Çakılmamak için tek yol: Daha iyi olmak!
21 EYLÜL 2007
Türkiye’nin en geniş ve gelişmiş pazarlama fuar ve konferansı Marketingist, bugün Beylikdüzü’nde açıldı. İş ve iletişim yönetimi meselelerine kafayı takan amatör, profesyonel yönetici ve adayları orada olacaklardır. Bir de, “Biz zaten biliriz” takımı vardır. Onlar yine uğramayacaklar konferanslara, fuara. Bugün sözüm onlara ve onlardan çok ‘onlara özenenlere’...
İki tür “Her şeyi bilen” tayfası var: Birincisi, kulaktan dolma ‘gazete entelektüelliği’ bilgileri ve katıldığı iş toplantılarında oradan buradan duydukları ile işi ‘idare edenler’ ; ikincisi, sırtını yaratıcılığa ve bireysel zekâ, beceri ve ‘ilişki ağı’ zenginliğine dayayarak karşılarındakileri etkilemeye çalışanlar...
Bu iki türün de işi giderek zorlaşıyor. Nedeni basit. Çünkü karşılarındaki kitle değişiyor... Bilgiye daha derinlikli ve hızlı erişiliyor artık. Benim tanıdığım, çevremdeki bütün genel müdürler ve bunların yardımcılarının pek çoğu, altını çizerek söylüyorum iş ilişkisi içinde olduğum üst düzey yöneticilerin %80’inden fazlası –şimdi sıkı durun- tanıdığım iletişimcilerin %80’inden daha bilgili ve tecrübeli...
O zaman?
O zaman uzayda çeşitli teknik sorunla karşılaşıp yok olmanın eşiğine gelen Apollo 13’teki komutan Jim Lovell’in (Filmde Tom Hanks onu canlandırıyordu), dünyadaki merkeze gönderdiği mesajda ifadesini bulan bir durum var demektir: “Huston! We have a problem!”...
İletişim dünyasının profesyonelleri iş dünyasının profesyonellerini daha fazla tatmin etmekten çok uzak görünüyorlar... Kendilerini ‘kandırılmış gibi’ hisseden ‘reklam ve iletişim hizmeti’ üreticileri ise fiyatları geri çekmeye devam edecekler... Reklamcılar Derneği de bu durumu hafif ‘sezmiş’. Son günlerde verdikleri ilanlara bir bakın. Onlar da “Huston, we have a problem!” diye inliyor...
Onun için doğru Beylikdüzü’ne, Marketingist’e...
Aradığım şöhreti bulamadım
Çarşamba günü Hürriyet’in magazin eki Kelebek’de Onur Baştürk kardeşimiz benden bahsetmiş... Şöhretlerle bugüne kadar ‘profesyonel’ olarak çalışmadığımı ve çalışmamın da kolay kolay mümkün olamadığını yazmıştım. Özetle, ‘Öyle diyorsun ama geçen kış Hülya Avşar, çalışmak üzere olduğunuzu bir programda söylemişti. Madem ucuna kadar geldiniz, bari böyle laflar etme’ demeye getiriyor. Çok haklı. Son bir kez, nedenini ‘daha açık’ anlatmaya çalışayım.
Konuyu sadece Hülya Avşar Hanımefendi özelinde değil, şu an piyasada bulunan ve şöhret olmuş bir çok kişi genelinde anlatmakta yarar var. Çünkü dolaylı veya doğrudan hizmet almak için arayan kişilerin hepsinde süreç, benzer işliyor. Ya bir krizleri oluyor ve ‘yandım Ali bey, ne yapacağım’ yaklaşımı ile geliyorlar ya da ‘bu işi bilen birine danışayım ama yine de bildiğimi okumaya devam edeyim’ istiyorlar.
Uzun zamandır söylüyor ve yazıyorum. Şöhret denilen kavramla kapitalizmin en komplike çıktısı ‘marka’, birbirinden farklı şeylerdir. Bizde durum, ‘şöhret yönetimi’ üzerineyken gelişmiş ülkelerde ‘marka yönetimi’ düzeyindedir. Aradaki fark ise bir kişi veya grubun, icrası içinde bulunduğu sanat dalının getirisinden daha çok, adı/markası/ürünleri üzerinden elde ettiği gelirle alakalıdır. Üstelik bu da tek başına bir şey ifade etmez. ‘Marka’nın profesyonel bir ekibe ihtiyacı vardır. Pazar günkü yazımda belirtiğim gibi finansçısı, sekreteri, iş geliştirme grupları, sağlık ve spor koçu, sanat direktörü, etkinlik ve PR yönetimi ekibi, bireysel iş ve iletişim danışmanı ve tüm bu ekipleri yönetecek ve yönlendirecek şirket yöneticisi olmayan bir ‘şöhret’in sadece ‘iletişim danışmanı’nın olması kısa ve orta vadede ‘şöhretine şöhret’ katar ve kimseyi ‘marka’ yapmaz.
Benim altını çizdiğim, şöhretlerle aramızda kolay kolay profesyonel iş ilişkisinin olamamasının özünde bu yatmaktadır. Hülya hanımla da bir aylık deneme sürecinden geçtik ve sistematik olarak çalışmamızın her iki taraf açısından da yukarıda saydığım unsurların da eksikliği nedeniyle mümkün olmayacağına karar verdik.
Yine de bu konuya değindiğin için sana şükran borçluyum Onur kardeşim. Çünkü Hülya hanım hariç ‘onu ne yapayım, bunu ne yapayım?’ diye amatörce fikrimi soran bazı şöhretler, benimle profesyonelce çalışırmış algısını yaratmak için ne hikmetse pek bir çaba harcıyorlar... Aslına bakarsanız kerametimin kendimden menkul olup olmadığını en çok merak eden kişi benim. Aradığım özelliklere sahip o beyaz atlı prensesimi ya da prensimi bulabilmek... Bu duygumun, -işleriyle sarmaş dolaş yaşayanlar iyi bilir- kendimi kendime kanıtlayabilme duygumu anlayabilecek, sözünü ettiğim profesyonel ekiplerle çalışmaya istekli bir şöhret bulabilme duygumun, ne kadar da güçlü olduğunu benden iyi kim bilebilir? Bilmek ve inanmak zorunda değilsiniz ama şu kadarını bilmenizde fayda olabilir: Aradığım şöhreti bulamadım arkadaşlar. Bir başka deyişle: ‘Ne şöhretler sevdim zaten yoktular!’..
İki tür “Her şeyi bilen” tayfası var: Birincisi, kulaktan dolma ‘gazete entelektüelliği’ bilgileri ve katıldığı iş toplantılarında oradan buradan duydukları ile işi ‘idare edenler’ ; ikincisi, sırtını yaratıcılığa ve bireysel zekâ, beceri ve ‘ilişki ağı’ zenginliğine dayayarak karşılarındakileri etkilemeye çalışanlar...
Bu iki türün de işi giderek zorlaşıyor. Nedeni basit. Çünkü karşılarındaki kitle değişiyor... Bilgiye daha derinlikli ve hızlı erişiliyor artık. Benim tanıdığım, çevremdeki bütün genel müdürler ve bunların yardımcılarının pek çoğu, altını çizerek söylüyorum iş ilişkisi içinde olduğum üst düzey yöneticilerin %80’inden fazlası –şimdi sıkı durun- tanıdığım iletişimcilerin %80’inden daha bilgili ve tecrübeli...
O zaman?
O zaman uzayda çeşitli teknik sorunla karşılaşıp yok olmanın eşiğine gelen Apollo 13’teki komutan Jim Lovell’in (Filmde Tom Hanks onu canlandırıyordu), dünyadaki merkeze gönderdiği mesajda ifadesini bulan bir durum var demektir: “Huston! We have a problem!”...
İletişim dünyasının profesyonelleri iş dünyasının profesyonellerini daha fazla tatmin etmekten çok uzak görünüyorlar... Kendilerini ‘kandırılmış gibi’ hisseden ‘reklam ve iletişim hizmeti’ üreticileri ise fiyatları geri çekmeye devam edecekler... Reklamcılar Derneği de bu durumu hafif ‘sezmiş’. Son günlerde verdikleri ilanlara bir bakın. Onlar da “Huston, we have a problem!” diye inliyor...
Onun için doğru Beylikdüzü’ne, Marketingist’e...
Aradığım şöhreti bulamadım
Çarşamba günü Hürriyet’in magazin eki Kelebek’de Onur Baştürk kardeşimiz benden bahsetmiş... Şöhretlerle bugüne kadar ‘profesyonel’ olarak çalışmadığımı ve çalışmamın da kolay kolay mümkün olamadığını yazmıştım. Özetle, ‘Öyle diyorsun ama geçen kış Hülya Avşar, çalışmak üzere olduğunuzu bir programda söylemişti. Madem ucuna kadar geldiniz, bari böyle laflar etme’ demeye getiriyor. Çok haklı. Son bir kez, nedenini ‘daha açık’ anlatmaya çalışayım.
Konuyu sadece Hülya Avşar Hanımefendi özelinde değil, şu an piyasada bulunan ve şöhret olmuş bir çok kişi genelinde anlatmakta yarar var. Çünkü dolaylı veya doğrudan hizmet almak için arayan kişilerin hepsinde süreç, benzer işliyor. Ya bir krizleri oluyor ve ‘yandım Ali bey, ne yapacağım’ yaklaşımı ile geliyorlar ya da ‘bu işi bilen birine danışayım ama yine de bildiğimi okumaya devam edeyim’ istiyorlar.
Uzun zamandır söylüyor ve yazıyorum. Şöhret denilen kavramla kapitalizmin en komplike çıktısı ‘marka’, birbirinden farklı şeylerdir. Bizde durum, ‘şöhret yönetimi’ üzerineyken gelişmiş ülkelerde ‘marka yönetimi’ düzeyindedir. Aradaki fark ise bir kişi veya grubun, icrası içinde bulunduğu sanat dalının getirisinden daha çok, adı/markası/ürünleri üzerinden elde ettiği gelirle alakalıdır. Üstelik bu da tek başına bir şey ifade etmez. ‘Marka’nın profesyonel bir ekibe ihtiyacı vardır. Pazar günkü yazımda belirtiğim gibi finansçısı, sekreteri, iş geliştirme grupları, sağlık ve spor koçu, sanat direktörü, etkinlik ve PR yönetimi ekibi, bireysel iş ve iletişim danışmanı ve tüm bu ekipleri yönetecek ve yönlendirecek şirket yöneticisi olmayan bir ‘şöhret’in sadece ‘iletişim danışmanı’nın olması kısa ve orta vadede ‘şöhretine şöhret’ katar ve kimseyi ‘marka’ yapmaz.
Benim altını çizdiğim, şöhretlerle aramızda kolay kolay profesyonel iş ilişkisinin olamamasının özünde bu yatmaktadır. Hülya hanımla da bir aylık deneme sürecinden geçtik ve sistematik olarak çalışmamızın her iki taraf açısından da yukarıda saydığım unsurların da eksikliği nedeniyle mümkün olmayacağına karar verdik.
Yine de bu konuya değindiğin için sana şükran borçluyum Onur kardeşim. Çünkü Hülya hanım hariç ‘onu ne yapayım, bunu ne yapayım?’ diye amatörce fikrimi soran bazı şöhretler, benimle profesyonelce çalışırmış algısını yaratmak için ne hikmetse pek bir çaba harcıyorlar... Aslına bakarsanız kerametimin kendimden menkul olup olmadığını en çok merak eden kişi benim. Aradığım özelliklere sahip o beyaz atlı prensesimi ya da prensimi bulabilmek... Bu duygumun, -işleriyle sarmaş dolaş yaşayanlar iyi bilir- kendimi kendime kanıtlayabilme duygumu anlayabilecek, sözünü ettiğim profesyonel ekiplerle çalışmaya istekli bir şöhret bulabilme duygumun, ne kadar da güçlü olduğunu benden iyi kim bilebilir? Bilmek ve inanmak zorunda değilsiniz ama şu kadarını bilmenizde fayda olabilir: Aradığım şöhreti bulamadım arkadaşlar. Bir başka deyişle: ‘Ne şöhretler sevdim zaten yoktular!’..