Bu seller ‘doğal afet’ değildir
04 KASIM 2006
Bugün yürüyüş var. Saat 12.00’de Kadıköy’de İskele Meydanı’nda... Yürüyüşün adı Küresel Isınmaya Karşı Küresel Eylem. 45 ülkede aynı günde düzenleniyormuş. Felaket kapıda. Güneşin sönmesi gibi milyonlarca yıl sürecek bir süreçten söz edilmiyor. Verilen zaman, önlem alınmazsa şunun şurasında 10 yıl... Kim söylüyor: Birleşmiş Milletler’in hazırlattığı rapor...
Bir de ikinci bir rapor var. İngiliz hükümetinin Başekonomisti, eski Dünya Bankası Başekonomisti Sir Nicholas Stern’in dört gün önce açıklanan raporu. Stern bu kez Küresel Isınma sonucu oluşacak ‘Ekonomik Felaketten’ söz ediyor...
Şu son sel felaketi, bizim için de turnusol kağıdı işlevi gördü... Kim biraz bilerek bakıyor meseleye, kim hamasete kapılmış, sallıyor; anında görmek mümkün oldu.
Duymayan kalmadı. ‘Son 40 yılın en büyüğü’ dedikleri bu felaket sonuncu olmayacak... İşlerin daha da kötüye gideceği kesin... Türkiye küresel ısınmaya neden olan karbondioksit gazları emisyonunda en hızlı gelişen ülke... İnsanlığa en büyük zararı vermeye namzetiz yani...
Başta bazı cahil aydınlar, hâlâ bu sellerin bir alt yapı ve doğru önlem almama meselesi olduğunu iddia ediyorlar. Evler oraya değil buraya yapılmalıymış; sel sularının içine girilmemeliymiş; kanalizasyon ve alt yapı yatırımlarının tamamlanması gerekirmiş... Ruhumuza su serpen bir de ad koymuşuz: Doğal afet... Nesi doğal? İnsan ediyor doğanın içine... Doğa da cevap veriyor. Bu kadar basit aslında. Bir de alınacak tüm önlemleri reddeden, kararlara taş koyan ABD var tabii... Onu bu yolda destekleyen ve Kyoto anlaşmasını imzalamayan üç ülkeden biri olan Türkiye var...
Sonra medyamızda başlıklar: “Bu çağda sele 40 kayıp verdik”... “AB’ye girmek istiyoruz, sele teslim oluyoruz. Pes!”... “Kim hesap verecek?”... “Acı sel gibi aktı!”... “Batman da battı!”... Suçlanan valiler... Belediye Başkanları... Pes doğrusu...
Alabildiğine kısır döngü... Sera gazlarını engellemedikçe, Güney Kutbundaki deliği tıkamadıkça, en büyük kirletici ABD’yi hiç değilse tüm insanlığı yok edecek bu konuda dize getirmedikçe, daha çok ‘doğal afet’ görürüz.
Bakalım Küresel Isınmaya karşı yürüyüşe hangi siyasiler, hangi medya üst düzey yöneticileri katılacak...
Kitap Fuarı’nda buluşalım
Bugün TÜYAP’ta kitabımı imzalayacağım. Görüşmek ve Algılama Yönetimi üzerine sohbet etmek isterseniz, 14.00’den sonra Rota Yayınları’nın standında olacağım... Beklerim. Bu arada biliyorsunuz 12.00’de küresel ısınmaya karşı yürüyüş var. Hem oraya katılabilir hem de TÜYAP’a gelebilirsiniz. Ama “İlle de tercih yapacağım, hangisine gideyim?” diye sorarsanız, hiç tereddütsüz, yürüyüşü tercih etmenizi öneririm...
Nice 10 yıllara NTV!
Kapitalizmin en karmaşık en zor işi marka yaratmaktır. Bunu medya alanında başarmak daha da zordur. Bu bağlamda NTV’nin 10’uncu yıl gecesi benim için özel bir anlam taşıyordu.
NTV kendi söküğünü dikmiş aslında. Yanılmıyorsam PR şirketleri Bernaylafem’den destek almışlar. İkiliyi düğün sahibi gibi ortalıkta gördüm. Davetiye çok şey vaat ediyordu. Tehlikelidir... Davetiye gecenin önüne geçiverir... Al sana düş kırıklığı... Hayır öyle olmadı. Cem Yılmaz’ın gösterisinin gereğinden kısa olması, Sezen Aksu’nun sahneye hayli geç çıkması hariç tutulursa her şey iyiydi. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise katılımdı. Sanatçı gazeteci takımı o kadar önemli değil. Onların eli mahkum gelecekler. İş dünyası ve siyaset mebzul miktarda hazır bulunmuştu. İşte bu NTV’nin kendisini bir medium (taşıyıcı – medya’nın tekil hali) olarak kabul ettirdiğinin kanıtıdır. Bunun altını gecenin bence tartışmasız yıldızı Süleyman Demirel de çizdi.
Bir de kimse protokol için gönül koymadı. Pek çok CEO ve patron dostumuza arka sıralarda rastladık. Bu da NTV’nin sosyal paydaşlarıyla ilişkilerini iyi yönettiğini gösterir. Bir tek anlayamadığım, NTV Genel Müdürü sevgili dostum Cem Aydın’ın en az onun kadar eski tanıdığım eşi Ayşe Hanım’la birlikte abartılı bir şekilde arka sıralarda oturmasıydı. İşin tuhaf tarafı Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yardelen dostumuz da sol tarafta önden dördüncü sıraya yerleşmişti. Galatı meşhurdur: Tevazuyu abartma, sahi zannederler!... Onların yeri markanın yaratıcıları olarak en ön olmalıydı. Tevazu iyidir de, bu biraz “Sen nehrine siz nehri” demeye, gelinle damadı misafirlere ayıp olmasın diye arkalara oturtmaya benzemiş...
Publicity sakat iştir
Kısmen davet etme nezaketinde bulundukları için kısmen de birbirlerine yakın olmalarını fırsat bilerek, Perşembe akşamı Auto Show’da bir kaç stant gezdim. Fiat, onunla aynı familyadan olmaları nedeniyle geniş bir alana birlikte yayıldıkları Alfa Romeo, Lancia, Ferrari, Maserati...
Hemen karşılarında Opel, bir arkalarında Peugeot, onun karşısında Ford... Bu hafta sonu fırsat bulursam diğerlerini de gezeceğim.
Bu yıl ‘iş iletişimi’ (business communication) anlamında dikkatimi çeken en önemli husus, Kournikova muhabbetinin dışında sansasyonun markaların ve modellerin önüne geçmeyişi. Stantlar bu yıl daha yalın. Örneğin Fiat’ın standına beyazlar hakim. Araçlar daha iyi patlıyor. Peugeot’un standında spor giyimli mankenler yer almış... Opel’in standı son derece mütevazı ve şık...
Dedik ya, sansasyon şimdilik az görünüyor. Bu sansasyon işleri sakattır aslında. İşte GS’li oyuncularla yaşanan olay. Dün bizim gazetede vardı. Sen tut ‘görünürlük artsın’ (publicity) diye Hakan Şükür, Necati, Arda, Ergün ve Orhan Ak’ı al götür standına... Gazeteciler kötü gidiş muhabbeti yapmazlar mı? Bizimkiler de çıldırıp gazetecilerle kapışmazlar mı? “Ne yazacaksın ulan?”, “Sana ne!”, “Gelin Florya’ya, orada görüşelim!” şeklinde veciz diyaloglar... Al sana kaş yapalım derken göz çıkarmanın Türkçesi... Etkinlikte şöhret kullanmanın böyle bir enayi tarafı vardır. Önceden kestirmezsen de başına iş alırsın... Bu seferlik hangi markanın bu tufaya düştüğünü yazmayalım. Bizim spor servisi de yazmamış...
Bir de ikinci bir rapor var. İngiliz hükümetinin Başekonomisti, eski Dünya Bankası Başekonomisti Sir Nicholas Stern’in dört gün önce açıklanan raporu. Stern bu kez Küresel Isınma sonucu oluşacak ‘Ekonomik Felaketten’ söz ediyor...
Şu son sel felaketi, bizim için de turnusol kağıdı işlevi gördü... Kim biraz bilerek bakıyor meseleye, kim hamasete kapılmış, sallıyor; anında görmek mümkün oldu.
Duymayan kalmadı. ‘Son 40 yılın en büyüğü’ dedikleri bu felaket sonuncu olmayacak... İşlerin daha da kötüye gideceği kesin... Türkiye küresel ısınmaya neden olan karbondioksit gazları emisyonunda en hızlı gelişen ülke... İnsanlığa en büyük zararı vermeye namzetiz yani...
Başta bazı cahil aydınlar, hâlâ bu sellerin bir alt yapı ve doğru önlem almama meselesi olduğunu iddia ediyorlar. Evler oraya değil buraya yapılmalıymış; sel sularının içine girilmemeliymiş; kanalizasyon ve alt yapı yatırımlarının tamamlanması gerekirmiş... Ruhumuza su serpen bir de ad koymuşuz: Doğal afet... Nesi doğal? İnsan ediyor doğanın içine... Doğa da cevap veriyor. Bu kadar basit aslında. Bir de alınacak tüm önlemleri reddeden, kararlara taş koyan ABD var tabii... Onu bu yolda destekleyen ve Kyoto anlaşmasını imzalamayan üç ülkeden biri olan Türkiye var...
Sonra medyamızda başlıklar: “Bu çağda sele 40 kayıp verdik”... “AB’ye girmek istiyoruz, sele teslim oluyoruz. Pes!”... “Kim hesap verecek?”... “Acı sel gibi aktı!”... “Batman da battı!”... Suçlanan valiler... Belediye Başkanları... Pes doğrusu...
Alabildiğine kısır döngü... Sera gazlarını engellemedikçe, Güney Kutbundaki deliği tıkamadıkça, en büyük kirletici ABD’yi hiç değilse tüm insanlığı yok edecek bu konuda dize getirmedikçe, daha çok ‘doğal afet’ görürüz.
Bakalım Küresel Isınmaya karşı yürüyüşe hangi siyasiler, hangi medya üst düzey yöneticileri katılacak...
Kitap Fuarı’nda buluşalım
Bugün TÜYAP’ta kitabımı imzalayacağım. Görüşmek ve Algılama Yönetimi üzerine sohbet etmek isterseniz, 14.00’den sonra Rota Yayınları’nın standında olacağım... Beklerim. Bu arada biliyorsunuz 12.00’de küresel ısınmaya karşı yürüyüş var. Hem oraya katılabilir hem de TÜYAP’a gelebilirsiniz. Ama “İlle de tercih yapacağım, hangisine gideyim?” diye sorarsanız, hiç tereddütsüz, yürüyüşü tercih etmenizi öneririm...
Nice 10 yıllara NTV!
Kapitalizmin en karmaşık en zor işi marka yaratmaktır. Bunu medya alanında başarmak daha da zordur. Bu bağlamda NTV’nin 10’uncu yıl gecesi benim için özel bir anlam taşıyordu.
NTV kendi söküğünü dikmiş aslında. Yanılmıyorsam PR şirketleri Bernaylafem’den destek almışlar. İkiliyi düğün sahibi gibi ortalıkta gördüm. Davetiye çok şey vaat ediyordu. Tehlikelidir... Davetiye gecenin önüne geçiverir... Al sana düş kırıklığı... Hayır öyle olmadı. Cem Yılmaz’ın gösterisinin gereğinden kısa olması, Sezen Aksu’nun sahneye hayli geç çıkması hariç tutulursa her şey iyiydi. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise katılımdı. Sanatçı gazeteci takımı o kadar önemli değil. Onların eli mahkum gelecekler. İş dünyası ve siyaset mebzul miktarda hazır bulunmuştu. İşte bu NTV’nin kendisini bir medium (taşıyıcı – medya’nın tekil hali) olarak kabul ettirdiğinin kanıtıdır. Bunun altını gecenin bence tartışmasız yıldızı Süleyman Demirel de çizdi.
Bir de kimse protokol için gönül koymadı. Pek çok CEO ve patron dostumuza arka sıralarda rastladık. Bu da NTV’nin sosyal paydaşlarıyla ilişkilerini iyi yönettiğini gösterir. Bir tek anlayamadığım, NTV Genel Müdürü sevgili dostum Cem Aydın’ın en az onun kadar eski tanıdığım eşi Ayşe Hanım’la birlikte abartılı bir şekilde arka sıralarda oturmasıydı. İşin tuhaf tarafı Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yardelen dostumuz da sol tarafta önden dördüncü sıraya yerleşmişti. Galatı meşhurdur: Tevazuyu abartma, sahi zannederler!... Onların yeri markanın yaratıcıları olarak en ön olmalıydı. Tevazu iyidir de, bu biraz “Sen nehrine siz nehri” demeye, gelinle damadı misafirlere ayıp olmasın diye arkalara oturtmaya benzemiş...
Publicity sakat iştir
Kısmen davet etme nezaketinde bulundukları için kısmen de birbirlerine yakın olmalarını fırsat bilerek, Perşembe akşamı Auto Show’da bir kaç stant gezdim. Fiat, onunla aynı familyadan olmaları nedeniyle geniş bir alana birlikte yayıldıkları Alfa Romeo, Lancia, Ferrari, Maserati...
Hemen karşılarında Opel, bir arkalarında Peugeot, onun karşısında Ford... Bu hafta sonu fırsat bulursam diğerlerini de gezeceğim.
Bu yıl ‘iş iletişimi’ (business communication) anlamında dikkatimi çeken en önemli husus, Kournikova muhabbetinin dışında sansasyonun markaların ve modellerin önüne geçmeyişi. Stantlar bu yıl daha yalın. Örneğin Fiat’ın standına beyazlar hakim. Araçlar daha iyi patlıyor. Peugeot’un standında spor giyimli mankenler yer almış... Opel’in standı son derece mütevazı ve şık...
Dedik ya, sansasyon şimdilik az görünüyor. Bu sansasyon işleri sakattır aslında. İşte GS’li oyuncularla yaşanan olay. Dün bizim gazetede vardı. Sen tut ‘görünürlük artsın’ (publicity) diye Hakan Şükür, Necati, Arda, Ergün ve Orhan Ak’ı al götür standına... Gazeteciler kötü gidiş muhabbeti yapmazlar mı? Bizimkiler de çıldırıp gazetecilerle kapışmazlar mı? “Ne yazacaksın ulan?”, “Sana ne!”, “Gelin Florya’ya, orada görüşelim!” şeklinde veciz diyaloglar... Al sana kaş yapalım derken göz çıkarmanın Türkçesi... Etkinlikte şöhret kullanmanın böyle bir enayi tarafı vardır. Önceden kestirmezsen de başına iş alırsın... Bu seferlik hangi markanın bu tufaya düştüğünü yazmayalım. Bizim spor servisi de yazmamış...