Bütün mesele yedirebilmekte…
21 EKİM 2007
Kadın erkek pek çok kişi ağzının suyu akarak Cecilia Sarkozy’nin serüvenlerini izliyor. Otuz iki kısım tekmili birden… Nikahına karnı burnunda hamile gidiyor. Nikahı kıyan belediye başkanını öyle bir etkiliyor ki, her iki ailenin de hayatı değişiyor. Kendisinde iki çocuk, Sarkozy’de iki, evleniyorlar ve bir tane de beraber yapıyorlar. Sonra gönlünü bir halkla ilişkilerciye kaptırıyor. Bakan kocayı bırakıyor, ver elini New York…On ay çılgınlar gibi bir aşk. Sonra büyük bir olasılıkla Sarkozy “Cumhurbaşkanı olacağım, Allah aşkına gel” demiş olmalı ki soluğu Paris’te alıyor. Sarkozy seçiliyor. Ancak Cecilia’nın gönlü başka sahillere vurmuş. Başkan’a zarar vermeyeceğini de anlayınca, tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna…
Şimdi bunu içi gitmeden izleyen kadın olur mu?
Oysa bir de başa gelmeye görsün. Hayranlık duyulan Cecilia’ları yerin dibine sokup çıkarırlar.
Kıssadan hisse: Yaşam bir yedirme meselesidir. Yedirdiğiniz sürece bir sorun çıkmaz… Bütün mesele nasıl yedireceğinizi bilmekten geçiyor. Şimdilik tek bir tüyo vereyim: Zarafet. Zarafetle yediremediğiniz şey yoktur.
Alarko fırsatı tepiyor
Gazetedeki tam sayfa teşekkür ilanını gördüğümde hiç şaşırmadım. İstanbul’un su sorununa ciddi çözüm getirecek olan Büyük Melen Projesi’ni zamanından önce bitirmişler. Alarko, Başbakan’dan başlayıp, en alt kademedeki bürokrata kadar teşekkür ediyor. Alarko’nun kurumsal kokusu ve kültürel dokusu böyledir. Fazla bağırılıp, altı çizilmez.
Ben dünyanın gözbebeği bir şehri susuzluktan kurtaracağım. Herkesin gündemindeki bir meseleyi tereyağından kıl çeker gibi şıpın işi çözeceğim. Sonra da sıradan fabrika açılışıma gelenlere teşekkür ilanı vereceğim. Olacak iş değil!
Bu fırsat iletişime birinci dereceden önem veren kuruluşlardan birinin eline geçseydi, bugün İstanbul’un kurtarıcısı olduklarını dağa, taşa ezberletmişlerdi.
Alarko’nun bir bildiği olduğunu düşünmek istiyorum. Yoksa çeşitli iletişim kanallarını ve halkla ilişkiler yöntemlerini kullanmamış olmasını anlamak mümkün değil…
Böyle iletişim fırsatları insanın eline her zaman geçmez.
Düşük profil bazen iyidir
Ya birileri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün varlığını halen daha içine sindiremediği için nereden yakalasam da vursam diye bakıyor ya da talihsiz ve dikkatsizce çıkan olaylar peşini bırakmıyor.
Çok değil, birkaç gün önce Gül’ün kızını evlendirdiği İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’yle ilgili iddialar sanki Gül bu işi biliyormuş ve sorumlusuymuş gibi gösterildi.
Dün ise Cem Vakfı kurucuları Ertuğrul Aslan ve Cem Rafet Tükek Cumhurbaşkanını ziyarete gitmişler. Oysaki Cem Vakfı’nı temsil etmiyorlarmış. Olay büyümüş. Vakfın Başkanı İzzettin Doğan Aslan ziyaretin Cem Vakfı’yla ilgili olmadığını bu kişilerin Ak Parti’ye taraftar bir Alevi grubu oluşturma çabasıyla orada olduklarını söylemiş.
Ortada henüz bir kriz durumu yok. Ancak içimden bir ses aynı hafta içerisinde Cumhurbaşkanıyla ilgili bu tür iki haberin çıkmasının hem tesadüf olmadığını söylüyor hem de benzerlerinin devam edebileceğini…
Cumhurbaşkanına küçük bir tavsiye: Madem ki üstünüze geliniyor (bkz. İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nde nikahta çekilen toplu aile fotoğrafı) o zaman bir süre için iletişimi ‘alarga’ya almakta, düşük profilde kalmakta yarar var.
Fatih’i biraz rahat bırakın
Vurun Fatih Terim’e. En kolay yol. Zaten sesi de fazla çıkmıyor. Çünkü kızıyla evlendirmek istediği için Emre’ye torpil yapıp oynattığını yazdıkları için medyaya içerlemiş, susuyor ya; bastırın…
Direkten dönen top girse, Tuncay ıska geçmese, ne duygusallığı kalacaktı Terim’in ne de yanlış taktikleri… İmparator diye koyacak yer bulamayacaktınız…
Beni ilgilendiren işin sadece vicdani boyutu değil. Türk basınında starlara karşı sergilenen garip tutum. Medyayı starlar taşır. Sanattan spora, oradan siyasete, starların olmadığı bir medya ortamı düşünülebilir mi? Tabii ki şöhretlerle ilgili arada sırada olumsuz konulara değinmeye diyeceğim bir şey yok. İşin cilvesi o… Ancak şöhreti yok etmeye çalışmak, hangi aklın kârı?.. Stara şuursuzca vurmak, sürekli vurmak medyanın kendini inkârı demektir…
Fatih Terim’i biraz kendi haline bırakın. Onun için değil, kendiniz için bir süre üstüne üstüne gitmeyin. Şurada iki maç kaldı. Dere geçerken at zaten değiştirilmez. İki maç sonra benim bildiğim Fatih zaten (öyle ya da böyle) gereğini yapar, hiç merak etmeyin.
Şimdi bunu içi gitmeden izleyen kadın olur mu?
Oysa bir de başa gelmeye görsün. Hayranlık duyulan Cecilia’ları yerin dibine sokup çıkarırlar.
Kıssadan hisse: Yaşam bir yedirme meselesidir. Yedirdiğiniz sürece bir sorun çıkmaz… Bütün mesele nasıl yedireceğinizi bilmekten geçiyor. Şimdilik tek bir tüyo vereyim: Zarafet. Zarafetle yediremediğiniz şey yoktur.
Alarko fırsatı tepiyor
Gazetedeki tam sayfa teşekkür ilanını gördüğümde hiç şaşırmadım. İstanbul’un su sorununa ciddi çözüm getirecek olan Büyük Melen Projesi’ni zamanından önce bitirmişler. Alarko, Başbakan’dan başlayıp, en alt kademedeki bürokrata kadar teşekkür ediyor. Alarko’nun kurumsal kokusu ve kültürel dokusu böyledir. Fazla bağırılıp, altı çizilmez.
Ben dünyanın gözbebeği bir şehri susuzluktan kurtaracağım. Herkesin gündemindeki bir meseleyi tereyağından kıl çeker gibi şıpın işi çözeceğim. Sonra da sıradan fabrika açılışıma gelenlere teşekkür ilanı vereceğim. Olacak iş değil!
Bu fırsat iletişime birinci dereceden önem veren kuruluşlardan birinin eline geçseydi, bugün İstanbul’un kurtarıcısı olduklarını dağa, taşa ezberletmişlerdi.
Alarko’nun bir bildiği olduğunu düşünmek istiyorum. Yoksa çeşitli iletişim kanallarını ve halkla ilişkiler yöntemlerini kullanmamış olmasını anlamak mümkün değil…
Böyle iletişim fırsatları insanın eline her zaman geçmez.
Düşük profil bazen iyidir
Ya birileri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün varlığını halen daha içine sindiremediği için nereden yakalasam da vursam diye bakıyor ya da talihsiz ve dikkatsizce çıkan olaylar peşini bırakmıyor.
Çok değil, birkaç gün önce Gül’ün kızını evlendirdiği İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’yle ilgili iddialar sanki Gül bu işi biliyormuş ve sorumlusuymuş gibi gösterildi.
Dün ise Cem Vakfı kurucuları Ertuğrul Aslan ve Cem Rafet Tükek Cumhurbaşkanını ziyarete gitmişler. Oysaki Cem Vakfı’nı temsil etmiyorlarmış. Olay büyümüş. Vakfın Başkanı İzzettin Doğan Aslan ziyaretin Cem Vakfı’yla ilgili olmadığını bu kişilerin Ak Parti’ye taraftar bir Alevi grubu oluşturma çabasıyla orada olduklarını söylemiş.
Ortada henüz bir kriz durumu yok. Ancak içimden bir ses aynı hafta içerisinde Cumhurbaşkanıyla ilgili bu tür iki haberin çıkmasının hem tesadüf olmadığını söylüyor hem de benzerlerinin devam edebileceğini…
Cumhurbaşkanına küçük bir tavsiye: Madem ki üstünüze geliniyor (bkz. İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nde nikahta çekilen toplu aile fotoğrafı) o zaman bir süre için iletişimi ‘alarga’ya almakta, düşük profilde kalmakta yarar var.
Fatih’i biraz rahat bırakın
Vurun Fatih Terim’e. En kolay yol. Zaten sesi de fazla çıkmıyor. Çünkü kızıyla evlendirmek istediği için Emre’ye torpil yapıp oynattığını yazdıkları için medyaya içerlemiş, susuyor ya; bastırın…
Direkten dönen top girse, Tuncay ıska geçmese, ne duygusallığı kalacaktı Terim’in ne de yanlış taktikleri… İmparator diye koyacak yer bulamayacaktınız…
Beni ilgilendiren işin sadece vicdani boyutu değil. Türk basınında starlara karşı sergilenen garip tutum. Medyayı starlar taşır. Sanattan spora, oradan siyasete, starların olmadığı bir medya ortamı düşünülebilir mi? Tabii ki şöhretlerle ilgili arada sırada olumsuz konulara değinmeye diyeceğim bir şey yok. İşin cilvesi o… Ancak şöhreti yok etmeye çalışmak, hangi aklın kârı?.. Stara şuursuzca vurmak, sürekli vurmak medyanın kendini inkârı demektir…
Fatih Terim’i biraz kendi haline bırakın. Onun için değil, kendiniz için bir süre üstüne üstüne gitmeyin. Şurada iki maç kaldı. Dere geçerken at zaten değiştirilmez. İki maç sonra benim bildiğim Fatih zaten (öyle ya da böyle) gereğini yapar, hiç merak etmeyin.