Çarşı şampiyonluğa da karşı mı!..
01 Haziran 2009 Akşam Gazetesi
Kimse şampiyon olmak istemedi. O istedi. Helal olsun...
Tebrikler Beşiktaş.
Mazlum takımdır. Galatasaray, Fener gibi agresif değil. İkincilik üçüncülükle istikrarlı bir şekilde yetinir hep... Taraftarı bile (Çarşı) 'popüler entelektüel'dir... Onların ve 'söylemlerinin' (Çarşı kendisine de karşı vb...) özellikle 'hastasıyım'...
Babam Beşiktaşlı'ydı. Severim Beşiktaş'ı da, Beşiktaş- lıları da.
Şimdi bir araştırmacı gazetecilik çalışması bekliyorum, 'skor basını' olmayan arkadaşlardan. Mustafa Denizli alındığında kim ne demiş, aynı kişiler şimdi ne diyor? Beşiktaş 6'ıncı iken kim, hangi analizi yapmış; şimdi ne yapıyor?
İlginç olmaz mı?..
İlahi Tuğçe Tatari!..
Bizim Prof. Dr. Haluk Şahin'le bir 'mavramız' vardır. Arada sırada İstanbul'da ya da Bozcaada'da bir araya geldiğimizde kaynatırken konu oraya gelir...
Haftalık bir siyasi dergi çıkaracağız. Akis'ten bu yana adam gibisi yok. Sadece Türkiye'nin değil Ortadoğu'nun gündemini belirleyecek, raconu kesecek. Benchmark, Der Spiegel, Time dergileri... 30 küsur doktoralı 'araştırmacı gazetecinin' çalıştığı Spiegel, örnek. Ankara bürosu şöyle olacak; İzmir bürosu böyle... Yaklaşık 300 kişilik kadro... Türkiye'nin 81 ilinde ve dünyanın bütün metropollerinde temsilci; kriz bölgelerinde muhabir...
40 milyon dolara mal olacak... Üç yıl 'EBİTTA' (FAVÖK, Faiz Amortisman ve Vergi Öncesi Kar) artı vermiyor; yani Türkiye'deki dergi yayıncılığında patronların beklediği gibi, ilk sayıda hemen kar etmek yok. Tüm sanayi kollarında olduğu gibi burada da yatırım süresi var. Ama 3 yıl sonra, önce 'break even point', (başabaş noktası) ardından haftalık ortalama reklam geliri: 1 milyon dolar... Yıllık kar hedefi 20 milyon dolar. Derginin 'pazar değeri' 10 yıl sonra 250 milyon dolar... İster halka aç, ister blok satış yap...
Nasıl hesap? Bizim Haluk'la bir 'nal' bulduğumuz kesin. Geriye üç nalla bir at kalmış... Hepsi o...
Tuğçe Tatari'nin dün yazdığı gazete 'mavrası' gibi... İlk lafı Soner attı ortaya. Sonra makara sarıldıkça sarıldı. Amma teşneymişiz hepimiz... Ben yazımı yazmak için Salomanje'nin salon kısmına geçtiğimde onlar hala konuşuyorlardı: Hıncal Uluç, Ahmet Hakan, Soner Yalçın, Oray Eğin, Serdar Turgut, Ayşenur Arslan, Defne Alphan ve tabii Tuğçe... Herkes ortak... (Ayrıntı için bkz. Tuğçe'nin dünkü yazısı...) Kimse yazacak değildi. Ama Tuğçe bu. Kurşun işlemez... Yazar...
İlahi Tuğçe...
Hayali cihan değer...
Yanlış bir suflörün
söylediklerini oynayanlar...
İletişim sistematiğinin içindeki tüm süreçlerde duyguların rolünü öne çıkaranlardan hatta abartanlardan biri ola geldim hep. 'Tek yönlü-çift yönlü, simetrik-asimetrik', her tür iletişimde düşüncelerden çok duygulara hitap edebilme yeteneğinin iş ve özel hayatlardaki 'kolaylaştırıcı' etkisinden dem vurup dururum. 'İletişimin gönül penceresi'ni her daim güneşte tutmaya nasıl da ihtiyacımız var.
İyi hoş da bu işin üstesinden sanıldığı kadar kolaylıkla gelinebilir mi?
Bir anlaşmazlık durumunda sorunun, çok yakın zamanlardaki bir iletişimsizlikten ya da yanlış anlaşılmaktan kaynak bulduğunu sanır ve bu sorunu çözmek için toplantı üzerine toplantılar düzenlerken, size tam anlamıyla 'kıl olan' birinin ortalığa yaydığı tezvirata kurban gittiğinizi sezemiyorsanız, sevgili Doğan Hızlan'ın ifade biçimiyle 'yanlış bir suflörün söylediklerini oynayanlar'dan biri olmanız kaçınılmaz.
Her iletişimcinin insan ruhunda ve bedeninde gizlenen 'duyguları' okuyabilme yeteneğine sahip olabilmesi için edebiyat dünyasının sınırlarından içeri bodoslamadan, dolayımsız, pasaportsuz girmesi gerekiyor. Benim yaptığım gibi yapın. Alın elinize Selim İleri'nin Everest Cep Kitapları'ndan çıkan ilk romanı 'Destan Gönüller'in yeni baskısını... Önce Doğan Hızlan'ın 1973 yılında yazdığı ve geçen zamana rağmen daha da tazelenen o güzelim önsözdeki azla özü anlatabilme sanatının tadını çıkarın.
Elinizde eser, arkalı-önlü çift kapağı, her iki taraftan başla-nabilecek yapısı ile sürprizli bir kitap aynı zamanda. Kitabın diğer yüzünde de Selim İleri'nin yirmi küsur yıl sonra yayımladığı ilk hikaye kitabı yer alıyor:'Fotoğrafı Sana Gönderiyorum'. İkinci önerim bu hikayelerin öncelikle sonuncusunu okumanız. 'Gregor Samsa'nın Elyazısı' adlı fotoğraflı hikaye, kendini 'iletişim dairesi' içinde gören herkese lazım... Yazar, Aachen'deki mütevazı bir evin bahçesinde çekilmiş bir aile fotoğrafını, önce yağmur ve buzla sislendirerek, sonra da parçalarına ayırarak 'okuyor' da, 'yazıyor' da. Bir an fotoğrafın son parçalarından biri olarak ortaya çıkan hikaye kahramanı çocuğun Selim İleri'nin bizzat kendisi mi, yoksa Kafka mı olduğu konusunda kuşkuya düşüyor insan. İnternette biraz gezindim. Kafka'nın çocukluğuna ne kadar da benziyor. Haliyle tavrıyla, yüzüyle kulağıyla...
Bana, öldükten sonra çıplak olarak bulunan Romy Schneider'ın sıkılı avucunun içinden çıkan kağıt parçasında yazılı babasının kendisine yazıp bir yaş gününde armağan ettiği şu cümleyi hatırlattı: 'Çocukluğunu al ve kaç! Eninde sonunda elinde kalacak tek şey odur.'
Hüzünlü ve aynı zamanda güçlü olabilmenin mümkün olduğuna inanmak istemeyenler edebiyatın sınırlarını zorlayıp içine girmeliler. Bu kitap, hüzünlü olmak için tüm nedenler üstümüze gelirken, iletişimin gönül penceresini güneşle doldurmak ve incelikleri 'okuyabilme' yeteneğine sahip olanlar için... Allah'ın Resulü'ne tebliğ edilen ilk Ayeti Kerime'nin anlamında 'okuma' yeteneğine sahip olanlar için...
Kimse şampiyon olmak istemedi. O istedi. Helal olsun...
Tebrikler Beşiktaş.
Mazlum takımdır. Galatasaray, Fener gibi agresif değil. İkincilik üçüncülükle istikrarlı bir şekilde yetinir hep... Taraftarı bile (Çarşı) 'popüler entelektüel'dir... Onların ve 'söylemlerinin' (Çarşı kendisine de karşı vb...) özellikle 'hastasıyım'...
Babam Beşiktaşlı'ydı. Severim Beşiktaş'ı da, Beşiktaş- lıları da.
Şimdi bir araştırmacı gazetecilik çalışması bekliyorum, 'skor basını' olmayan arkadaşlardan. Mustafa Denizli alındığında kim ne demiş, aynı kişiler şimdi ne diyor? Beşiktaş 6'ıncı iken kim, hangi analizi yapmış; şimdi ne yapıyor?
İlginç olmaz mı?..
İlahi Tuğçe Tatari!..
Bizim Prof. Dr. Haluk Şahin'le bir 'mavramız' vardır. Arada sırada İstanbul'da ya da Bozcaada'da bir araya geldiğimizde kaynatırken konu oraya gelir...
Haftalık bir siyasi dergi çıkaracağız. Akis'ten bu yana adam gibisi yok. Sadece Türkiye'nin değil Ortadoğu'nun gündemini belirleyecek, raconu kesecek. Benchmark, Der Spiegel, Time dergileri... 30 küsur doktoralı 'araştırmacı gazetecinin' çalıştığı Spiegel, örnek. Ankara bürosu şöyle olacak; İzmir bürosu böyle... Yaklaşık 300 kişilik kadro... Türkiye'nin 81 ilinde ve dünyanın bütün metropollerinde temsilci; kriz bölgelerinde muhabir...
40 milyon dolara mal olacak... Üç yıl 'EBİTTA' (FAVÖK, Faiz Amortisman ve Vergi Öncesi Kar) artı vermiyor; yani Türkiye'deki dergi yayıncılığında patronların beklediği gibi, ilk sayıda hemen kar etmek yok. Tüm sanayi kollarında olduğu gibi burada da yatırım süresi var. Ama 3 yıl sonra, önce 'break even point', (başabaş noktası) ardından haftalık ortalama reklam geliri: 1 milyon dolar... Yıllık kar hedefi 20 milyon dolar. Derginin 'pazar değeri' 10 yıl sonra 250 milyon dolar... İster halka aç, ister blok satış yap...
Nasıl hesap? Bizim Haluk'la bir 'nal' bulduğumuz kesin. Geriye üç nalla bir at kalmış... Hepsi o...
Tuğçe Tatari'nin dün yazdığı gazete 'mavrası' gibi... İlk lafı Soner attı ortaya. Sonra makara sarıldıkça sarıldı. Amma teşneymişiz hepimiz... Ben yazımı yazmak için Salomanje'nin salon kısmına geçtiğimde onlar hala konuşuyorlardı: Hıncal Uluç, Ahmet Hakan, Soner Yalçın, Oray Eğin, Serdar Turgut, Ayşenur Arslan, Defne Alphan ve tabii Tuğçe... Herkes ortak... (Ayrıntı için bkz. Tuğçe'nin dünkü yazısı...) Kimse yazacak değildi. Ama Tuğçe bu. Kurşun işlemez... Yazar...
İlahi Tuğçe...
Hayali cihan değer...
Yanlış bir suflörün
söylediklerini oynayanlar...
İletişim sistematiğinin içindeki tüm süreçlerde duyguların rolünü öne çıkaranlardan hatta abartanlardan biri ola geldim hep. 'Tek yönlü-çift yönlü, simetrik-asimetrik', her tür iletişimde düşüncelerden çok duygulara hitap edebilme yeteneğinin iş ve özel hayatlardaki 'kolaylaştırıcı' etkisinden dem vurup dururum. 'İletişimin gönül penceresi'ni her daim güneşte tutmaya nasıl da ihtiyacımız var.
İyi hoş da bu işin üstesinden sanıldığı kadar kolaylıkla gelinebilir mi?
Bir anlaşmazlık durumunda sorunun, çok yakın zamanlardaki bir iletişimsizlikten ya da yanlış anlaşılmaktan kaynak bulduğunu sanır ve bu sorunu çözmek için toplantı üzerine toplantılar düzenlerken, size tam anlamıyla 'kıl olan' birinin ortalığa yaydığı tezvirata kurban gittiğinizi sezemiyorsanız, sevgili Doğan Hızlan'ın ifade biçimiyle 'yanlış bir suflörün söylediklerini oynayanlar'dan biri olmanız kaçınılmaz.
Her iletişimcinin insan ruhunda ve bedeninde gizlenen 'duyguları' okuyabilme yeteneğine sahip olabilmesi için edebiyat dünyasının sınırlarından içeri bodoslamadan, dolayımsız, pasaportsuz girmesi gerekiyor. Benim yaptığım gibi yapın. Alın elinize Selim İleri'nin Everest Cep Kitapları'ndan çıkan ilk romanı 'Destan Gönüller'in yeni baskısını... Önce Doğan Hızlan'ın 1973 yılında yazdığı ve geçen zamana rağmen daha da tazelenen o güzelim önsözdeki azla özü anlatabilme sanatının tadını çıkarın.
Elinizde eser, arkalı-önlü çift kapağı, her iki taraftan başla-nabilecek yapısı ile sürprizli bir kitap aynı zamanda. Kitabın diğer yüzünde de Selim İleri'nin yirmi küsur yıl sonra yayımladığı ilk hikaye kitabı yer alıyor:'Fotoğrafı Sana Gönderiyorum'. İkinci önerim bu hikayelerin öncelikle sonuncusunu okumanız. 'Gregor Samsa'nın Elyazısı' adlı fotoğraflı hikaye, kendini 'iletişim dairesi' içinde gören herkese lazım... Yazar, Aachen'deki mütevazı bir evin bahçesinde çekilmiş bir aile fotoğrafını, önce yağmur ve buzla sislendirerek, sonra da parçalarına ayırarak 'okuyor' da, 'yazıyor' da. Bir an fotoğrafın son parçalarından biri olarak ortaya çıkan hikaye kahramanı çocuğun Selim İleri'nin bizzat kendisi mi, yoksa Kafka mı olduğu konusunda kuşkuya düşüyor insan. İnternette biraz gezindim. Kafka'nın çocukluğuna ne kadar da benziyor. Haliyle tavrıyla, yüzüyle kulağıyla...
Bana, öldükten sonra çıplak olarak bulunan Romy Schneider'ın sıkılı avucunun içinden çıkan kağıt parçasında yazılı babasının kendisine yazıp bir yaş gününde armağan ettiği şu cümleyi hatırlattı: 'Çocukluğunu al ve kaç! Eninde sonunda elinde kalacak tek şey odur.'
Hüzünlü ve aynı zamanda güçlü olabilmenin mümkün olduğuna inanmak istemeyenler edebiyatın sınırlarını zorlayıp içine girmeliler. Bu kitap, hüzünlü olmak için tüm nedenler üstümüze gelirken, iletişimin gönül penceresini güneşle doldurmak ve incelikleri 'okuyabilme' yeteneğine sahip olanlar için... Allah'ın Resulü'ne tebliğ edilen ilk Ayeti Kerime'nin anlamında 'okuma' yeteneğine sahip olanlar için...