Büyük Çaresizliğimiz
20 Ağustos 2019 - Yeni Şafak
The Great Hack adlı belgeseli iki eliniz kanda olsa da izleyin. Aksi hâlde, iletişimin olduğu gibi yaşadığımız günlük hayatın da temel meselelerini anlamakta çok güçlük çekeriz. Belgesele Netflix’ten ulaşabilirsiniz.
‘Büyük veri’ konusunda yazılanlara, önümüze konan iyi ve kötü senaryolara, işin nerelere varabileceğine dair gözlem ve tahminlere çok da uzak olduğum söylenemez. Fakat, işi örnekleriyle, detaylarıyla öğrenince afallamamak yine de imkânsıza yakın.
SLC Grup’un bir şirketi olan Cambridge Analytica, İngiltere merkezli bir siyasi danışmanlık firması. Seçim kampanyalarında stratejik iletişimi belirlemek ve uygulamak üzere kişisel veri toplama ve analizi konularında uzman. Sadece 2014 yılında Amerika’da 44 yerel seçimde çalışmışlar.
Belgeselde, medyadan aşina olduğumuz Cambridge Analytica-Facebook skandalı anlatılıyor. Şirket, Facebook’un kendilerine sattığı 87 milyon kullanıcıya ait kişisel veriyi, 2016 yılında Trump’ın kampanyası için kullanmış. Verinin toplanmasında da satılmasında da usulsüzlük yapılmış. Sonuçta, 24 Temmuz 2019 günü, ABD Federal Ticaret Komisyonu Facebook’un bu nedenle 5 milyar dolar ceza ödeyeceğini duyurdu.
Tüm bunların ve daha fazlasının ortaya çıkması, Parsons Tasarım Okulu’nda hocalık yapan David Caroll’un İngiltere’de, Cambridge Analytica’nın kendisiyle ilgili elde ettiği veriyi, bunları nasıl işlediğini, kimlerle paylaştığını ve bu paylaşımı durdurup durduramayacaklarını öğrenmek için dava açmasıyla başlıyor.
Sonrası inanın korku filmi gibi ama keşke sadece bir film olsaymış... İki şirket çalışanının davaya itirafçı olarak katılıp ellerindeki belgeleri paylaşmalarıyla iş çığ gibi büyüyor. Araştırma çok yönlü devam ederken Trump kampanyası, Brexit kampanyası gibi iki dev seçimin, şirketin elde ettiği verilerle manipüle edildiği de ortaya çıkıyor.
Cambridge Analytica’nın bağlı olduğu SCL, işe SCL Defence adıyla ordunun taşeronu olarak işe başlamış. İngiltere ordusu, donanması, ABD ordusu, özel harekât timleri ile NATO, CIA, Dış İşleri Bakanlığı ve Pentagon’a hizmet vermişler. Ana hedefleri, ‘araştırma vasıtasıyla düşman kitlelerinde davranış değişikliği’ne neden olmakmış.
Cambridge Analytica, Amerika ve İngiltere seçimlerinden önce Litvanya, Kenya, Gana, Malezya, Romanya gibi ülkeler üzerinde de pek çok somut çalışma ortaya koymuş. Bazen ‘kararsız’ seçmenin çalıştıkları adayı desteklemek üzere... Bazen de ‘karşı taraf’ın seçmeninin sandığa hiç gitmemesini sağlayacak siyasi hareketleri doğurmak için... Ve başarılı olmuşlar.
Yaratıcı videolar, görseller, yazılar ve reklamlarla desteklenmiş milyonlarca çalışma sosyal medyada dolaşıma girdikten sonra dağılımını kontrol etmek neredeyse imkânsız...
Obama’nın seçim kampanyasında, dijital iletişim çok başarılı biçimde kullanılınca Cambridge Analytica, Amerika’daki Cumhuriyetçi siyasetçilere yanaşmış. Birlikte çalışmaya başladıkları Ted Cruz, ön seçimlerde en düşük puanlı adayken Trump adaylığı almadan önce sona kalan tek kişi haline gelmiş. Cruz’un ekibi kampanya başarısının “psikolojik veri ve analizine” dayandığını açıklanmış. O dönem Fortune dergisinde “Ted Cruz’un Gizli Silahı: Facebook Beğenileriniz” başlıklı bir yazı da yayınlanmış.
Datanın bir silah gibi kullanıldığı bunca egzersizden sonra şirket, seçim için yaptığı çalışmaların zirvesine Brexit ve Trump’ın kampanyalarıyla ulaşıyor.
Peki bunu nasıl yapıyorlar?
Öncelikle işe, bireysel tercih analizlerinden yola çıkılarak ‘kararsız’ seçmenlerin tespit edilmesiyle başlanıyor. Neredeyse ilçelere kadar bu seçmenlerin dağılımı tespit ediliyor. Sonra, Facebook’tan elde edilen veriyle bu seçmen ona özel kişiselleştirilmiş mail, video, blog yazısı, reklam ve daha pek çok çalışmayla mesaj bombardımanına tutuluyor.
Cambrige Analytica, her Amerikan vatandaşı için 5 bin ayrı veri noktasına sahipmiş. Her bir vatandaş için! Bu sayı, yaklaşık 10 yıl içinde her bir birey için 70 bin noktaya ulaşacakmış. Çok rahatsız edici, değil mi?
Bu veriyi, yeni indirdiğimiz, üyesi olduğumuz uygulama ve sayfalardan elde ediyorlar. “Yaşlanınca nasıl görüneceksin?” ya da “Ruh ikizinle ne zaman tanışacaksın?” gibi eğlenceli içeriklerin masumiyetinden kimse şüphe etmiyor çünkü... Türkiye’de de Instagram’da ya da Google’da sadece size özel reklamların karşınıza çıkmasına şaşırmıyorsunuz değil mi?
270 bin Facebook kullanıcısının üyesi olduğu “Your Digital Life” uygulaması da bu konuda kendilerine çok yardımcı olmuş. Çünkü uygulamaya üye olurken sadece kendinizle ilgili değil, arkadaşlarınızla ilgili veriyi de paylaşmayı kabul etmiş oluyormuşsunuz.
Tüm bunlardan, izinli ya da izinsiz paylaştığımız veri bir araya gelince kim olduğumuzla ilişkili hayli net davranış profilimiz ortaya çıkıyor işte. Ve manipülasyona çok açık biçimde orada öylece duruyoruz.
Tüm etkileşimler, kredi kartı kullanımları, web aramaları, paylaşılan konumlar, beğeniler ve daha nicelerinin toplanmasıyla oluşan ‘büyük veri’yle işte böylece ham madde sağlıyoruz.
Hayli uzun süren yargılama sonunda İngiliz mahkemesi “İngiltere seçim sisteminin yetersiz olduğu”nu kabul etmekle yetinmiş. Şirket’in CEO’su Alexandre Nix görevden alınmış. Analytica batmış, kapanmış… Hepsi bu kadar! Bundan sonra kişisel verilerimizin nasıl korunacağına dair bir bilgi, işaret, ışık yok.
Belgeselde, Amerika’daki “Black Lives Matter” hareketinin örtülü biçimde nasıl Rusya tarafından bir kampanya hâline getirildiği de yer alıyor.
Tüm bunlara bakınca Türkiye’de olup bitenlere böyle müdahale ediliyor mu diye düşünmeden edemiyor insan. The Great Hack’i izledikten sonra içinize garip bir duygu yerleşebilir, çaresizlik duygusu...
‘Büyük veri’ konusunda yazılanlara, önümüze konan iyi ve kötü senaryolara, işin nerelere varabileceğine dair gözlem ve tahminlere çok da uzak olduğum söylenemez. Fakat, işi örnekleriyle, detaylarıyla öğrenince afallamamak yine de imkânsıza yakın.
SLC Grup’un bir şirketi olan Cambridge Analytica, İngiltere merkezli bir siyasi danışmanlık firması. Seçim kampanyalarında stratejik iletişimi belirlemek ve uygulamak üzere kişisel veri toplama ve analizi konularında uzman. Sadece 2014 yılında Amerika’da 44 yerel seçimde çalışmışlar.
Belgeselde, medyadan aşina olduğumuz Cambridge Analytica-Facebook skandalı anlatılıyor. Şirket, Facebook’un kendilerine sattığı 87 milyon kullanıcıya ait kişisel veriyi, 2016 yılında Trump’ın kampanyası için kullanmış. Verinin toplanmasında da satılmasında da usulsüzlük yapılmış. Sonuçta, 24 Temmuz 2019 günü, ABD Federal Ticaret Komisyonu Facebook’un bu nedenle 5 milyar dolar ceza ödeyeceğini duyurdu.
Tüm bunların ve daha fazlasının ortaya çıkması, Parsons Tasarım Okulu’nda hocalık yapan David Caroll’un İngiltere’de, Cambridge Analytica’nın kendisiyle ilgili elde ettiği veriyi, bunları nasıl işlediğini, kimlerle paylaştığını ve bu paylaşımı durdurup durduramayacaklarını öğrenmek için dava açmasıyla başlıyor.
Sonrası inanın korku filmi gibi ama keşke sadece bir film olsaymış... İki şirket çalışanının davaya itirafçı olarak katılıp ellerindeki belgeleri paylaşmalarıyla iş çığ gibi büyüyor. Araştırma çok yönlü devam ederken Trump kampanyası, Brexit kampanyası gibi iki dev seçimin, şirketin elde ettiği verilerle manipüle edildiği de ortaya çıkıyor.
Cambridge Analytica’nın bağlı olduğu SCL, işe SCL Defence adıyla ordunun taşeronu olarak işe başlamış. İngiltere ordusu, donanması, ABD ordusu, özel harekât timleri ile NATO, CIA, Dış İşleri Bakanlığı ve Pentagon’a hizmet vermişler. Ana hedefleri, ‘araştırma vasıtasıyla düşman kitlelerinde davranış değişikliği’ne neden olmakmış.
Cambridge Analytica, Amerika ve İngiltere seçimlerinden önce Litvanya, Kenya, Gana, Malezya, Romanya gibi ülkeler üzerinde de pek çok somut çalışma ortaya koymuş. Bazen ‘kararsız’ seçmenin çalıştıkları adayı desteklemek üzere... Bazen de ‘karşı taraf’ın seçmeninin sandığa hiç gitmemesini sağlayacak siyasi hareketleri doğurmak için... Ve başarılı olmuşlar.
Yaratıcı videolar, görseller, yazılar ve reklamlarla desteklenmiş milyonlarca çalışma sosyal medyada dolaşıma girdikten sonra dağılımını kontrol etmek neredeyse imkânsız...
Obama’nın seçim kampanyasında, dijital iletişim çok başarılı biçimde kullanılınca Cambridge Analytica, Amerika’daki Cumhuriyetçi siyasetçilere yanaşmış. Birlikte çalışmaya başladıkları Ted Cruz, ön seçimlerde en düşük puanlı adayken Trump adaylığı almadan önce sona kalan tek kişi haline gelmiş. Cruz’un ekibi kampanya başarısının “psikolojik veri ve analizine” dayandığını açıklanmış. O dönem Fortune dergisinde “Ted Cruz’un Gizli Silahı: Facebook Beğenileriniz” başlıklı bir yazı da yayınlanmış.
Datanın bir silah gibi kullanıldığı bunca egzersizden sonra şirket, seçim için yaptığı çalışmaların zirvesine Brexit ve Trump’ın kampanyalarıyla ulaşıyor.
Peki bunu nasıl yapıyorlar?
Öncelikle işe, bireysel tercih analizlerinden yola çıkılarak ‘kararsız’ seçmenlerin tespit edilmesiyle başlanıyor. Neredeyse ilçelere kadar bu seçmenlerin dağılımı tespit ediliyor. Sonra, Facebook’tan elde edilen veriyle bu seçmen ona özel kişiselleştirilmiş mail, video, blog yazısı, reklam ve daha pek çok çalışmayla mesaj bombardımanına tutuluyor.
Cambrige Analytica, her Amerikan vatandaşı için 5 bin ayrı veri noktasına sahipmiş. Her bir vatandaş için! Bu sayı, yaklaşık 10 yıl içinde her bir birey için 70 bin noktaya ulaşacakmış. Çok rahatsız edici, değil mi?
Bu veriyi, yeni indirdiğimiz, üyesi olduğumuz uygulama ve sayfalardan elde ediyorlar. “Yaşlanınca nasıl görüneceksin?” ya da “Ruh ikizinle ne zaman tanışacaksın?” gibi eğlenceli içeriklerin masumiyetinden kimse şüphe etmiyor çünkü... Türkiye’de de Instagram’da ya da Google’da sadece size özel reklamların karşınıza çıkmasına şaşırmıyorsunuz değil mi?
270 bin Facebook kullanıcısının üyesi olduğu “Your Digital Life” uygulaması da bu konuda kendilerine çok yardımcı olmuş. Çünkü uygulamaya üye olurken sadece kendinizle ilgili değil, arkadaşlarınızla ilgili veriyi de paylaşmayı kabul etmiş oluyormuşsunuz.
Tüm bunlardan, izinli ya da izinsiz paylaştığımız veri bir araya gelince kim olduğumuzla ilişkili hayli net davranış profilimiz ortaya çıkıyor işte. Ve manipülasyona çok açık biçimde orada öylece duruyoruz.
Tüm etkileşimler, kredi kartı kullanımları, web aramaları, paylaşılan konumlar, beğeniler ve daha nicelerinin toplanmasıyla oluşan ‘büyük veri’yle işte böylece ham madde sağlıyoruz.
Hayli uzun süren yargılama sonunda İngiliz mahkemesi “İngiltere seçim sisteminin yetersiz olduğu”nu kabul etmekle yetinmiş. Şirket’in CEO’su Alexandre Nix görevden alınmış. Analytica batmış, kapanmış… Hepsi bu kadar! Bundan sonra kişisel verilerimizin nasıl korunacağına dair bir bilgi, işaret, ışık yok.
Belgeselde, Amerika’daki “Black Lives Matter” hareketinin örtülü biçimde nasıl Rusya tarafından bir kampanya hâline getirildiği de yer alıyor.
Tüm bunlara bakınca Türkiye’de olup bitenlere böyle müdahale ediliyor mu diye düşünmeden edemiyor insan. The Great Hack’i izledikten sonra içinize garip bir duygu yerleşebilir, çaresizlik duygusu...