Bunlar ‘İç Tüzük’te yazmıyor…
01 temmuz 2011
Meclis yeni milletvekilleri ile çalışmaya başlamak üzere olduğuna göre, ettikleri yeminlerinin dışında Meclis İç Tüzüğü’nde yazılı olmayan, ancak ‘kamu vicdanını’ yakından ilgilendiren bazı kurallardan söz etmekte, bir ‘köşe kadısı”ndan beklenen “Bilmiş 80” tavrını sergilemekte yarar var…
Hani neredeyse izleri bütün dinlerde aranıp bulunabilecek olan “7 Ölümcül Günah”ı hatırlayalım önce; sonra da Mahatma Gandi’nin bu yedi günahı modern dünyaya nasıl uyarladığına bakalım… İşe yarayabilir…
Brecht ve Kurt Weill’in ünlü eserleri “Die sieben Todsünden der Kleinburger” (Küçük Burjuvanın Yedi Ölümcül Günahı) adlı oyunda da dile getirdikleri (Milva’nın sesinden olanını mutlaka bulup dinlemelisiniz) ve işlenmesi halinde bağışlanmanın pek mümkün olamayacağı yedi hal şöyle tanımlanıyor:
1. Superbia: Kibir, 2. Avaritia: Cimrilik (gözü doymama), 3. Invidia: Kıskançlık, 4. Ira: Öfke, 5. Luxuria: Şehvet, 6. Gula: Oburluk, 7. Acedia: Tembellik…
Brecht, sonuncusunu, dersini çalışmamaktan daha derin bir tembellik anlamı taşıyan acedia’yı ilk sıraya koyar… “Her türlü melanetin başı tembelliktir” der… Ben ise, hakikatle gerçekliğin ‘fenafillah’ mertebesi dışında dünyasal düzende hiçbir zaman biraraya gelmeyeceğini bilirim… Gerçeklik (Realite), her zaman kendini bir şekilde dikte eder… Hem gerçeğin içinde yaşamak hem de onu inkâr etmek mümkün müdür? Mümkündür ama zordur…
Gandi ise bizim vekillerimize çok iyi gelecek yorumlar getirmiş bu ‘yedi günah’ meselesine…
1. İlkesiz siyaset, 2. Emeksiz zenginlik, 3. Vicdansız haz, 4. Kişiliksiz bilgi, 5. Ahlaksız ticaret, 6. İnsaniyetsiz (irfansız) ilim, 7. Özverisiz ibadet…
Günahlar açısından bakıldığında İslamiyet’teki durumu merak edenler için hatırlatalım: Malum; bizler için iki tür günah var: Cenab-ı Hak’a ve insana karşı işlenen günahlar. Ve Cenab-ı Hak’ın affetmediği bir tane günah var: Ortak koşuculuk. (Şirk.) Kul hakkı yemek de, insana karşı işlenen günahlardan biri. Kul hakkını affedecek olan kuldan başkası değil.
Meclis İç Tüzüğü’nde yazılı olmasa da kamu vicdanında iz bırakan bu kavramları sayın milletvekillerimize bir kez daha hatırlatıp, sözümüzü, babamın, Atatürk’ün büyük önem verdiği bilim adamımız Prof. Dr. Salih Murat Uzdelik’ten aktararak sık sık söylediği özdeyişlerden biri ile noktalayalım mı?
“İnsan bir gemi, fikri yelkeni, aklı dümeni, kullan gemini, göreyim seni…”
“Tenis artık zengin sporu değil”
Elginkan Holding’in “Artı 1” adlı dergisine röportaj veren Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Ayda Uluç Hanımefendi’nin raketini savurduğu, eylem halindeki fotoğrafına bakarken, bireysel çabaların zamanın ruhunu oluşturmadaki vazgeçilmez ağırlığını, etkisini hissettim. Düşünsenize, “Tenis artık zengin sporu değil” diyen bir hanımefendi, Ankara TED Koleji’nden Amerika’ya uzanan, oradan Antalya’ya, Ankara’ya uzanan yaşamında 12 yaşından beri oynadığı tenis alanındaki çabalarıyla, tırnaklarıyla kazıyarak Avrupa Tenis Birliği Yönetim Kurulu’na seçiliyor. Tenis sporunun Türkiye’de yaygınlaşması için elinden gelenin üzerinde işler yapıyor. Örneğin Dünya Kadınlar Tenis Şampiyonası’nın (WTA) bazı maçlarının İstanbul’da yapılmasını sağlıyor. Dünyanın önemli bayan tenis oyuncuları 25-30 Ekim tarihlerinde Sinan Erdem Tesisleri’ndeki turnuva için İstanbul’da olacak. Ayda Hanım, “Bu büyük şampiyonayı umarım gelecek sene kendi tesislerimizde yaparız” demiş röportajında.
Pazar günkü yazımda İstanbul Akvaryum açılışından yola çıkarak popüler kültür araçlarının bir şehrin markalaşmasındaki öneminden söz etmiştim. Şehri önce şehir, sonra marka yapmak isteyen zihniyeti, fikirleri ve yaptıklarıyla besleyen “bireysel çabalara” dikkat! Opera festivallerinden tenis turnuvalarına uzanan çok kulvarlı bu büyük yolda koşan öncülere dikkat edelim.
Hani neredeyse izleri bütün dinlerde aranıp bulunabilecek olan “7 Ölümcül Günah”ı hatırlayalım önce; sonra da Mahatma Gandi’nin bu yedi günahı modern dünyaya nasıl uyarladığına bakalım… İşe yarayabilir…
Brecht ve Kurt Weill’in ünlü eserleri “Die sieben Todsünden der Kleinburger” (Küçük Burjuvanın Yedi Ölümcül Günahı) adlı oyunda da dile getirdikleri (Milva’nın sesinden olanını mutlaka bulup dinlemelisiniz) ve işlenmesi halinde bağışlanmanın pek mümkün olamayacağı yedi hal şöyle tanımlanıyor:
1. Superbia: Kibir, 2. Avaritia: Cimrilik (gözü doymama), 3. Invidia: Kıskançlık, 4. Ira: Öfke, 5. Luxuria: Şehvet, 6. Gula: Oburluk, 7. Acedia: Tembellik…
Brecht, sonuncusunu, dersini çalışmamaktan daha derin bir tembellik anlamı taşıyan acedia’yı ilk sıraya koyar… “Her türlü melanetin başı tembelliktir” der… Ben ise, hakikatle gerçekliğin ‘fenafillah’ mertebesi dışında dünyasal düzende hiçbir zaman biraraya gelmeyeceğini bilirim… Gerçeklik (Realite), her zaman kendini bir şekilde dikte eder… Hem gerçeğin içinde yaşamak hem de onu inkâr etmek mümkün müdür? Mümkündür ama zordur…
Gandi ise bizim vekillerimize çok iyi gelecek yorumlar getirmiş bu ‘yedi günah’ meselesine…
1. İlkesiz siyaset, 2. Emeksiz zenginlik, 3. Vicdansız haz, 4. Kişiliksiz bilgi, 5. Ahlaksız ticaret, 6. İnsaniyetsiz (irfansız) ilim, 7. Özverisiz ibadet…
Günahlar açısından bakıldığında İslamiyet’teki durumu merak edenler için hatırlatalım: Malum; bizler için iki tür günah var: Cenab-ı Hak’a ve insana karşı işlenen günahlar. Ve Cenab-ı Hak’ın affetmediği bir tane günah var: Ortak koşuculuk. (Şirk.) Kul hakkı yemek de, insana karşı işlenen günahlardan biri. Kul hakkını affedecek olan kuldan başkası değil.
Meclis İç Tüzüğü’nde yazılı olmasa da kamu vicdanında iz bırakan bu kavramları sayın milletvekillerimize bir kez daha hatırlatıp, sözümüzü, babamın, Atatürk’ün büyük önem verdiği bilim adamımız Prof. Dr. Salih Murat Uzdelik’ten aktararak sık sık söylediği özdeyişlerden biri ile noktalayalım mı?
“İnsan bir gemi, fikri yelkeni, aklı dümeni, kullan gemini, göreyim seni…”
“Tenis artık zengin sporu değil”
Elginkan Holding’in “Artı 1” adlı dergisine röportaj veren Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Ayda Uluç Hanımefendi’nin raketini savurduğu, eylem halindeki fotoğrafına bakarken, bireysel çabaların zamanın ruhunu oluşturmadaki vazgeçilmez ağırlığını, etkisini hissettim. Düşünsenize, “Tenis artık zengin sporu değil” diyen bir hanımefendi, Ankara TED Koleji’nden Amerika’ya uzanan, oradan Antalya’ya, Ankara’ya uzanan yaşamında 12 yaşından beri oynadığı tenis alanındaki çabalarıyla, tırnaklarıyla kazıyarak Avrupa Tenis Birliği Yönetim Kurulu’na seçiliyor. Tenis sporunun Türkiye’de yaygınlaşması için elinden gelenin üzerinde işler yapıyor. Örneğin Dünya Kadınlar Tenis Şampiyonası’nın (WTA) bazı maçlarının İstanbul’da yapılmasını sağlıyor. Dünyanın önemli bayan tenis oyuncuları 25-30 Ekim tarihlerinde Sinan Erdem Tesisleri’ndeki turnuva için İstanbul’da olacak. Ayda Hanım, “Bu büyük şampiyonayı umarım gelecek sene kendi tesislerimizde yaparız” demiş röportajında.
Pazar günkü yazımda İstanbul Akvaryum açılışından yola çıkarak popüler kültür araçlarının bir şehrin markalaşmasındaki öneminden söz etmiştim. Şehri önce şehir, sonra marka yapmak isteyen zihniyeti, fikirleri ve yaptıklarıyla besleyen “bireysel çabalara” dikkat! Opera festivallerinden tenis turnuvalarına uzanan çok kulvarlı bu büyük yolda koşan öncülere dikkat edelim.