Bu yaklaşım PO’ya yakışmaz
11 EKİM 2006
Ortada bir dolu dedikodu var. Ve sektörün lideri Petrol Ofisi onca iletişim ustalığına rağmen ne hikmetse bu garip iletişim ortamını yönetmekte zorlanıyor...
EPDK’nın (Enerji Piyasası Denetleme Kurulu) akaryakıt şirketlerine getirdiği, milyarlarca YTL ile ifadesini bulan cezalardan sonra havada uçuşan, insanların algılamasında negatif tortu bırakan kavramları alt alta sıralayalım mı? Ruhsatsız istasyonlar, açıktan satış, haksız rekabet, kaçak benzin, mahkemeler, itirazlar, Danıştay vb. Liste uzayıp gidiyor...
Pekiyi ortada bir iletişim krizi var mı? Bal gibi var... Petrol Ofisi ne hikmetse bu krizin merkezinde duruyor... Ortada bir tür kurumsal vatandaşlık meselesi var. Bu sütunun okurları bilir. Eğer kurumsal vatandaşlıktan sınıfta kalırsan, toplumsal sorumluluk projeleriyle ağzınla kuş tutsan bir işe yaramaz. PO buradan gol yerse, son yıllarda emek zahmet inşa ettiği o itibar abidesi, iskambil kağıdından ev gibi çöküverir.
Kriz durumlarında genelde hukukçularla iletişimciler birbirlerine girerler. Gördüğüm, PO’da da öyle oluyor. Ama dünkü açıklamadan yine hissettiğim o ki, bu krizde iletişim yönetimi hukukçuların eline geçmiş. “Dava sonuçlanana kadar ödeme yapmayacağız!” şeklindeki sert üslubu hiç bir iletişimci kullanmazdı. PO’da iletişimi hukukçular ele geçirmiş olabilir olmasına da buna benim tanıdığım CEO Jan Nahum nasıl müsaade etmiş? Yanıtını esas merak ettiğim soru bu...
Fatih Altaylı boşuna beklemesin
Dünkü yazısında ilginç bir öneri getirmiş Fatih Altaylı. Diyor ki: “Burada Avrupalı "Entelektüellere" çağrıda bulunmak görevi herkesten çok Orhan Pamuk'a düşüyor.
İfade özgürlüğünü eğer gerçekten savunuyorsa, Orhan Pamuk çıkıp "Benim fikrimi söylememi nasıl savunduysanız, benim karşıt fikrimi söylemek isteyenleri de aynı oranda savunmak zorundasınız" demek zorunda. Pamuk eğer gerçekten "Aydınsa", Fransa'nın "İkiyüzlü yaklaşımına" aydın gibi tepki göstermeli. Sarkozy'nin Türkiye'ye "301'i kaldırın" deyip, çok daha ağır bir yasayı sadece Türkiye'ye karşı yasalaştırması ayıbını yüzlerine vurmalı. Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibinin belirleneceği şu günlerde bunu yapmak zor olabilir. Ancak "Adamlık" böyle anlarda belli olur.”
Altaylı’nın önerisinin altı hiç de boş değil. Örneğin, Türkiye’de “Soykırım var” dedi diye yargılanan Hırant Dink benzer bir açıklama yapmış çoktan. “Yasa çıksın” demiş “İlk işim Fransa’ya gidip, ‘Ermeni soykırımı olmamıştır’ diye açıklama yapmak olacak. İsterlerse yargılasınlar...”
Pamuk benzer bir girişimde bulunur mu? Hiç sanmam... Şu sıra Fransa’ya açık destek veremeyen ‘vaftizli entelektüellerimizin’ önerisi bildiğiniz gibi şu: “Bırakın sert reaksiyonları. Bunlar bir işe yaramaz. AİHM’ye başvuralım yeter! Zaten bunların senatosundan da geçmez bu tasarı!” Bizim izlediğimiz kadarıyla Pamuk kesinlikle Altaylı’nın önerdiği tepkiyi vermeyecektir. Hele yarın verilecek Nobel Edebiyat Ödülü havucu uzaktan görünmüşken... İnşallah yanılırız.
Muhalefet de gündem belirlermiş...
Uzun zamandır nihayet hükümetin dışında, muhalefetten bir lider gündemi belirledi. İçeriği tartışmak niyetinde değilim. Yani Mehmet Ağar’ın o çarpıcı metaforu siyasi strateji açısından yanlış olabilir –ki tartışma götürür- olsun; hiçbir şey Mehmet Ağar’ın çıkışının aylardır burada tartıştığımız ‘muhalefet duruşu’ adına net bir örnek olduğu gerçeğini değiştirmez. Ayrıca siyasi iletişim açısından da önemli bir taktik adım olarak gördüğümüz bu son derece ‘hesaplı, planlı’ adım, çoklanacak bir modeldir de...
Bir daha hatırlayalım Ağar’ın metaforunu: “Dağda silah tutacağına, düz ovada siyaset yapsın!”
Etkisine bakalım. İktidar dahil herkes bu çıkışı konuşuyor. Onu hain ilan etmek, yürek ister. Elleri mahkum; ciddiye alacaklar. Kaçış yok. İş bitmiş, iletişim sıkıştırması (squeeze) gerçekleşmiştir. Siyasi iletişimde Ağar 1-0 öndedir... İşte aylardır söylemeye çalıştığımız; CHP’yi sürekli “iktidarın gündeminin peşinden koşuyor”, diye eleştirdiğimiz husus budur. Bu minik bir örnek... Biraz inovasyonla demek ki oluyormuş... AK Parti’yi şeriat öcüsü, Cumhuriyet düşmanı göstererek oy avcılığı yapmanın dışında yollar aranmalı derken de kastettiğimiz buydu.
Yapı Kredi logosu tamamdır
Şirket birleşmeleri ve satın almalardan sonra oluşturulacak kurum kültürü genelde sorun teşkil eder. Logo ve/veya amblem seçimi de sorunların başında gelir... (Bu arada logo ile amblem arasındaki farkı çevrenizdekilere bir sorsanıza... Bakınız ne kadar eğlenceli yanıtlar alacaksınız...) Yapı Kredi’nin yeni logosunun bazıları tarafından tartışma konusu yapılması da bu bağlamda hiç şaşırtıcı değil... Oysa Koç Bank’la birleşmesi sonucu oluşan yeni Yapı Kredi logosu ile ilgili Genel Müdür ‘in açıklaması son derece netti. Ne demişti Genel Müdür Kemal Kaya 3 Ekim günü gazetelerde çıkan haberlere göre?
“1944 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk özel bankası olarak, Kazım Taşkent tarafından kurulan Yapı Kredi Bankası'nın logosunda o günden bugüne leylek figürü kullanılıyordu. 'Yuva kuran' anlamına gelen leylek figürü, büyümeyi simgeliyor. Yeni logodaki Koç boynuzu figürüyse Koç Holding'in gücünü simgeliyor. Bu durum bankanın bundan sonraki dönemde güçlü mali yapısına vurgu yapacağı anlamına geliyor.”
Koç Topluluğu, Yapı Kredi’nin rengini de değiştirmiş. Daha koyu, daha güçlü bir renk seçmiş. Bizce doğru da yapmış. Bildiğiniz gibi iletişim meselelerinde herkes konuşur. Akademik ortam dışında uzmanlık kendinden menkuldür... Akademisyenler ise ancak pratik uygulamalar içinde pişebildikleri ölçüde akademik otorite olmanın ötesinde sektörel otorite haline gelebilirler... Amatör gözlerin yeni logoyu yadırgamaları bu nedenle doğaldır. Hürriyet Gazetesi de, Arçelik de logolarını değiştirdiklerinde amatörler tarafından yadırganmışlardı. Sonra öyle alışıldı ki, sanki bu logolar hayatımızda her zaman varlardı... Yapı Kredi de öyle olacaktır; logo tamamdır... Hiç kimsenin endişesi olmasın...
EPDK’nın (Enerji Piyasası Denetleme Kurulu) akaryakıt şirketlerine getirdiği, milyarlarca YTL ile ifadesini bulan cezalardan sonra havada uçuşan, insanların algılamasında negatif tortu bırakan kavramları alt alta sıralayalım mı? Ruhsatsız istasyonlar, açıktan satış, haksız rekabet, kaçak benzin, mahkemeler, itirazlar, Danıştay vb. Liste uzayıp gidiyor...
Pekiyi ortada bir iletişim krizi var mı? Bal gibi var... Petrol Ofisi ne hikmetse bu krizin merkezinde duruyor... Ortada bir tür kurumsal vatandaşlık meselesi var. Bu sütunun okurları bilir. Eğer kurumsal vatandaşlıktan sınıfta kalırsan, toplumsal sorumluluk projeleriyle ağzınla kuş tutsan bir işe yaramaz. PO buradan gol yerse, son yıllarda emek zahmet inşa ettiği o itibar abidesi, iskambil kağıdından ev gibi çöküverir.
Kriz durumlarında genelde hukukçularla iletişimciler birbirlerine girerler. Gördüğüm, PO’da da öyle oluyor. Ama dünkü açıklamadan yine hissettiğim o ki, bu krizde iletişim yönetimi hukukçuların eline geçmiş. “Dava sonuçlanana kadar ödeme yapmayacağız!” şeklindeki sert üslubu hiç bir iletişimci kullanmazdı. PO’da iletişimi hukukçular ele geçirmiş olabilir olmasına da buna benim tanıdığım CEO Jan Nahum nasıl müsaade etmiş? Yanıtını esas merak ettiğim soru bu...
Fatih Altaylı boşuna beklemesin
Dünkü yazısında ilginç bir öneri getirmiş Fatih Altaylı. Diyor ki: “Burada Avrupalı "Entelektüellere" çağrıda bulunmak görevi herkesten çok Orhan Pamuk'a düşüyor.
İfade özgürlüğünü eğer gerçekten savunuyorsa, Orhan Pamuk çıkıp "Benim fikrimi söylememi nasıl savunduysanız, benim karşıt fikrimi söylemek isteyenleri de aynı oranda savunmak zorundasınız" demek zorunda. Pamuk eğer gerçekten "Aydınsa", Fransa'nın "İkiyüzlü yaklaşımına" aydın gibi tepki göstermeli. Sarkozy'nin Türkiye'ye "301'i kaldırın" deyip, çok daha ağır bir yasayı sadece Türkiye'ye karşı yasalaştırması ayıbını yüzlerine vurmalı. Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibinin belirleneceği şu günlerde bunu yapmak zor olabilir. Ancak "Adamlık" böyle anlarda belli olur.”
Altaylı’nın önerisinin altı hiç de boş değil. Örneğin, Türkiye’de “Soykırım var” dedi diye yargılanan Hırant Dink benzer bir açıklama yapmış çoktan. “Yasa çıksın” demiş “İlk işim Fransa’ya gidip, ‘Ermeni soykırımı olmamıştır’ diye açıklama yapmak olacak. İsterlerse yargılasınlar...”
Pamuk benzer bir girişimde bulunur mu? Hiç sanmam... Şu sıra Fransa’ya açık destek veremeyen ‘vaftizli entelektüellerimizin’ önerisi bildiğiniz gibi şu: “Bırakın sert reaksiyonları. Bunlar bir işe yaramaz. AİHM’ye başvuralım yeter! Zaten bunların senatosundan da geçmez bu tasarı!” Bizim izlediğimiz kadarıyla Pamuk kesinlikle Altaylı’nın önerdiği tepkiyi vermeyecektir. Hele yarın verilecek Nobel Edebiyat Ödülü havucu uzaktan görünmüşken... İnşallah yanılırız.
Muhalefet de gündem belirlermiş...
Uzun zamandır nihayet hükümetin dışında, muhalefetten bir lider gündemi belirledi. İçeriği tartışmak niyetinde değilim. Yani Mehmet Ağar’ın o çarpıcı metaforu siyasi strateji açısından yanlış olabilir –ki tartışma götürür- olsun; hiçbir şey Mehmet Ağar’ın çıkışının aylardır burada tartıştığımız ‘muhalefet duruşu’ adına net bir örnek olduğu gerçeğini değiştirmez. Ayrıca siyasi iletişim açısından da önemli bir taktik adım olarak gördüğümüz bu son derece ‘hesaplı, planlı’ adım, çoklanacak bir modeldir de...
Bir daha hatırlayalım Ağar’ın metaforunu: “Dağda silah tutacağına, düz ovada siyaset yapsın!”
Etkisine bakalım. İktidar dahil herkes bu çıkışı konuşuyor. Onu hain ilan etmek, yürek ister. Elleri mahkum; ciddiye alacaklar. Kaçış yok. İş bitmiş, iletişim sıkıştırması (squeeze) gerçekleşmiştir. Siyasi iletişimde Ağar 1-0 öndedir... İşte aylardır söylemeye çalıştığımız; CHP’yi sürekli “iktidarın gündeminin peşinden koşuyor”, diye eleştirdiğimiz husus budur. Bu minik bir örnek... Biraz inovasyonla demek ki oluyormuş... AK Parti’yi şeriat öcüsü, Cumhuriyet düşmanı göstererek oy avcılığı yapmanın dışında yollar aranmalı derken de kastettiğimiz buydu.
Yapı Kredi logosu tamamdır
Şirket birleşmeleri ve satın almalardan sonra oluşturulacak kurum kültürü genelde sorun teşkil eder. Logo ve/veya amblem seçimi de sorunların başında gelir... (Bu arada logo ile amblem arasındaki farkı çevrenizdekilere bir sorsanıza... Bakınız ne kadar eğlenceli yanıtlar alacaksınız...) Yapı Kredi’nin yeni logosunun bazıları tarafından tartışma konusu yapılması da bu bağlamda hiç şaşırtıcı değil... Oysa Koç Bank’la birleşmesi sonucu oluşan yeni Yapı Kredi logosu ile ilgili Genel Müdür ‘in açıklaması son derece netti. Ne demişti Genel Müdür Kemal Kaya 3 Ekim günü gazetelerde çıkan haberlere göre?
“1944 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk özel bankası olarak, Kazım Taşkent tarafından kurulan Yapı Kredi Bankası'nın logosunda o günden bugüne leylek figürü kullanılıyordu. 'Yuva kuran' anlamına gelen leylek figürü, büyümeyi simgeliyor. Yeni logodaki Koç boynuzu figürüyse Koç Holding'in gücünü simgeliyor. Bu durum bankanın bundan sonraki dönemde güçlü mali yapısına vurgu yapacağı anlamına geliyor.”
Koç Topluluğu, Yapı Kredi’nin rengini de değiştirmiş. Daha koyu, daha güçlü bir renk seçmiş. Bizce doğru da yapmış. Bildiğiniz gibi iletişim meselelerinde herkes konuşur. Akademik ortam dışında uzmanlık kendinden menkuldür... Akademisyenler ise ancak pratik uygulamalar içinde pişebildikleri ölçüde akademik otorite olmanın ötesinde sektörel otorite haline gelebilirler... Amatör gözlerin yeni logoyu yadırgamaları bu nedenle doğaldır. Hürriyet Gazetesi de, Arçelik de logolarını değiştirdiklerinde amatörler tarafından yadırganmışlardı. Sonra öyle alışıldı ki, sanki bu logolar hayatımızda her zaman varlardı... Yapı Kredi de öyle olacaktır; logo tamamdır... Hiç kimsenin endişesi olmasın...