Bu sütun bizde niye dikilemiyor?
22 Ekim 2020 - yeni şafak
Başlıktaki sütunla kastımız, Berlin Humboldt Üniversitesi’nin karşısındaki Bebelplatz’a 2006 yılında dikilen heykel…
12 metre yüksekliğindeki eser, üzerinde 17 Alman yazarın ve düşünürün adının yazdığı kitap formlarının birleşmesinden oluşuyor. Almanya’daki FIFA Dünya Kupası sırasında hayata geçirilen “Fikirler Diyarı Almanya’ya Hoşgeldiniz” kampanyasının bir parçası olarak tasarlanmış ve yerleştirilmiş.
Bu heykel bize Alman kültür politikaları hakkında önemli şeyler söylüyor. Çok da eski değil, Naziler’in meydanlarda cayır cayır kitap yaktığı bu ülke, şimdi kültür konusundaki siyasi tartışmaları bir kenara bırakmış, yazarlarının, sanatçılarının ortaya koyduğu eserlerle övünür duruma geçmiş. Özellikle yurt dışından gelen turistleri kültürüyle selamlamayı ‘politika’ olarak benimsemiş… İletişimini de bunun üzerine oturtmuş…
Bir ülkenin kültürünün ‘değer’ olarak konumlanması ve ihracı ‘soft power’ (yumuşak güç) dediğimiz ve ekonomiden siyasete kadar her kapıyı açan ‘itibar’ın yükseltilmesi için anahtar niteliğindedir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi’nin açılış töreninde yaptığı konuşmadaki sözlerini ‘soft power’ bağlamında değerlendirmekte yarar var: “Fikri iktidarı siyasi kadrolar değil, ilim, sanat ve hikmet insanları inşa eder. Siyasi kadrolar ancak onlara ihtiyaçları olan zemini sağlar.”
Almanya’da ulusun genlerinin içine yerleşmiş Goethe, Wagner, Schiller, Brecht, Beethoven, Bach gibi edebiyatçıları ve sanatçıları hiç kimse siyasi tartışma konusu yapamaz. Ya da Frankfurt Okulu düşünürlerini, Marx, Engels, Hegel, Schopenhauer, Bloch gibi filozofları fikirlerine katılsalar da katılmasalar da tüm Almanlar sahiplenirler… Bu durum, düşünce, edebiyat ve 7 sanat dalının tümünü kapsar. Fransa ve İngiltere’de de durum aynıdır.
Ülkemizde ise tüm çabalara rağmen toplum kesimlerinin tamamının mutabakatla sahiplenecekleri bir ‘millî kültür politikası’ ile onun taşıyıcıları olarak saygı gören isimler ve kurumlar yoktur. Eksik olan böyle kıymetli kişilerin ya da kurumların varlığı değildir elbette, bunlar üzerinde mutabakat sağlanmamadır…
Mutabakat eksikliği nedeniyle herkes -tabiri amiyaneyle- kafasına göre takılıyor. Böyle olunca da geriye tek kriter kalıyor: Herkese göre farklılık gösterebilen toplumun genelgeçer değerler sistemi. Tabii verilen kararlar da tartışmaya açık hâle geliyor.
O nedenle Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu tarihi konuşmasını dikkatle takip etmek gerekiyor. Osmanlı’dan beri süregelen Batı taklitçiliğinden şikâyet etti Erdoğan… Buna karşılık “Bize lazım olan yenilikçiliktir” dedi…
AK Parti döneminin özeleştirisini de şu sözlerle yaptı: “Samimi bir muhasebeyle geçtiğimiz 18 yılda her alanda tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı, ama eğitim-öğretimde ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum.”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın benzer sözlerine, millî kültürümüzün korunması ve geliştirilmesiyle ilgili ihtiyacı ortaya koyduğuna daha önce de şahit olduk.
2017 yılında düzenlenen, bizim de Kültür Ekonomisi ve Yönetimi konusundaki çalışmanın hasbelkader başkanlığını yaptığımız III. Millî Kültür Şûrası bu vizyonun bir parçasıydı. Farklı konu başlıklarında çok değerli katılımcıların ciddi katma değerler ürettiği Şûra sonuçları bir kitap olarak da yayınlandı. Ne yazık ki Şûrada önerilen çözümleri hayata geçirebildiğimizi iddia etmek zor.
Sayın Erdoğan’ın bu yolda kararlı olduğu açık. Şüphesi olanlar Şûra’nın kapanışında yaptığı konuşmayı okuyabilirler… Cumhurbaşkanı gerekli talimatları verecektir. Yine de İbn Haldun Üniversitesi’ndeki konuşmayı izleyen ilgili kadroların talimata gerek duymaksızın çalışmalara başlamalarını yürekten diliyoruz. Çünkü bu iş yalnızca Erdoğan’ın kararlılığıyla mümkün kılınamaz. Kültür politikaları üretecek, yürütecek ve yönetecek kadroların da azimli çalışmalarına ihtiyaç var.
Malumunuz, ‘endişeli modernler’ ve ‘bürokratik oligarşi’ bizim toplumsal katmanlarımızdan… Statükoyu çok seven bu kesimler hemen her yenilikten, değişimden endişe duyarlar. Onlara önerimiz, Erdoğan’ın şu sözlerini iyi okumalarıdır; o zaman telaşa mahal olmadığına emin olacaklardır:
“Ne insanlığın, milletimizin ve inancımızın binlerce yıllık birikimine sırtımızı döneceğiz ne de modern dünyanın sunduğu imkânları reddedeceğiz. Her ikisini birden değerlendirerek inancımızın mutlak hakikatlerinden aldığımız güçle çok daha büyük hedefler peşinde koşacağız.”