Bu yarışma rating alır, ya Özilhan?
23 OCAK 2005
Önce işi anlatalım. Bu bir yarışma programı. Benzerleri gibi ithal. Bu kez ABD’den ithal. Adı Çırak (The Apprentice). İlk turu 4 ay kadar sürmüş. 250 bin kişi başvurmuş. İkinci tura başvuranların sayısı bir milyon. Oyunun ana figürü Donald Trump. Yanında iki yardımcısıyla yarışmacıları izliyor ve her bölümde birine “Kovuldun!” (You’r fired!) diyerek yarışma dışı bırakıyor.
Bir ön eleme ile 250 bin kişi içinden 8 kadın 8 erkek aday finale kalıyor. Trump bunlara grup halinde limon satmak, fayton kiralamak, emlak işine girmek, kumarhanede müşterilere harcama yaptırmak, reklam kampanyası düzenlemek, golf tesisinde turnuva, kumarhanede konser düzenlemek gibi görevler veriyor. Sonra performanslarını yardımcıları ve ekiplerle birlikte değerlendirip birini kovuyor. Birinci geleni ise tam anlamıyla bir Sindrella hikâyesi bekliyor.
Bizdeki yarışmada Trump’ın görevini ünlü işadamı Tuncay Özilhan üstlenmeyi kabul etmiş... Başarılı ve saygın bir yönetici olan, TÜSİAD eski Başkanı, bünyesinde Efes, Coca-Cola, Honda, Kia, A Bank, Johann Faber gibi tam 38 marka bulunan Anadolu Grubu patronlarından Tuncay Özilhan’ın yarışmanın Amerikan versiyonunda sahne almış olan Donald Trump’dan çok büyük farkı var. Özilhan, Trump gibi otuzuncu sınıf bir iş adamı değil, uluslararası standartlarda bir sanayici ve yatırımcıdır. Yardımcısı, efsane CEO, Muhtar Kent de benim gözümde dünyadaki her profesyonelle yarışır. Bu rol Donald Trump’a yakışmış. Tabii ki yakışır. Kendisi zaten emlak pazarı, golf sahası işletmeciliği, kumarhanecilik türü eğlenceli işlerde boy göstermiş. Cem Yılmaz’ın deyişiyle ‘Antin kuntin işlere’ meraklı. Özilhan ve Kent öyleler mi?
Farklılık daha işin başında “You’r fired”le başlamış. “Ben bu kelimeyi söylemem!” demiş Özilhan. Allah’tan önsezileri biraz korumuş Tuncay Bey’i. Bizde olmaz öyle numaralar. Herhalde “Sizi işten çıkardım!” falan diyecek. O bile sevimsiz. “Program benim kendi üslubum çerçevesinde olacak" demiş Özilhan. Rating’i biraz düşürür ama olsun. Sadece Anadolu Grubu’ndaki çalışanlar ve yakınları izlese rating zaten garanti...
Oysa Özilhan’ın rating’e ihtiyacı var mı? İstese her gün, dilediği her kanalda, dilediği her haber programında kendisini ağırlarlar. Hem de üstüne para almadan. Ya da Eko Diyalog benzeri bir programda moderatörlük yap! Yıkılsın ortalık. Bir de üstüne para al! O parayı da bir yardım kuruluşuna bağışla...
Kazanan 100 bin YTL Anadolu Grubu’ndan, 100 bin YTL kanaldan alacakmış; üstüne bir de Anadolu Grubu’nda işe başlayacakmış. Türkiye’de işsizliğin milyonlarla ifade edildiği bir dönemde iletişim açısından biraz abartılı bir ‘uyarı’ (stimulans) değil mi?
Türkiye’deki TV program yapımcıları yabancı yarışma programlarına pek meraklıdırlar. Anlıyorum. Hepsi de bir kerede, ya da taş çatlasa iki turda tükenip gidiyorlar. Olsun! Bir zamanlar ortalığı yıkan Pop Star’ın bugün herhangi bir şansı var mı? Ya da Akademi Türkiye’nin?..
Türk filmleri yabancılardan daha iyi iş yaparken, Türk dizileri yabancılara fark atarken, Türkçe pop müzik yabancılardan çok daha fazla satarken, bu yabancı yarışma programlarına olan düşkünlük nedir, anlamak kolay değil...
Yapımcıların taktiği ‘Vurucen kaçcen!” zihniyeti ile bir bölüm yapıp sonrasını Allah’a bırakmak olabilir. Bu formül çok iyi tutuyor olabilir. Bu kez de tutacaktır. Taze ithal yarışmamız “Çırak” tüm zamanların rekorlarını bir süre için kırabilir... Ya sonra? Sonrası mühim değil...
Hayır, bu kez bir kişi için sonrası mühim. Tuncay Özilhan’a bu yarışmadaki rol öylesine yapışıp kalabilir ki, onu üstünden sıyırıp atmak için çok ciddi ve uzun dönemli iletişim stratejileri uygulaması gündeme gelebilir. İnşallah yanılıyorumdur... Özilhan ve Kent gibi değerler kolay yetişmiyor.
‘Antin Kuntin işler’ nedir?
Sevgili Fikret Orman’ın eşi Derimod’un Başkan Yardımcısı Sedef Orman’ın dikkatini çekmiş; o anlattı. Benim de dilime takıldı. Kullanıp duruyorum. Bugün de yazıda kullandım. Bence açıklama zamanı geldi.
Cem Yılmaz ya bir aile sohbetinde ya da sahnede gösterisi sırasında anlatmış. Askerlik günlerinde ikide bir, birilerinin gelip “Haydi gel bakalım, biraz komiklik yap!” demelerinden kurtulmak için bir kaçış yolu bulmuş Cem. Eline bir kitap alıp bir köşelere çekiliyormuş. Günün birinde yine böyle bir ortamda üstlerinden birine, asker deyişiyle ‘çarpılmış’ Cem:“Ne yapıyorsun bakiim, sen orada?”. Cem hemen toplanıp çakılmış olduğu yere:“Kitap okuyorum, Komutanım!”. “Ne kitabıymış okuduğun?”. “Anthony Quinn’in hayatı komutanım!”. Adam arkasını dönüp giderken söylenmeyi sürdürüyormuş: “Hep böyle antin kuntin işlerle uğraşırsınız zaten...”
Rekabet iletişimde olacak
Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) içinde sigorta hizmeti veren şirketlerin işi pek kolay değil. Eğer yasal olmayan yollara kaçmazlarsa, ne diledikleri gibi fiyatta rekabet edebiliyorlar, ne marka vaadinde, ne de canları çektiği gibi reklam yaparak. Çünkü bir yandan sıkı bir denetim uygulayan SPK sıkıştırıyor onları, diğer yandan da Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı. Vaadler ve reklamlar çok sıkı kontrol altında.
O zaman rekabet nerede olacak? İki yerde: Bir, güven unsurunu yaratmak için arkalarındaki güçlü markaları kullanarak; iki, iletişimde buluşçu yanlarını çalıştırıp duygusal bir atmosfer oluşturarak. Çünkü biliyoruz ki, insanlar kararlarını irrasyonel, yani duygusal algılarıyla veriyorlar, mantıklarıyla değil. Hiçbir ev kadını, üç tane deterjanı koltuğunun altına alıp bir laboratuara koşturduktan ve hangisi daha beyaz yıkıyor diye analiz ettirdikten sonra satın alma kararını vermiyor...
Bu çerçevede, daha önce ‘ikinci bahar’ konseptini işlemiş olan Garanti Emeklilik’in Serdar Erener imzasını taşıyan öğretmen, çiftçi, avukat ve hekimleri hedefleyen reklamları, hedefi 12’den vurmaya aday. Son derece yalın, naif ve hedef odaklı olmasına rağmen ‘aday’ diyorum, çünkü bu reklamın mutlaka ‘Marketing PR’la desteklenmesi şart. Örneğin, Garanti Emeklilik’in reklamlarında gösterdiği meslek gruplarının çatı örgütleriyle ne tür çalışmalar yapacağını heyecanla bekleyeceğiz.
Pars/McCann-Erickson’la çalışan Ak Emeklilik ‘testomonial’ (tavsiye) denen tarzı uyguluyor. Gerçek müşterilerini ekrana getirip, kendi adına mesaj vermelerini sağlıyor. Hem rasyonel hem duygusal bir dil tutturmuş.
Yapı Kredi Emeklilik grup şirketlerini de sisteme almış olmanın avantajıyla müşteri sayısında birinci olduğunun iletişimine yüklendi. ‘Baba oğul’la yakaladığı duygusal atmosferi (Reklam ajansı Movida Plus) bu kez de rasyonel verilerle destekleme yoluna gidiyor.
BES sistemi tüm iletişimciler için bulunmaz hazine. Rekabette bütün parametreler neredeyse aynı, bir tek iletişim parametresinde yol alınabilecek geniş bir alan var. Hem risk, hem fırsat. İletişimin değeri böyle durumlarda daha net çıkar ortaya...
Ufuk Turu
· Bu hafta bizim istihbarat servisine iki önemli haber düşmüş. Biri otobüslerle ilgili diğeri ambulanslarla. Birincisinde ilginç bir işbirliği söz konusu. Bir tür kazan – kazan ilişkisi. Temsa ile Havaş Turizm’e bağlı otobüs işletmeleri. Tam 16 otobüslük bir anlaşma bu. Otobüsün önünde Sabancı ve Havaş logoları bir araya gelmişler. Belli ki, aradaki ilişki en az para kadar karşılıklı itibardan yararlanma üzerine kurulu. İkinci haber ise Otokar ile ilgili. Türkiye’nin öncü ticarî otomotiv ve savunma sanayi üreticisi şirketten SPK’ya yapılan bildirimde, 500 tane ambulansın yurt dışına satışını gerçekleştirildiği ifade ediliyor. Bu tür canlılık haberleri de bizi 2005’te %10 küçüleceği söylenen sektör adına umutlandırıyor.
· Turkcell ve Avea’nın kapsama alanları konusundaki kapışmasına tanık oluyoruz son günlerde. Her ikisi de dünyanın dört bir yanını ‘kapsadıklarını’ bu şekilde ne muazzam bir şirket olduklarını anlatmak için milyonlarca YTL harcıyorlar. Bir de bizim orayı, E-5 ile Barbaros Bulvarı’nın kesiştiği bölgeyi kapsasalar... Bana ne dünyanın bir ucundaki Zübürdükistan’ı kapsayıp kapsamadıklarından!..
· Opel’in gazete sayfası şeklindeki ilanı bu aralar en çok ilgimi çeken gazette ilanlarından. ‘Duyduk duymadık’ adını verdikleri gazetelerindeki ‘İnanılmaz aileler aranıyor’ başlığı da dikkat çekici. Çizgi filme gönderme yapıyor. Hem de çok çarpıcı bir şekilde. Corsa, Meriva, Astra’da kayda değer fiyat indirimleri olduğu gayet net vurgulanıyor. Kampanya oranlarını yüzde şeklinde verselerdi de, inanılmaz olup olmadığına okuyucu karar verseydi keşke… Opelciler gazetelerinin üzerine Ocak 2005 yazmışlar. Demek ki bunun Şubat’ı, Mart’ı olacak. İletişimin en önemli ayaklarından biri ‘tekrar’dır. Sakın unutulmaya…..
· Sinan Çetin Plato yayınlarından Ayn Rand’ın kitaplarını çıkarıp duruyor. En son ‘Kapitalizm, Bilinmeyen İdeal’ geldi. Allah razı olsun. Bizde yazar denince solcu aydın gelirdi akla. Liberalizmin yazarı Ayn Rand’ı Türkiye’ye ancak Sinan Çetin gibi, aklıyla duyguları birbirine çok yakın olan biri getirebilirdi. Bir de şu kitaplar okunabilecek gibi olsaymış. Minicik harfler, binlerce sayfa... Gel de çık işin içinden. Onun yüzünden gözlük numaram arttı. Değiştirdim. Kendisine söyledim. “Söz” dedi, “Senin gibiler için, kocaman harflerle basılmışını da çıkaracağım”. ‘Senin gibiler’ derken ne demek istedi acaba?..
· Skoda Octavia için son verilen gazete ilanı da öncekiler gibi benden geçer not aldı. ‘Özellikle-Güzellikle’ başlığı hafif bir ‘dayılanma’ jesti içerse de çok çarpıcı. Milano’da aldıkları ‘Dünyanın en güzel otomobili’ ünvanını haklı olarak kullanıyorlar. Daha ne olsun. Ama Octavia’nın özelliklerini yazarken Skodacılar biraz cömert davranmışlar. Eminim insan malının her türlü artısını dillendirmek ister. Ama açıkçası o özelliklerin olduğu yazı karınca duasına dönmüş. Amaç okutmak değil miydi yoksa?
· Bu hafta birikmiş kitaplar var. Ayn Rand’a başlayamadım ama Bircan Silan’ın kitabı ‘Dört Yapraklı Yonca’yı yeni okuyabildim. Türkan, Hülya, Filiz ve Fatma benim de starlarımdı. Bu bana onları ön adlarıyla anma izni verir. Liseden kaçıp Marmara sinemasında izlediğim filmleri bugün TV’lerde tekrar izlediğimde, bir garip hüzün doluyor içime. Kitabı okurken de öyle oldu.
· "Farklılaş ya da Öl” (Differentiate or Die) kitabının yazarı Steve Rivkin, Rauf Ateş’in kitabına bir arkasöz yazmış:“İş dünyasında geçerli olan tek şey değişimdir. Bu nedenle ya yeni kuralları öğrenirsiniz ya da başarısız olur, yerlerde sürünürsünüz. Yeni Normal kitabı size başarının yeni yollarını gösterecek.” Ateş, kendi kitabı için de şöyle demiş:“İçinde bulunduğumuz iş ve ekonomi ortamının farklılığını anlatmak için Yeni Normal adını uygun gördüm. Kitapta, bu dönemde rekabette öne geçmek, başarıyı yakalamak için 12 yol olduğuna dikkat çekiyor ve bu 12 yolu gazeteci diliyle anlatıyorum.” . Rauf Ateş’in dili tam bana göre, yalın ve kolay anlaşılır.
· İpana’nın şu sıra iki reklamı dönüyor. Bir tanesinde göl kıyısında bir gençlik kampı görülüyor. Gölün üzerinde kürek yarışına katılmaya hazırlanan gençlerin tekneleri. Kıyı cıvıl cıvıl. Çadırlar tertemiz. O arada kar gibi gömleği ile bir diş hekimi belirip, açık havada o bildiğimiz 7 maddelik diş bakım testini bir gence uyguluyor. Bu film bana çok ‘ecnebi’ geldi. Soğuk ve uzak. İkinci film ise süper. Bir çizgi film bu. İpana’nın ilköğretim çocuklarına yönelik bir sosyal sorumluluk kampanyasından yola çıkılarak hazırlanmış. Yerli, bizden, sıcacık. İpana’cılar katılmıyorlarsa bana yazsınlar.
Bir ön eleme ile 250 bin kişi içinden 8 kadın 8 erkek aday finale kalıyor. Trump bunlara grup halinde limon satmak, fayton kiralamak, emlak işine girmek, kumarhanede müşterilere harcama yaptırmak, reklam kampanyası düzenlemek, golf tesisinde turnuva, kumarhanede konser düzenlemek gibi görevler veriyor. Sonra performanslarını yardımcıları ve ekiplerle birlikte değerlendirip birini kovuyor. Birinci geleni ise tam anlamıyla bir Sindrella hikâyesi bekliyor.
Bizdeki yarışmada Trump’ın görevini ünlü işadamı Tuncay Özilhan üstlenmeyi kabul etmiş... Başarılı ve saygın bir yönetici olan, TÜSİAD eski Başkanı, bünyesinde Efes, Coca-Cola, Honda, Kia, A Bank, Johann Faber gibi tam 38 marka bulunan Anadolu Grubu patronlarından Tuncay Özilhan’ın yarışmanın Amerikan versiyonunda sahne almış olan Donald Trump’dan çok büyük farkı var. Özilhan, Trump gibi otuzuncu sınıf bir iş adamı değil, uluslararası standartlarda bir sanayici ve yatırımcıdır. Yardımcısı, efsane CEO, Muhtar Kent de benim gözümde dünyadaki her profesyonelle yarışır. Bu rol Donald Trump’a yakışmış. Tabii ki yakışır. Kendisi zaten emlak pazarı, golf sahası işletmeciliği, kumarhanecilik türü eğlenceli işlerde boy göstermiş. Cem Yılmaz’ın deyişiyle ‘Antin kuntin işlere’ meraklı. Özilhan ve Kent öyleler mi?
Farklılık daha işin başında “You’r fired”le başlamış. “Ben bu kelimeyi söylemem!” demiş Özilhan. Allah’tan önsezileri biraz korumuş Tuncay Bey’i. Bizde olmaz öyle numaralar. Herhalde “Sizi işten çıkardım!” falan diyecek. O bile sevimsiz. “Program benim kendi üslubum çerçevesinde olacak" demiş Özilhan. Rating’i biraz düşürür ama olsun. Sadece Anadolu Grubu’ndaki çalışanlar ve yakınları izlese rating zaten garanti...
Oysa Özilhan’ın rating’e ihtiyacı var mı? İstese her gün, dilediği her kanalda, dilediği her haber programında kendisini ağırlarlar. Hem de üstüne para almadan. Ya da Eko Diyalog benzeri bir programda moderatörlük yap! Yıkılsın ortalık. Bir de üstüne para al! O parayı da bir yardım kuruluşuna bağışla...
Kazanan 100 bin YTL Anadolu Grubu’ndan, 100 bin YTL kanaldan alacakmış; üstüne bir de Anadolu Grubu’nda işe başlayacakmış. Türkiye’de işsizliğin milyonlarla ifade edildiği bir dönemde iletişim açısından biraz abartılı bir ‘uyarı’ (stimulans) değil mi?
Türkiye’deki TV program yapımcıları yabancı yarışma programlarına pek meraklıdırlar. Anlıyorum. Hepsi de bir kerede, ya da taş çatlasa iki turda tükenip gidiyorlar. Olsun! Bir zamanlar ortalığı yıkan Pop Star’ın bugün herhangi bir şansı var mı? Ya da Akademi Türkiye’nin?..
Türk filmleri yabancılardan daha iyi iş yaparken, Türk dizileri yabancılara fark atarken, Türkçe pop müzik yabancılardan çok daha fazla satarken, bu yabancı yarışma programlarına olan düşkünlük nedir, anlamak kolay değil...
Yapımcıların taktiği ‘Vurucen kaçcen!” zihniyeti ile bir bölüm yapıp sonrasını Allah’a bırakmak olabilir. Bu formül çok iyi tutuyor olabilir. Bu kez de tutacaktır. Taze ithal yarışmamız “Çırak” tüm zamanların rekorlarını bir süre için kırabilir... Ya sonra? Sonrası mühim değil...
Hayır, bu kez bir kişi için sonrası mühim. Tuncay Özilhan’a bu yarışmadaki rol öylesine yapışıp kalabilir ki, onu üstünden sıyırıp atmak için çok ciddi ve uzun dönemli iletişim stratejileri uygulaması gündeme gelebilir. İnşallah yanılıyorumdur... Özilhan ve Kent gibi değerler kolay yetişmiyor.
‘Antin Kuntin işler’ nedir?
Sevgili Fikret Orman’ın eşi Derimod’un Başkan Yardımcısı Sedef Orman’ın dikkatini çekmiş; o anlattı. Benim de dilime takıldı. Kullanıp duruyorum. Bugün de yazıda kullandım. Bence açıklama zamanı geldi.
Cem Yılmaz ya bir aile sohbetinde ya da sahnede gösterisi sırasında anlatmış. Askerlik günlerinde ikide bir, birilerinin gelip “Haydi gel bakalım, biraz komiklik yap!” demelerinden kurtulmak için bir kaçış yolu bulmuş Cem. Eline bir kitap alıp bir köşelere çekiliyormuş. Günün birinde yine böyle bir ortamda üstlerinden birine, asker deyişiyle ‘çarpılmış’ Cem:“Ne yapıyorsun bakiim, sen orada?”. Cem hemen toplanıp çakılmış olduğu yere:“Kitap okuyorum, Komutanım!”. “Ne kitabıymış okuduğun?”. “Anthony Quinn’in hayatı komutanım!”. Adam arkasını dönüp giderken söylenmeyi sürdürüyormuş: “Hep böyle antin kuntin işlerle uğraşırsınız zaten...”
Rekabet iletişimde olacak
Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) içinde sigorta hizmeti veren şirketlerin işi pek kolay değil. Eğer yasal olmayan yollara kaçmazlarsa, ne diledikleri gibi fiyatta rekabet edebiliyorlar, ne marka vaadinde, ne de canları çektiği gibi reklam yaparak. Çünkü bir yandan sıkı bir denetim uygulayan SPK sıkıştırıyor onları, diğer yandan da Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı. Vaadler ve reklamlar çok sıkı kontrol altında.
O zaman rekabet nerede olacak? İki yerde: Bir, güven unsurunu yaratmak için arkalarındaki güçlü markaları kullanarak; iki, iletişimde buluşçu yanlarını çalıştırıp duygusal bir atmosfer oluşturarak. Çünkü biliyoruz ki, insanlar kararlarını irrasyonel, yani duygusal algılarıyla veriyorlar, mantıklarıyla değil. Hiçbir ev kadını, üç tane deterjanı koltuğunun altına alıp bir laboratuara koşturduktan ve hangisi daha beyaz yıkıyor diye analiz ettirdikten sonra satın alma kararını vermiyor...
Bu çerçevede, daha önce ‘ikinci bahar’ konseptini işlemiş olan Garanti Emeklilik’in Serdar Erener imzasını taşıyan öğretmen, çiftçi, avukat ve hekimleri hedefleyen reklamları, hedefi 12’den vurmaya aday. Son derece yalın, naif ve hedef odaklı olmasına rağmen ‘aday’ diyorum, çünkü bu reklamın mutlaka ‘Marketing PR’la desteklenmesi şart. Örneğin, Garanti Emeklilik’in reklamlarında gösterdiği meslek gruplarının çatı örgütleriyle ne tür çalışmalar yapacağını heyecanla bekleyeceğiz.
Pars/McCann-Erickson’la çalışan Ak Emeklilik ‘testomonial’ (tavsiye) denen tarzı uyguluyor. Gerçek müşterilerini ekrana getirip, kendi adına mesaj vermelerini sağlıyor. Hem rasyonel hem duygusal bir dil tutturmuş.
Yapı Kredi Emeklilik grup şirketlerini de sisteme almış olmanın avantajıyla müşteri sayısında birinci olduğunun iletişimine yüklendi. ‘Baba oğul’la yakaladığı duygusal atmosferi (Reklam ajansı Movida Plus) bu kez de rasyonel verilerle destekleme yoluna gidiyor.
BES sistemi tüm iletişimciler için bulunmaz hazine. Rekabette bütün parametreler neredeyse aynı, bir tek iletişim parametresinde yol alınabilecek geniş bir alan var. Hem risk, hem fırsat. İletişimin değeri böyle durumlarda daha net çıkar ortaya...
Ufuk Turu
· Bu hafta bizim istihbarat servisine iki önemli haber düşmüş. Biri otobüslerle ilgili diğeri ambulanslarla. Birincisinde ilginç bir işbirliği söz konusu. Bir tür kazan – kazan ilişkisi. Temsa ile Havaş Turizm’e bağlı otobüs işletmeleri. Tam 16 otobüslük bir anlaşma bu. Otobüsün önünde Sabancı ve Havaş logoları bir araya gelmişler. Belli ki, aradaki ilişki en az para kadar karşılıklı itibardan yararlanma üzerine kurulu. İkinci haber ise Otokar ile ilgili. Türkiye’nin öncü ticarî otomotiv ve savunma sanayi üreticisi şirketten SPK’ya yapılan bildirimde, 500 tane ambulansın yurt dışına satışını gerçekleştirildiği ifade ediliyor. Bu tür canlılık haberleri de bizi 2005’te %10 küçüleceği söylenen sektör adına umutlandırıyor.
· Turkcell ve Avea’nın kapsama alanları konusundaki kapışmasına tanık oluyoruz son günlerde. Her ikisi de dünyanın dört bir yanını ‘kapsadıklarını’ bu şekilde ne muazzam bir şirket olduklarını anlatmak için milyonlarca YTL harcıyorlar. Bir de bizim orayı, E-5 ile Barbaros Bulvarı’nın kesiştiği bölgeyi kapsasalar... Bana ne dünyanın bir ucundaki Zübürdükistan’ı kapsayıp kapsamadıklarından!..
· Opel’in gazete sayfası şeklindeki ilanı bu aralar en çok ilgimi çeken gazette ilanlarından. ‘Duyduk duymadık’ adını verdikleri gazetelerindeki ‘İnanılmaz aileler aranıyor’ başlığı da dikkat çekici. Çizgi filme gönderme yapıyor. Hem de çok çarpıcı bir şekilde. Corsa, Meriva, Astra’da kayda değer fiyat indirimleri olduğu gayet net vurgulanıyor. Kampanya oranlarını yüzde şeklinde verselerdi de, inanılmaz olup olmadığına okuyucu karar verseydi keşke… Opelciler gazetelerinin üzerine Ocak 2005 yazmışlar. Demek ki bunun Şubat’ı, Mart’ı olacak. İletişimin en önemli ayaklarından biri ‘tekrar’dır. Sakın unutulmaya…..
· Sinan Çetin Plato yayınlarından Ayn Rand’ın kitaplarını çıkarıp duruyor. En son ‘Kapitalizm, Bilinmeyen İdeal’ geldi. Allah razı olsun. Bizde yazar denince solcu aydın gelirdi akla. Liberalizmin yazarı Ayn Rand’ı Türkiye’ye ancak Sinan Çetin gibi, aklıyla duyguları birbirine çok yakın olan biri getirebilirdi. Bir de şu kitaplar okunabilecek gibi olsaymış. Minicik harfler, binlerce sayfa... Gel de çık işin içinden. Onun yüzünden gözlük numaram arttı. Değiştirdim. Kendisine söyledim. “Söz” dedi, “Senin gibiler için, kocaman harflerle basılmışını da çıkaracağım”. ‘Senin gibiler’ derken ne demek istedi acaba?..
· Skoda Octavia için son verilen gazete ilanı da öncekiler gibi benden geçer not aldı. ‘Özellikle-Güzellikle’ başlığı hafif bir ‘dayılanma’ jesti içerse de çok çarpıcı. Milano’da aldıkları ‘Dünyanın en güzel otomobili’ ünvanını haklı olarak kullanıyorlar. Daha ne olsun. Ama Octavia’nın özelliklerini yazarken Skodacılar biraz cömert davranmışlar. Eminim insan malının her türlü artısını dillendirmek ister. Ama açıkçası o özelliklerin olduğu yazı karınca duasına dönmüş. Amaç okutmak değil miydi yoksa?
· Bu hafta birikmiş kitaplar var. Ayn Rand’a başlayamadım ama Bircan Silan’ın kitabı ‘Dört Yapraklı Yonca’yı yeni okuyabildim. Türkan, Hülya, Filiz ve Fatma benim de starlarımdı. Bu bana onları ön adlarıyla anma izni verir. Liseden kaçıp Marmara sinemasında izlediğim filmleri bugün TV’lerde tekrar izlediğimde, bir garip hüzün doluyor içime. Kitabı okurken de öyle oldu.
· "Farklılaş ya da Öl” (Differentiate or Die) kitabının yazarı Steve Rivkin, Rauf Ateş’in kitabına bir arkasöz yazmış:“İş dünyasında geçerli olan tek şey değişimdir. Bu nedenle ya yeni kuralları öğrenirsiniz ya da başarısız olur, yerlerde sürünürsünüz. Yeni Normal kitabı size başarının yeni yollarını gösterecek.” Ateş, kendi kitabı için de şöyle demiş:“İçinde bulunduğumuz iş ve ekonomi ortamının farklılığını anlatmak için Yeni Normal adını uygun gördüm. Kitapta, bu dönemde rekabette öne geçmek, başarıyı yakalamak için 12 yol olduğuna dikkat çekiyor ve bu 12 yolu gazeteci diliyle anlatıyorum.” . Rauf Ateş’in dili tam bana göre, yalın ve kolay anlaşılır.
· İpana’nın şu sıra iki reklamı dönüyor. Bir tanesinde göl kıyısında bir gençlik kampı görülüyor. Gölün üzerinde kürek yarışına katılmaya hazırlanan gençlerin tekneleri. Kıyı cıvıl cıvıl. Çadırlar tertemiz. O arada kar gibi gömleği ile bir diş hekimi belirip, açık havada o bildiğimiz 7 maddelik diş bakım testini bir gence uyguluyor. Bu film bana çok ‘ecnebi’ geldi. Soğuk ve uzak. İkinci film ise süper. Bir çizgi film bu. İpana’nın ilköğretim çocuklarına yönelik bir sosyal sorumluluk kampanyasından yola çıkılarak hazırlanmış. Yerli, bizden, sıcacık. İpana’cılar katılmıyorlarsa bana yazsınlar.