Burnunuzun dibinde ehil kişiler varsa…
01 Eylül 2009 - Marketing Türkiye
Galatasaray Başkanı Adnan Polat feryat etmiş: “Kabullenemiyorum!”
Polat’ın serzenişi hem kombine hem de telefon hattı satışında Fenerbahçe’nin gerisinde kalmayı kabullenemeyişinden kaynaklanıyormuş. Fenerbahçe’nin sattığı kombine sayısı 32 bin iken, Galatasaray’ınki 25 bine bile gelememiş. Forma satışlarında da Galatasaray Fenerbahçe’nin gerisinde… GS Mobile’ın satışlarında durum daha da felaket.
Başkan isyanlarda: “Olamaz böyle şey. Stat dışında sahte forma satıyorlar. Oysa bizim seyirci sayımız Fenerbahçe’den daha fazla.”
Araştırmalar da Başkan’ı doğruluyor. Bir iki şehir dışında ülke çapında Fenerbahçe’ye karşı seyirci sayısında kahir üstünlüğü var.
Başkan Adnan Polat’ın söylediklerine bir de Galatasaray’ın UEFA Şampiyonluğu’nu ve Süper Kupa’yı aldığı sene bu başarıyı adam gibi ticari girdiye dönüştüremediklerini de ekleyelim.
Bütün bunların bir tek açıklaması olabilir: “Galatasaray Kulübü, Galatasaray markasını yönetememekte ya da en azından Fenerbahçe’ye oranla daha kötü yönetebilmektedir.”
Bu konuda ciddi araştırmaları olan ve pek çok dergide kulüplerin marka değerlerine ve finansal durumlarına bilimsel kapitalizm doğrultusunda nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda çeşitli makalelerine rastladığım Doruk Acar’a ilgilenenlerin bir e-posta göndermelerini tavsiye ederim ([email protected]).
Marka yönetimi Marketing Türkiye’yi yakından izleyenlerin çok iyi bileceği gibi kapitalizmin en gelişmiş, bir o kadar da karmaşık, anlaşılması ve yönetilmesi göründüğü kadar kolay olmayan fikri bir ürünüdür.
Bu işten başta reklamcılar olmak üzere anlayan pek çok iletişimciye bizim ülkemizde de rastlamak mümkündür. Tuhaftır ki bu konuda pek çok aslan vurmuş ve ajansıyla beraber parlak bir geçmişe imza atmış olan, Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi’nin patronu Yiğit Şardan Galatasaray markasını yönetmekten sorumlu Yönetim Kurulu’nun Başkan Yardımcısıdır.
Bu durumda ilk akla gelen şudur: “Başkan Adnan Polat, takım kurmakta başarılı olurken, takımın yönetimini Frank Rijkaard gibi dünya çapında bir ustaya teslim etmeyi uygun bulurken marka yönetimi alanında elinin altındaki Yiğit Şardan, Faruk Bil gibi usta iletişimcilere ne hikmetse gerektiği gibi şans tanımamaktadır.”
Liderlik, merkezi yönetim futbolda tabii ki esastır; öte yandan işi ehline teslim etmek de bizim milli kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. Hele de burnumuzun dibinde ehil kişiler varken…
Hak ve vicdan koşut değildir
Vatan gazetesinin ortaklarından, Sabah gazetesinin efsanevi Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu’nun kızı Zeynep Mutlu adına kurduğu vakfa bağlı okulların bulunduğu binaları belediye yerle bir etti. Hem de bir sabah saat 05.00’da… Yanlarında yüzlerce kolluk kuvvetiyle köyü bastılar ve devasa iş makineleriyle büyük bir gürültü çıkararak binaları yıktılar. Çevrede yaşayanlar deprem oluyor zannetmiş. Öyle bir gürültü çıkmış yani.
İş, ilişki ve iletişim yönetimi meselelerine biraz kafayı takanlar bilir ki hukuki boyutta haklı olmak her zaman haklı olarak algılanmayı gerektirmez. Örneğin hukuk devleti anlayışının geliştiği ülkelerde “suçluluğu kanıtlanana kadar herkes suçsuz olarak kabul edilir” ilkesi dibine kadar geçerli iken bizde tam tersi söz konusudur. Daha da ileride, A B’yi dava ediyor ve mahkemeye veriyorsa genel algı B’nin ‘kafadan’ suçlu olduğu yolundadır. Bu yüzden Türkiye’de iletişim süreçlerini hukuk süreçlerine koşut yönetemezsiniz. Bu açıdan bakıldığında belediyenin okulların açılmasına üç hafta kala gidip öğrenci ve velilerin gözünün önünde, kamu vicdanı nezdinde ‘mabet’ gibi algılanan binaları paramparça etmesi kabul edilebilir bir davranış biçimi değildir.
Oysa yasalar önünde belediye büyük bir olasılıkla yüzde yüz haklıdır. Ayrıntıya girmeye hiç gerek yoktur. 10 yıldır sürdüğü bilinen bu anlaşmazlık sonunda vakfın belediyeye karşı davayı kazanmasının imkânsız olduğunu, hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencileri dahi bilirler. Peki, madem bu kadar haklı, o halde neden bu kadar haksız?
Çok basit. Bakın. Mahkeme kararı kesinleşeli en az iki ay oldu. Bu iki ay zarfında siz hiçbir iletişim yapmayın. Sonra da bir sabah 05.00’da terminatör gibi gidip binaları devirin. Oysa iki ay süre içinde her gün hem çevre sakinlerine hem öğrencilere hem velilere hem de okul personeline iletişim yapılsa ve örneğin geri sayma tekniği ile yıkıma şu kadar gün kaldı, bu kadar gün kaldı diye tabelalar okulun önüne asılsa, okul idaresi geçici de olsa öğrencilere yeni bir mekân bulması konusunda her gün uyarılsa bugünkü şok, bugünkü olumsuz algılama ortaya çıkar mıydı?
Tabii ki çıkmazdı. Bırakın İstanbul’u Anadolu’nun çeşitli yerlerinde her daim toprak ve/veya su meselesinde insanlar birbirlerini yasalar önünde haklı mı haksız mı diye bakmadan boğazlamıyorlar mı? O halde belediyeye düşen görevi bir kez daha tekrarlayalım: İletişimi yasal süreçlerden tamamen ayrı düşünmek…
İkoncan’ın halkla ilişkilerci arkadaşı susmalı
Şu halkla ilişkiler mesleğinin adam olmasını en azından herhalde ben göremeyeceğim. Bu kadar kötümser olunur mu? Evet, olunur. Bakın HT Magazin’in birinci sayfasında yedi sütuna manşetten ne başlık atmışlar: “Planlı Ayrılık”.
Alt başlığı aynen aktarıyorum: “Nurettin Hasman’la birlikteyken gönlünü sörfçü Bora Kozanoğlu’na kaptıran Eda Taşpınar, halkla ilişkilerci bir arkadaşıyla ayrılık için ince bir plan yaptı. Her şeyden habersiz Nurettin Hasman, ayrılığı bir sabah gazeteden öğrendi.”
Eda Hanım, Nurettin Bey’le yedi yıldır “büyük aşk” yaşıyormuş. Hanımefendi, bu yaz amcasının yeni açtığı restorana destek vermek için gittiği Çeşme’de Bora Bey ile tanışmış. İlişki kısa zamanda ‘düzeyli bir ilişkiye’ dönüşmüş.
Peki, Eda Hanım ne yapacak?
Ayrılmak istediğini Nurettin Hasman’a nasıl söyleyeceğini bilememiş. “Tanınmış bir halkla ilişkilerci arkadaşından” yardım istemiş. O da Eda Hanım’a akıl vermiş. Demiş ki, “Haberi çaktırmadan medyaya sızdıralım. Nurettin Bey nasılsa aldatılmış erkek durumuna düşmez, bu şekilde de sesini çıkarmaz.”
Nasıl halkla ilişkilerci ama?.. İyi değil mi?..
Gerçekten de meşhur halkla ilişkilercinin dediği çıkmış. Nurettin Bey haberi görünce “şoke olmuş”, ancak “utancından” reaksiyon verememiş.
Şimdi gelin tutalım kelin perçeminden:
Bir: Eda Hanım gönlünü istediğine verir. Bu kimseyi ilgilendirmez. Bize pasta yemek düşer.
İki: Eda Hanım bu iş için ister halkla ilişkilerci tutar, ister ABD’den Obama’nın danışmanı getirir. Bu da kimseyi ilgilendirmez.
Üç: Eda Hanım “halkla ilişkilerciye danıştım, böyle yaptım” diye medyaya konuşabilir. Bunda da beis yoktur.
Dört: Medya Eda Hanım’ın mevzun vücudunun ve endamının suretini sayfalarına almak için haberi gönül rahatlığıyla kullanabilir. Buna da diyecek olamaz.
Beş: Medya bu olayı bir uzman halkla ilişkiler etkinliğiymiş gibi vermemiş mi, işte buna ses çıkarmamak mümkün değil.
İnşallah Eda Hanım’ın o ünlü halkla ilişkilerci arkadaşı çıkıp da o bendim demez. Çünkü derse, aklı başında herkes –bu arada potansiyel müşterileri de- o uzman halkla ilişkilerci nezdinde de iyi şeyler düşünmez.
Halkla ilişkilerciler medyanın bir numaralı haber kaynağı ve sosyal paydaşıdır. O nedenle de medyanın bu mesleğin itibarına sahip çıkması işin doğası gereğidir. Sahip çıkmayan medya kendi ayağına ateş etmiş olur.
Paragraph. Düzenlemek için buraya tıklayın.
Polat’ın serzenişi hem kombine hem de telefon hattı satışında Fenerbahçe’nin gerisinde kalmayı kabullenemeyişinden kaynaklanıyormuş. Fenerbahçe’nin sattığı kombine sayısı 32 bin iken, Galatasaray’ınki 25 bine bile gelememiş. Forma satışlarında da Galatasaray Fenerbahçe’nin gerisinde… GS Mobile’ın satışlarında durum daha da felaket.
Başkan isyanlarda: “Olamaz böyle şey. Stat dışında sahte forma satıyorlar. Oysa bizim seyirci sayımız Fenerbahçe’den daha fazla.”
Araştırmalar da Başkan’ı doğruluyor. Bir iki şehir dışında ülke çapında Fenerbahçe’ye karşı seyirci sayısında kahir üstünlüğü var.
Başkan Adnan Polat’ın söylediklerine bir de Galatasaray’ın UEFA Şampiyonluğu’nu ve Süper Kupa’yı aldığı sene bu başarıyı adam gibi ticari girdiye dönüştüremediklerini de ekleyelim.
Bütün bunların bir tek açıklaması olabilir: “Galatasaray Kulübü, Galatasaray markasını yönetememekte ya da en azından Fenerbahçe’ye oranla daha kötü yönetebilmektedir.”
Bu konuda ciddi araştırmaları olan ve pek çok dergide kulüplerin marka değerlerine ve finansal durumlarına bilimsel kapitalizm doğrultusunda nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda çeşitli makalelerine rastladığım Doruk Acar’a ilgilenenlerin bir e-posta göndermelerini tavsiye ederim ([email protected]).
Marka yönetimi Marketing Türkiye’yi yakından izleyenlerin çok iyi bileceği gibi kapitalizmin en gelişmiş, bir o kadar da karmaşık, anlaşılması ve yönetilmesi göründüğü kadar kolay olmayan fikri bir ürünüdür.
Bu işten başta reklamcılar olmak üzere anlayan pek çok iletişimciye bizim ülkemizde de rastlamak mümkündür. Tuhaftır ki bu konuda pek çok aslan vurmuş ve ajansıyla beraber parlak bir geçmişe imza atmış olan, Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi’nin patronu Yiğit Şardan Galatasaray markasını yönetmekten sorumlu Yönetim Kurulu’nun Başkan Yardımcısıdır.
Bu durumda ilk akla gelen şudur: “Başkan Adnan Polat, takım kurmakta başarılı olurken, takımın yönetimini Frank Rijkaard gibi dünya çapında bir ustaya teslim etmeyi uygun bulurken marka yönetimi alanında elinin altındaki Yiğit Şardan, Faruk Bil gibi usta iletişimcilere ne hikmetse gerektiği gibi şans tanımamaktadır.”
Liderlik, merkezi yönetim futbolda tabii ki esastır; öte yandan işi ehline teslim etmek de bizim milli kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. Hele de burnumuzun dibinde ehil kişiler varken…
Hak ve vicdan koşut değildir
Vatan gazetesinin ortaklarından, Sabah gazetesinin efsanevi Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu’nun kızı Zeynep Mutlu adına kurduğu vakfa bağlı okulların bulunduğu binaları belediye yerle bir etti. Hem de bir sabah saat 05.00’da… Yanlarında yüzlerce kolluk kuvvetiyle köyü bastılar ve devasa iş makineleriyle büyük bir gürültü çıkararak binaları yıktılar. Çevrede yaşayanlar deprem oluyor zannetmiş. Öyle bir gürültü çıkmış yani.
İş, ilişki ve iletişim yönetimi meselelerine biraz kafayı takanlar bilir ki hukuki boyutta haklı olmak her zaman haklı olarak algılanmayı gerektirmez. Örneğin hukuk devleti anlayışının geliştiği ülkelerde “suçluluğu kanıtlanana kadar herkes suçsuz olarak kabul edilir” ilkesi dibine kadar geçerli iken bizde tam tersi söz konusudur. Daha da ileride, A B’yi dava ediyor ve mahkemeye veriyorsa genel algı B’nin ‘kafadan’ suçlu olduğu yolundadır. Bu yüzden Türkiye’de iletişim süreçlerini hukuk süreçlerine koşut yönetemezsiniz. Bu açıdan bakıldığında belediyenin okulların açılmasına üç hafta kala gidip öğrenci ve velilerin gözünün önünde, kamu vicdanı nezdinde ‘mabet’ gibi algılanan binaları paramparça etmesi kabul edilebilir bir davranış biçimi değildir.
Oysa yasalar önünde belediye büyük bir olasılıkla yüzde yüz haklıdır. Ayrıntıya girmeye hiç gerek yoktur. 10 yıldır sürdüğü bilinen bu anlaşmazlık sonunda vakfın belediyeye karşı davayı kazanmasının imkânsız olduğunu, hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencileri dahi bilirler. Peki, madem bu kadar haklı, o halde neden bu kadar haksız?
Çok basit. Bakın. Mahkeme kararı kesinleşeli en az iki ay oldu. Bu iki ay zarfında siz hiçbir iletişim yapmayın. Sonra da bir sabah 05.00’da terminatör gibi gidip binaları devirin. Oysa iki ay süre içinde her gün hem çevre sakinlerine hem öğrencilere hem velilere hem de okul personeline iletişim yapılsa ve örneğin geri sayma tekniği ile yıkıma şu kadar gün kaldı, bu kadar gün kaldı diye tabelalar okulun önüne asılsa, okul idaresi geçici de olsa öğrencilere yeni bir mekân bulması konusunda her gün uyarılsa bugünkü şok, bugünkü olumsuz algılama ortaya çıkar mıydı?
Tabii ki çıkmazdı. Bırakın İstanbul’u Anadolu’nun çeşitli yerlerinde her daim toprak ve/veya su meselesinde insanlar birbirlerini yasalar önünde haklı mı haksız mı diye bakmadan boğazlamıyorlar mı? O halde belediyeye düşen görevi bir kez daha tekrarlayalım: İletişimi yasal süreçlerden tamamen ayrı düşünmek…
İkoncan’ın halkla ilişkilerci arkadaşı susmalı
Şu halkla ilişkiler mesleğinin adam olmasını en azından herhalde ben göremeyeceğim. Bu kadar kötümser olunur mu? Evet, olunur. Bakın HT Magazin’in birinci sayfasında yedi sütuna manşetten ne başlık atmışlar: “Planlı Ayrılık”.
Alt başlığı aynen aktarıyorum: “Nurettin Hasman’la birlikteyken gönlünü sörfçü Bora Kozanoğlu’na kaptıran Eda Taşpınar, halkla ilişkilerci bir arkadaşıyla ayrılık için ince bir plan yaptı. Her şeyden habersiz Nurettin Hasman, ayrılığı bir sabah gazeteden öğrendi.”
Eda Hanım, Nurettin Bey’le yedi yıldır “büyük aşk” yaşıyormuş. Hanımefendi, bu yaz amcasının yeni açtığı restorana destek vermek için gittiği Çeşme’de Bora Bey ile tanışmış. İlişki kısa zamanda ‘düzeyli bir ilişkiye’ dönüşmüş.
Peki, Eda Hanım ne yapacak?
Ayrılmak istediğini Nurettin Hasman’a nasıl söyleyeceğini bilememiş. “Tanınmış bir halkla ilişkilerci arkadaşından” yardım istemiş. O da Eda Hanım’a akıl vermiş. Demiş ki, “Haberi çaktırmadan medyaya sızdıralım. Nurettin Bey nasılsa aldatılmış erkek durumuna düşmez, bu şekilde de sesini çıkarmaz.”
Nasıl halkla ilişkilerci ama?.. İyi değil mi?..
Gerçekten de meşhur halkla ilişkilercinin dediği çıkmış. Nurettin Bey haberi görünce “şoke olmuş”, ancak “utancından” reaksiyon verememiş.
Şimdi gelin tutalım kelin perçeminden:
Bir: Eda Hanım gönlünü istediğine verir. Bu kimseyi ilgilendirmez. Bize pasta yemek düşer.
İki: Eda Hanım bu iş için ister halkla ilişkilerci tutar, ister ABD’den Obama’nın danışmanı getirir. Bu da kimseyi ilgilendirmez.
Üç: Eda Hanım “halkla ilişkilerciye danıştım, böyle yaptım” diye medyaya konuşabilir. Bunda da beis yoktur.
Dört: Medya Eda Hanım’ın mevzun vücudunun ve endamının suretini sayfalarına almak için haberi gönül rahatlığıyla kullanabilir. Buna da diyecek olamaz.
Beş: Medya bu olayı bir uzman halkla ilişkiler etkinliğiymiş gibi vermemiş mi, işte buna ses çıkarmamak mümkün değil.
İnşallah Eda Hanım’ın o ünlü halkla ilişkilerci arkadaşı çıkıp da o bendim demez. Çünkü derse, aklı başında herkes –bu arada potansiyel müşterileri de- o uzman halkla ilişkilerci nezdinde de iyi şeyler düşünmez.
Halkla ilişkilerciler medyanın bir numaralı haber kaynağı ve sosyal paydaşıdır. O nedenle de medyanın bu mesleğin itibarına sahip çıkması işin doğası gereğidir. Sahip çıkmayan medya kendi ayağına ateş etmiş olur.
Paragraph. Düzenlemek için buraya tıklayın.