Bugünleri nasıl hatırlayacağız…
28.02.2010
Bugün 28 Şubat. Üstat Halit Refiğ “Tarihi gerçekçilik!” der başka bir şey demezdi… “Geleceği anlamak için geçmişe bakmak lazım…” Gelecek Cuma doğum günü kutlayacağız… Aramızdan ayrılmasaydı 76 yaşında olacaktı… Bugün ve pek çok gün onu anmamın nedeni geçmişi ‘okumayı’ adam gibi becermeyişimiz. Bugün ustanın dediğini yaptım ve 28 Şubat kararlarına göz attım… Vikipedia şöyle not düşmüş:
“28 Şubat 1997'de MGK kararları (Necmettin Erbakan’lı koalisyon) hükümetine bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.”
Durum yorum gerektirmeyecek kadar açık… Pekiyi soru şu, o zamanlar bu ‘kararları’ ya da o dönemin moda tabiriyle ‘post modern’ darbeyi savunmuş olanlar bugün neredeler acaba? Bu birinci soru… İkinci soru da şu: Neden bu ‘post modern darbenin’ ve diğer darbelerin kutlaması yapılmıyor?..
Ve nihayet son soru: Bugün yaşananları bundan 13 yıl sonra, toz bulutlarının yere inmesinin ardından nasıl hatırlayacağız?..
‘Bir büyük yangının ilk kıvılcımlarıymış’ diye mi; yoksa ‘Dirlik düzenlik öncesi kaostu’ diye mi?.. Ben ikinci şıkkı ummak istiyorum…
Okuma günlerim başladı
Gözlerime onlarca iğne ucu batırıyorlarmış gibi oluyordu; sonra da acayip bir acıyla müthiş bir sulanma… Uzunca bir süre geri zekâlılar gibi ‘idare ettim’… Sonra nihayet tanıdıkların itip kakmasıyla bir uzmanın önünde buldum kendimi… Damla verdiler… Şimdi daha iyi ‘idare ediyoruz’…
Bu nedenle kitaplar birikmiş de birikmiş… Şöyle bir ayırdım hepsini… Bir saat sürdü… Okunacaklar bir kenara, bakılacaklar ikinci küme… Üçüncü küme BİE kütüphanesine vereceklerim, daha çok araştırma odaklılar… Dördüncü küme de dileyenlere dağıtılmak üzere…
Okumak üzere ayırdıklarım şöyle:
1. Starcom MediaVest Group’tan Neşe Yağmur ve Muharrem Ayın göndermişler. Sektöre Armağan Kitaplar dizisinden iki kitap. Birini Haluk Mesçi usta Colin McDonald’tan çevirmiş: Reklam Nasıl İşliyor… Aynı diziden ikinci kitabın adı şu: Dikkat Ekonomisi. Thomas H. Davenport ve John C. Beck yazmışlar. Sarper Dikraş çevirmiş.
2. Kişilik ve Kurumları Kaderi, Robert Hogan yazmış, Selen Y. Kölay çevirmiş. Profesör Dr. Acar Baltaş ve Yasemin Duman ta yılbaşında armağan etmişlerdi. Nasip bu günlereymiş.
3. Bugün Markanıza Bir Bakın, 5 parmağında 5 marifet, Semih Yalman yazmış.
4. Azime Acar ve Ender Bölükbaşı’nın kaleminden bir ‘handbook’ (başvuru kitabı) Medya Kaza Raporları
5. Dharma Yayınları’ndan Evrenden Torpilim Var. İki nedenle okunacaklar arasına ayırdım. Bir: Yayınevinin adı; iki: yazarın (Aykut Oğut) bana yazdığı not: “Sevgili Ali Saydam, siz de evrenden torpillisiniz…”
6. Hakan Senbir’in imzasını taşıyan ‘Mücadele eden herkes için’ Strateji
7. Türk dericilik dünyasının duayeni ve Derimod’un efsanevi ‘dayısı’ Hasan Yelmen’den Bir Ömrü Deriyorum… Amma otobiyografi ama…
En az bir ay bana dokunmayın (!)…
Okurlar onu tanımazdı; o gazetenin temel direğiydi…
Ölümünden biraz da kendimi sorumlu tutuyorum… Sevgili düzeltmenimiz Mehmet Ali ile haftanın beş günü telefonda konuşurduk… yazım biraz gecikse bakmıiım o arıyor… “Ağabey, çocuklar çıkacaklar; senin yazıyı bekliyorlar…”
Hergün gazetenin yetiştirilmesi için yaşadığı gerginliğe genç denecek yaşta kalbi dayanamadı…
Ölümün en erken kapısını çaldığı meslek grubunun gazeteciler olduğu söylenir… En uzun yaşayanlar da galiba felsefecilermiş… Gazeteciler sürekli zaman baskısı ile yaşadıklarından daha hızlı yıpranıyor olmalılar…
Biz sadece kendi işimizle ilgili zaman baskısı yaşıyoruz… O hepimiz için daralıyordu sanki… Bir de gazetenin diliyle uğraşıyordu tabii… Bir yayının en önemli yanıyla yani. Gecenin bir saati bir kelime için beni aradığını bilirim. Değiştir gitsin, değil mi?.. Hayır; o bir Osmanlı efendisi nezahetiyle, “Eğer bir iş yapılmaya değiyorsa, iyi de yapılmayı hak eder” ilkesine inananlardandı…
Akşam’da ilk çalışmaya başladığım gün yönetici arkadaşlar M. Ali’yi “O bizim her şeyimiz” diye tanıştırmışlardı… Öyle oldu… Benim yazılarla o ilgileniyordu. Hem de canla başla… Onu hiç kırmamak, üzmemek için büyük çaba harcadım; ancak yüreğini daraltan unsurlardan biri olabileceğim düşüncesinin kırıntısı dahi canımı sıkıyor…
Allah’ın rahmeti üzerinde olsun. Nur içinde yat sevgili kardeşim…
“28 Şubat 1997'de MGK kararları (Necmettin Erbakan’lı koalisyon) hükümetine bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.”
Durum yorum gerektirmeyecek kadar açık… Pekiyi soru şu, o zamanlar bu ‘kararları’ ya da o dönemin moda tabiriyle ‘post modern’ darbeyi savunmuş olanlar bugün neredeler acaba? Bu birinci soru… İkinci soru da şu: Neden bu ‘post modern darbenin’ ve diğer darbelerin kutlaması yapılmıyor?..
Ve nihayet son soru: Bugün yaşananları bundan 13 yıl sonra, toz bulutlarının yere inmesinin ardından nasıl hatırlayacağız?..
‘Bir büyük yangının ilk kıvılcımlarıymış’ diye mi; yoksa ‘Dirlik düzenlik öncesi kaostu’ diye mi?.. Ben ikinci şıkkı ummak istiyorum…
Okuma günlerim başladı
Gözlerime onlarca iğne ucu batırıyorlarmış gibi oluyordu; sonra da acayip bir acıyla müthiş bir sulanma… Uzunca bir süre geri zekâlılar gibi ‘idare ettim’… Sonra nihayet tanıdıkların itip kakmasıyla bir uzmanın önünde buldum kendimi… Damla verdiler… Şimdi daha iyi ‘idare ediyoruz’…
Bu nedenle kitaplar birikmiş de birikmiş… Şöyle bir ayırdım hepsini… Bir saat sürdü… Okunacaklar bir kenara, bakılacaklar ikinci küme… Üçüncü küme BİE kütüphanesine vereceklerim, daha çok araştırma odaklılar… Dördüncü küme de dileyenlere dağıtılmak üzere…
Okumak üzere ayırdıklarım şöyle:
1. Starcom MediaVest Group’tan Neşe Yağmur ve Muharrem Ayın göndermişler. Sektöre Armağan Kitaplar dizisinden iki kitap. Birini Haluk Mesçi usta Colin McDonald’tan çevirmiş: Reklam Nasıl İşliyor… Aynı diziden ikinci kitabın adı şu: Dikkat Ekonomisi. Thomas H. Davenport ve John C. Beck yazmışlar. Sarper Dikraş çevirmiş.
2. Kişilik ve Kurumları Kaderi, Robert Hogan yazmış, Selen Y. Kölay çevirmiş. Profesör Dr. Acar Baltaş ve Yasemin Duman ta yılbaşında armağan etmişlerdi. Nasip bu günlereymiş.
3. Bugün Markanıza Bir Bakın, 5 parmağında 5 marifet, Semih Yalman yazmış.
4. Azime Acar ve Ender Bölükbaşı’nın kaleminden bir ‘handbook’ (başvuru kitabı) Medya Kaza Raporları
5. Dharma Yayınları’ndan Evrenden Torpilim Var. İki nedenle okunacaklar arasına ayırdım. Bir: Yayınevinin adı; iki: yazarın (Aykut Oğut) bana yazdığı not: “Sevgili Ali Saydam, siz de evrenden torpillisiniz…”
6. Hakan Senbir’in imzasını taşıyan ‘Mücadele eden herkes için’ Strateji
7. Türk dericilik dünyasının duayeni ve Derimod’un efsanevi ‘dayısı’ Hasan Yelmen’den Bir Ömrü Deriyorum… Amma otobiyografi ama…
En az bir ay bana dokunmayın (!)…
Okurlar onu tanımazdı; o gazetenin temel direğiydi…
Ölümünden biraz da kendimi sorumlu tutuyorum… Sevgili düzeltmenimiz Mehmet Ali ile haftanın beş günü telefonda konuşurduk… yazım biraz gecikse bakmıiım o arıyor… “Ağabey, çocuklar çıkacaklar; senin yazıyı bekliyorlar…”
Hergün gazetenin yetiştirilmesi için yaşadığı gerginliğe genç denecek yaşta kalbi dayanamadı…
Ölümün en erken kapısını çaldığı meslek grubunun gazeteciler olduğu söylenir… En uzun yaşayanlar da galiba felsefecilermiş… Gazeteciler sürekli zaman baskısı ile yaşadıklarından daha hızlı yıpranıyor olmalılar…
Biz sadece kendi işimizle ilgili zaman baskısı yaşıyoruz… O hepimiz için daralıyordu sanki… Bir de gazetenin diliyle uğraşıyordu tabii… Bir yayının en önemli yanıyla yani. Gecenin bir saati bir kelime için beni aradığını bilirim. Değiştir gitsin, değil mi?.. Hayır; o bir Osmanlı efendisi nezahetiyle, “Eğer bir iş yapılmaya değiyorsa, iyi de yapılmayı hak eder” ilkesine inananlardandı…
Akşam’da ilk çalışmaya başladığım gün yönetici arkadaşlar M. Ali’yi “O bizim her şeyimiz” diye tanıştırmışlardı… Öyle oldu… Benim yazılarla o ilgileniyordu. Hem de canla başla… Onu hiç kırmamak, üzmemek için büyük çaba harcadım; ancak yüreğini daraltan unsurlardan biri olabileceğim düşüncesinin kırıntısı dahi canımı sıkıyor…
Allah’ın rahmeti üzerinde olsun. Nur içinde yat sevgili kardeşim…