyemem. Ancak İslam'ın hacca gitmek dışında kalan dört şartını uygulardı. Evde 'hisseye göre' kurban kesme meselesini de ilk ondan duymuştum. Babam biraz da işi daha ekonomik hale getirmek için olsa gerek, küçücük yeni doğmuş kuzuyu alır uzun bir süre besler kurban zamanı gelince de Feneryolu'ndaki evimizin bahçesinde kestirirdi. Bu arada ben de kuzuyla beraber büyür, onunla arkadaş olurdum. Kuzu eve gelir gelmez bir ad konurdu ona... Örneğin; Yaşar'ı hiç unutamam... Bir süre sonra boğazlanacak bir kuzuya 'Yaşar' adını koymak da büyük 'ironi' idi hani...
Evdeki en yakın dostum olmuştu Yaşar. 'Bundan sen sorumlu ol!' diye bana emanet etmişlerdi... 15-16 kelime anlar hale gelmişti. Evin geniş bahçesinde onunla oynamaya bayılırdım. Beni zor alırlardı içeriye... Bir gün kardeşlerimle birlikte çığlık çığlığa ağlamamıza pek aldırış etmeden gözümüzün önünde katır katır doğradılardı hayvancağızı... Babamın ekonomik zorunluluklar içinde vecibelerini yerine getirmek için verdiği mücadeleyi anlayıp, onunla aramızdaki ilişkiyi yeniden inşa etmem için 25 yıl geçmiş olmasının temelinde 'Yaşar meselesi' yatmış olmasın?..
Şu kurban olayını tam kavradığımı zannederken, duyduğum bir 'süreç' beni bir kez daha hayretler içinde bırakıverdi... Kurban kültür ve ahlakının temelinde ne yatar? İşin 'efsanevi' taraflarını bir kenara bırakırsak; malını fakir fukarayla paylaşmak ve ağzına et sokma olasılığı hayli düşük olan bir kesimi sevindirmek yatar... Çocukluğumda elime paketleri tutuşturup, 'Şunlara götür, bunlara götür!' diye beni yolladıklarını hiç unutmam... Yani bizim çocukluğumuzda her aile kendi kurbanını kendi kestirir, dağıtımını kendi yapar; derisini de Türk Hava Kurumu'na bağışlardı. Başka seçenek bilmezdik o zamanlar...
Şimdi ilginç seçenekler var... İş 'business objectives' (İş hedefleri) doğrultusunda yönetiliyormuş... Nasıl yani? Şöyle yani... İsmi lazım değil, A Vakfı bu yıl 250 bin hisselik satış yapma (pardon, gelir... Tekrar pardon, bağış toplama) hedefi koymuş. Aynı hedef B Derneği için 200 bin imiş... C Cemaati mensupları ise 300 binlik bir hedefe yönelmişler... Diğer irili ufaklı kuruluşların toplam 500 bin hisse üzerinden 'çalışacakları' söyleniyor... Ne var bunda? Şimdilik bir şey yok...
Bu vakıf ve dernekler işleri zaten et kesip satmak olan kuruluşlarla ticari görüşme ve pazarlıkları sonucu el sıkışıyorlarmış. Örneğin hisse başına bağışçılardan 300'er lira mı topluyorlar; dönüp entegre et tesisine hisse başına 100 lira ödüyormuş. 200 lirayı kendi hayır hasenat işleri için ayırıyor, bunun içinden de 30 lira kadarını reklam ve pazarlama harcamaları bütçesi olarak ayırıyormuş...
Peki entegre tesisçi ne yapıyormuş? Zaten ticari işleri için kesmek durumunda olduğu hayvanların belki sayısını bir miktar artırıyor ama aslanlar gibi işini yapıyor, bir de üstüne hisse başına 100 TL alıyor... Sadece küçük bir yatırım yapıyor: Bilgisayarlar yerleştiriyor kesimin yapılacağı yere. Başlarına da birer hoca dikiyor... Hoca isimleri tek tek okuyup, vekaleti verdiğini söylüyor. Vekaleti alan kasap da bismillah deyip bıçağı elinin altındaki kurbanın boynuna çalıyor... Ya da bunun gibi bir şey... O anda yine bilgisayar vasıtasıyla internetten SMS mesajları bağış sahiplerinin cep telefonlarına gidiyor: 'Kurbanınız şu anda kesilmiştir.'
Ne var bunda? Evet, hala pek bir şey yok gibi gözüküyor, değil mi?... Ama ucundan da olsa, ne olduğunu yavaş yavaş görüyor olmanız lazım...
Şimdi gelin bir 'durum tespiti' yapalım! Yaklaşık 20'şer milyon (eski para 20'şer trilyon) dernek, cemaat ve vakıfların gelir hanesine yazıldı mı? Yazıldı... Etçilerin kasasına durduk yerde ekstradan 5'er, 10'ar milyon lira girdi mi? Girdi... Bağış sahipleri dini vecibelerini yerine getirdikleri için mutlular mı? Mutlular?...
Peki sana ne oluyor kardeşim?
Bana şu oluyor? Hani bu işin amacı fakir fukarayı sevindirmekti?.. Hani belki de aylardır evine et girmeyen insanlara bir lokma olsun yardım etmekti. Bir hissenin yaklaşık 25 kg et olduğu kabul ediliyormuş... Bunu 2,5 kg'lik paketlere bölsek bir hisseden 10 hane et yüzü görebilir mi? Görür... Peki kaç hisse vardı? 'İş Hedeflerine' göre 1 milyon 350 bin... Çarp 10'la... 13 milyon 500 bin hane... Ortalama her hane 4 kişi olsa... Eder, 54 milyon insan... Hadi yanlış hesap ettik... Yalan söyledik... 30 milyon da etmez mi? Eder... Peki yukarıdaki 'Business Objective'le kaç fakire et ulaşır? Hesap için hiç yorulmayın ben söyleyeyim: Sıfır!!!..
Bütün bu bilgileri nereden mi aldım? Telefon falan dinlemedim. O etçilerden birine sordum, anlattı... Bakalım bizim medya ne yapacak?
Sonuç... Ben bu yıl kurbanı sanal ve örgütlü bir biçimde değil aslanlar gibi analog ortamda kestirtip fakirlere dağıttıracağım... O dernek ve vakıflara da ayrıca bağış yapmak istersem de yapacağım... Ya siz?
Entegre tesislere mi çalışacaksınız?
Kendimi bildim bileli bizim evde kurban kesilir... Öte yandan çocukluğumdan bu yana ağzıma kurban eti koyamam. Nedeni çok basit... Anlatayım...
Babam devlet memuruydu. Yıldız Teknik'te ve İTÜ'de hocalık yapardı. Aile gelirine destek olarak da Quadrat lastik ayakkabı fabrikasında makine yüksek mühendisi olarak sorumlu müdürlük görevini üstlenmişti.
Dini itikat düzeyinin çok yüksek olduğunu söyleyemem. Ancak İslam'ın hacca gitmek dışında kalan dört şartını uygulardı. Evde 'hisseye göre' kurban kesme meselesini de ilk ondan duymuştum. Babam biraz da işi daha ekonomik hale getirmek için olsa gerek, küçücük yeni doğmuş kuzuyu alır uzun bir süre besler kurban zamanı gelince de Feneryolu'ndaki evimizin bahçesinde kestirirdi. Bu arada ben de kuzuyla beraber büyür, onunla arkadaş olurdum. Kuzu eve gelir gelmez bir ad konurdu ona... Örneğin; Yaşar'ı hiç unutamam... Bir süre sonra boğazlanacak bir kuzuya 'Yaşar' adını koymak da büyük 'ironi' idi hani...
Evdeki en yakın dostum olmuştu Yaşar. 'Bundan sen sorumlu ol!' diye bana emanet etmişlerdi... 15-16 kelime anlar hale gelmişti. Evin geniş bahçesinde onunla oynamaya bayılırdım. Beni zor alırlardı içeriye... Bir gün kardeşlerimle birlikte çığlık çığlığa ağlamamıza pek aldırış etmeden gözümüzün önünde katır katır doğradılardı hayvancağızı... Babamın ekonomik zorunluluklar içinde vecibelerini yerine getirmek için verdiği mücadeleyi anlayıp, onunla aramızdaki ilişkiyi yeniden inşa etmem için 25 yıl geçmiş olmasının temelinde 'Yaşar meselesi' yatmış olmasın?..
Şu kurban olayını tam kavradığımı zannederken, duyduğum bir 'süreç' beni bir kez daha hayretler içinde bırakıverdi... Kurban kültür ve ahlakının temelinde ne yatar? İşin 'efsanevi' taraflarını bir kenara bırakırsak; malını fakir fukarayla paylaşmak ve ağzına et sokma olasılığı hayli düşük olan bir kesimi sevindirmek yatar... Çocukluğumda elime paketleri tutuşturup, 'Şunlara götür, bunlara götür!' diye beni yolladıklarını hiç unutmam... Yani bizim çocukluğumuzda her aile kendi kurbanını kendi kestirir, dağıtımını kendi yapar; derisini de Türk Hava Kurumu'na bağışlardı. Başka seçenek bilmezdik o zamanlar...
Şimdi ilginç seçenekler var... İş 'business objectives' (İş hedefleri) doğrultusunda yönetiliyormuş... Nasıl yani? Şöyle yani... İsmi lazım değil, A Vakfı bu yıl 250 bin hisselik satış yapma (pardon, gelir... Tekrar pardon, bağış toplama) hedefi koymuş. Aynı hedef B Derneği için 200 bin imiş... C Cemaati mensupları ise 300 binlik bir hedefe yönelmişler... Diğer irili ufaklı kuruluşların toplam 500 bin hisse üzerinden 'çalışacakları' söyleniyor... Ne var bunda? Şimdilik bir şey yok...
Bu vakıf ve dernekler işleri zaten et kesip satmak olan kuruluşlarla ticari görüşme ve pazarlıkları sonucu el sıkışıyorlarmış. Örneğin hisse başına bağışçılardan 300'er lira mı topluyorlar; dönüp entegre et tesisine hisse başına 100 lira ödüyormuş. 200 lirayı kendi hayır hasenat işleri için ayırıyor, bunun içinden de 30 lira kadarını reklam ve pazarlama harcamaları bütçesi olarak ayırıyormuş...
Peki entegre tesisçi ne yapıyormuş? Zaten ticari işleri için kesmek durumunda olduğu hayvanların belki sayısını bir miktar artırıyor ama aslanlar gibi işini yapıyor, bir de üstüne hisse başına 100 TL alıyor... Sadece küçük bir yatırım yapıyor: Bilgisayarlar yerleştiriyor kesimin yapılacağı yere. Başlarına da birer hoca dikiyor... Hoca isimleri tek tek okuyup, vekaleti verdiğini söylüyor. Vekaleti alan kasap da bismillah deyip bıçağı elinin altındaki kurbanın boynuna çalıyor... Ya da bunun gibi bir şey... O anda yine bilgisayar vasıtasıyla internetten SMS mesajları bağış sahiplerinin cep telefonlarına gidiyor: 'Kurbanınız şu anda kesilmiştir.'
Ne var bunda? Evet, hala pek bir şey yok gibi gözüküyor, değil mi?... Ama ucundan da olsa, ne olduğunu yavaş yavaş görüyor olmanız lazım...
Şimdi gelin bir 'durum tespiti' yapalım! Yaklaşık 20'şer milyon (eski para 20'şer trilyon) dernek, cemaat ve vakıfların gelir hanesine yazıldı mı? Yazıldı... Etçilerin kasasına durduk yerde ekstradan 5'er, 10'ar milyon lira girdi mi? Girdi... Bağış sahipleri dini vecibelerini yerine getirdikleri için mutlular mı? Mutlular?...
Peki sana ne oluyor kardeşim?
Bana şu oluyor? Hani bu işin amacı fakir fukarayı sevindirmekti?.. Hani belki de aylardır evine et girmeyen insanlara bir lokma olsun yardım etmekti. Bir hissenin yaklaşık 25 kg et olduğu kabul ediliyormuş... Bunu 2,5 kg'lik paketlere bölsek bir hisseden 10 hane et yüzü görebilir mi? Görür... Peki kaç hisse vardı? 'İş Hedeflerine' göre 1 milyon 350 bin... Çarp 10'la... 13 milyon 500 bin hane... Ortalama her hane 4 kişi olsa... Eder, 54 milyon insan... Hadi yanlış hesap ettik... Yalan söyledik... 30 milyon da etmez mi? Eder... Peki yukarıdaki 'Business Objective'le kaç fakire et ulaşır? Hesap için hiç yorulmayın ben söyleyeyim: Sıfır!!!..
Bütün bu bilgileri nereden mi aldım? Telefon falan dinlemedim. O etçilerden birine sordum, anlattı... Bakalım bizim medya ne yapacak?
Sonuç... Ben bu yıl kurbanı sanal ve örgütlü bir biçimde değil aslanlar gibi analog ortamda kestirtip fakirlere dağıttıracağım... O dernek ve vakıflara da ayrıca bağış yapmak istersem de yapacağım... Ya siz?
Entegre tesislere mi çalışacaksınız?