Burjuva 'burjuvayım' demez
27 Temmuz 2009 Akşam Gazetesi
Bir anda 60'lı yıllara gittim. Hani Çin'deki kültür devriminin dünyayı ateşten bir top gibi dolaşıp, gençlerin aklını ve ruhunu tutuşturduğu yıllar... Kültür Devrimi'nin özünü 'proletarya kültürünün burjuva kültürünü yok etme çabası'ydı diyerek özetler, bu iki kavramın altını çizerdim.
Öğrencilik yıllarımda müthiş bir Vandalizm ile klasik müzik LP'lerini (long play) kırıp parçaladığımız günü nasıl unuturum? Şaşacak bir şey yok... Çin'deki yoldaşlar ne yapıyorlarsa benzerini bizim Bern'de yapmamız kadar doğal ne olabilirdi?
Mozart'lar, Beethoven'lar, Mahler'ler, Wagner'ler, Erik Satie'ler çöpe; Mahzuni'ler, Nesimi'ler, Aşık İhsani'ler plak gözlerine... Kim derdi ki, Çin'de proleter kültür devriminden bu kadar çabuk vazgeçilecek, burjuva kültürünün egemenliğine kapılar bu kadar hızlı açılacak?.. Üstelik dünyada ve ülkelerinde kendilerine biat etmiş milyonlarca insanı piç gibi ortada bırakarak...
MÜSİAD Başkanı Erol Yarar'ın Star Gazetesi'ne verdiği röportaj, kültür meselelerinde kelam etmeden önce bir miktar tarih bilincinden nasiplenmiş olmanın ne kadar önemli olduğunu düşündürdü. Gördüğüm kadarıyla Dücane Cündioğlu (Yeni Şafak - bu hafta sonu), Ahmet Arsan (Hürriyet Pazar), Ece Temelkuran (Milliyet), Başkan'ın sözlerini köşelerine taşıdılar. Özellikle fikirlerini demiyorum, sözlerini diyorum!..
Hadi gelin Erol Yarar'ın söylediklerini üç cümlede özetleyelim: Bir: Gerçek burjuva sınıfı biziz. İki: Bir lokma bir hırka felsefesi bize yutturulmuş bir zokadır! Üç: Mescitteki markalı ayakkabılar Türkiye'de bir devrimin habercisidir.
Tut kelin perçeminden!..
Dam üstünde saksağan!..
Dücane Bey işin ahlaki ve felsefi boyutuna gayet güzel girmiş. Onun bıraktığı yere bir iki ekleme yapalım. Bir: Kapitalist olmakla burjuva olmak aynı şey değildir. Burjuva olunmaz, doğulur. Burjuvazinin birinci kriteri kesinlikle tüketim değildir. En iyi 'marka' tüketen, en iyi burjuva olmaz. İki: Tevazu, hoşgörü, azla yetinme, hayır hasenatın reklamını yapmamak, burjuvazinin değil, İslam'ın değerleridir. Burjuva olacağım diye bu değerlerden vazgeçmeye kalkarsanız Dücane Bey'in verdiği örnekte olduğu gibi jetskici Cüppeli Ahmet Hoca ile çakma tesettürlü Ayşe Arman arası bir yerlerde yolu kaybetmek işten bile değildir. 'İslami burjuvazi' oluşamaz. Çünkü her iki kavramı besleyen değerler birbirinden tamamen farklıdır. Ancak Müslüman işadamı, Müslüman kapitalist, aslanlar gibi olur. Nitekim bizde de mebzul miktarda var... Üç: Marka, kapitalizmin en sofistike, en karmaşık ürünüdür. Onun için, avuç içi kadar İsviçre'nin çıkardığı marka sayısı, çakma ürünler ile tarihe geçmiş milyarlık Çin'den kat kat fazladır. Türkiye'den uluslararası bir markanın halen çıkmamış olmasının nedenini ülkenin sisteminde değil, belki de daha öncelikli olarak değerlerinde aramak gerekir. Pek çok diğer G20 ülkesinde olduğu gibi... Ekonomimiz dünyanın en büyüklerinden ama markamız yok. Mescitlerde görülen markalar da bizimkiler değil.
Bu tartışma sürecek. Tabii burjuva kültürü olmayan bir ülkede burjuva kültürü ne kadar tartışılabilirse!..
Bir anda 60'lı yıllara gittim. Hani Çin'deki kültür devriminin dünyayı ateşten bir top gibi dolaşıp, gençlerin aklını ve ruhunu tutuşturduğu yıllar... Kültür Devrimi'nin özünü 'proletarya kültürünün burjuva kültürünü yok etme çabası'ydı diyerek özetler, bu iki kavramın altını çizerdim.
Öğrencilik yıllarımda müthiş bir Vandalizm ile klasik müzik LP'lerini (long play) kırıp parçaladığımız günü nasıl unuturum? Şaşacak bir şey yok... Çin'deki yoldaşlar ne yapıyorlarsa benzerini bizim Bern'de yapmamız kadar doğal ne olabilirdi?
Mozart'lar, Beethoven'lar, Mahler'ler, Wagner'ler, Erik Satie'ler çöpe; Mahzuni'ler, Nesimi'ler, Aşık İhsani'ler plak gözlerine... Kim derdi ki, Çin'de proleter kültür devriminden bu kadar çabuk vazgeçilecek, burjuva kültürünün egemenliğine kapılar bu kadar hızlı açılacak?.. Üstelik dünyada ve ülkelerinde kendilerine biat etmiş milyonlarca insanı piç gibi ortada bırakarak...
MÜSİAD Başkanı Erol Yarar'ın Star Gazetesi'ne verdiği röportaj, kültür meselelerinde kelam etmeden önce bir miktar tarih bilincinden nasiplenmiş olmanın ne kadar önemli olduğunu düşündürdü. Gördüğüm kadarıyla Dücane Cündioğlu (Yeni Şafak - bu hafta sonu), Ahmet Arsan (Hürriyet Pazar), Ece Temelkuran (Milliyet), Başkan'ın sözlerini köşelerine taşıdılar. Özellikle fikirlerini demiyorum, sözlerini diyorum!..
Hadi gelin Erol Yarar'ın söylediklerini üç cümlede özetleyelim: Bir: Gerçek burjuva sınıfı biziz. İki: Bir lokma bir hırka felsefesi bize yutturulmuş bir zokadır! Üç: Mescitteki markalı ayakkabılar Türkiye'de bir devrimin habercisidir.
Tut kelin perçeminden!..
Dam üstünde saksağan!..
Dücane Bey işin ahlaki ve felsefi boyutuna gayet güzel girmiş. Onun bıraktığı yere bir iki ekleme yapalım. Bir: Kapitalist olmakla burjuva olmak aynı şey değildir. Burjuva olunmaz, doğulur. Burjuvazinin birinci kriteri kesinlikle tüketim değildir. En iyi 'marka' tüketen, en iyi burjuva olmaz. İki: Tevazu, hoşgörü, azla yetinme, hayır hasenatın reklamını yapmamak, burjuvazinin değil, İslam'ın değerleridir. Burjuva olacağım diye bu değerlerden vazgeçmeye kalkarsanız Dücane Bey'in verdiği örnekte olduğu gibi jetskici Cüppeli Ahmet Hoca ile çakma tesettürlü Ayşe Arman arası bir yerlerde yolu kaybetmek işten bile değildir. 'İslami burjuvazi' oluşamaz. Çünkü her iki kavramı besleyen değerler birbirinden tamamen farklıdır. Ancak Müslüman işadamı, Müslüman kapitalist, aslanlar gibi olur. Nitekim bizde de mebzul miktarda var... Üç: Marka, kapitalizmin en sofistike, en karmaşık ürünüdür. Onun için, avuç içi kadar İsviçre'nin çıkardığı marka sayısı, çakma ürünler ile tarihe geçmiş milyarlık Çin'den kat kat fazladır. Türkiye'den uluslararası bir markanın halen çıkmamış olmasının nedenini ülkenin sisteminde değil, belki de daha öncelikli olarak değerlerinde aramak gerekir. Pek çok diğer G20 ülkesinde olduğu gibi... Ekonomimiz dünyanın en büyüklerinden ama markamız yok. Mescitlerde görülen markalar da bizimkiler değil.
Bu tartışma sürecek. Tabii burjuva kültürü olmayan bir ülkede burjuva kültürü ne kadar tartışılabilirse!..