Çin’in çayını verseler...
13 NİSAN 2012
Yapmaya tenezzül etmediğimiz ne ya da neler var?
Aklımızdan bile geçirmediğimiz...
“İşim olmaz” dediğimiz...
Düşünün; neleri yapmak istemezsiniz? Elinizin tersiyle iteceğiniz, hatta öfke duyarak reddettiğiniz ne varsa hepsi sizin değerlerinizdir. Entrikalar temelinde gelişen hikayesi olan bir filmi izlemeniz yeterli ‘Neleri yapmak istemediğinizi’ görüp üzerine düşünebilmeniz için. Ya da dizi bolluğunda herhangi bir tanesini tamamen bu sorumuzun yanıtını verebilmek amacıyla oturup baştan sona izlemeyi deneyebiliriz.
Uygun düşen pek çok konuda zaman zaman zaman yad ettiğim Hint asıllı ABD’li hocam Haresh Shah’ın dediği gibi, “Çin’in bütün çayını verseler, yapmayacağımız şeylerle oluşur değerlerimiz!”... Az hamilelik, az hırsızlık olmadığı için ‘bir kerelik’ ihlaller nedeniyle de içinden çıkılamayacak sorunlar yaşanabilir ve ‘itibar’ dediğiniz, size de mutlaka bir aile büyüğünüzden miras kalmış olan bu özel kıymetiniz, sarsıntıya uğrayabilir.
Pek çok toplantıda ya da derslerimde ‘Çin’in çayını verseler yapmayacağınız ne varsa alt alta yazıp toplayın; işte o kadar değerlisiniz” derim.
‘Vazgeçmek Özgürlüktür’ adlı kitabımın da özünde bu hassas mesele vardır. Sizi ‘yapmak istemeyeceğiniz’ bir yere doğru çeken ortamı ve koşulları, hatta önceden sezinleyerek o mekandan vazgeçmenin ne büyük bir özgürlük olduğunu anlayabilmeniz için tersi durumda başınıza ne gelebileceğini tahayyül edebilme melekesine sahip olmak lazım. Hayal gücünüz yeterince genişse mesele yok. Değilse vah ki vah!
Kurumsal anlamda da kültür ve değerler açısından hiç mi hiç uyuşmadığınız, ortak ruhi şekillenmenizle uzaktan yakından alâkası olmayan başla kişi ve kuruluşlarla maddi beklentiler nedeniyle ilişkiye girmemek, çalıştığınız iş yerinin selameti açısından özellikle önem taşıdığını ifade etmeliyiz. Bir süredir ‘feodal zihniyet’le, kapitalist sistemin gerektirdiği iş ilişkilerinin ve iş yapma biçiminin yürütülemeyeceğini yazıp duruyorum. Feodal zihniyetin süreç yönetimi yerine ‘ilişkileri’ yönetmeyi tercih ettiğini, oysa kapitalizmin son yüzyıl içinde yapılan her işi süreçler halinde tanımlayarak ‘hız ve kalite’ arayışını sistematize ettiğini, ‘iletişim’ dediğimiz disiplinin de stratejik bir uzmanlık gerektirdiğini yazıyorum ve anlatıyorum.
Sadece feodal zihniyetin değil aynı zamanda hiçbir kural tanımayan azgın kapitalizmin de ilkeleri yok. Hiç olmadı; olmayacak da. Feodalizmin de, vahşi kapitalizmin de ‘ilkeleri’ olmayabilir ama gerçek anlamda bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin yaşayabilmesi, sürdürülebilir olması, ilkelerine olan sadakati ile mümkün. Eğer ‘üretim’den vazgeçmiyorsa... Üretim demek, başlıbaşına kurallar bütünlüğünü zorunlu kılar da ondan. Hatta varlık nedenidir.
Gayet hassas yol ayrımlarında karşılarına çıkabilecek olan ve ilkeleriyle uyuşmayan her türlü gelişmeyi, özellikle feodal zihniyetin ablukası altındaki ahbap çavuş ilişkilerinin başı sonu belirsiz, nereden tutsanız elinizde kalabilecek olan, yazılı kaydı kuydu bulunmadığı için de her türlü sorunu ya da krizi ‘ben dedim ki/ o dedi ki’ türünden kadı karşısında masal anlatmaya dönüştüren iptidai ilişkilere çalışma hayatımızda hâlâ raslayabiliyoruz değil mi?
Ya da tamamen maddi çıkarlara odaklanan ve hedefteki Türk Lirası, Dolar ya da Euro işaretli miktara ulaşabilmek için her türlü gayrımeşru yolu kendisine hak gören azgın kapitalistlerin de bu dünyada at koşturmaya devam ettiklerine tanık olmuyor muyuz? Oluyoruz.
İşte tam da bu nedenlerle Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan’ın dört günlük Çin ziyaretinin son gününde yaptığı açıklamalar içindeki o özel cümlesinin, ‘Türkiye, fanilerle değil ilkelerle yürümeyi bilmeli’ ifadesinin altına en içten duygu ve düşüncelerimle imzamı atarım. Nihayet, Çin’in çayını verseler de hayır diyebileceğimiz ilkelerimiz olması gerektiğini en yetkili ağızdan işitmiş bulunuyoruz.
Yaptığımız her işte biraz da Türkiye’yi temsil ettiğimizi unutmasak, ne iyi olur.
Aklımızdan bile geçirmediğimiz...
“İşim olmaz” dediğimiz...
Düşünün; neleri yapmak istemezsiniz? Elinizin tersiyle iteceğiniz, hatta öfke duyarak reddettiğiniz ne varsa hepsi sizin değerlerinizdir. Entrikalar temelinde gelişen hikayesi olan bir filmi izlemeniz yeterli ‘Neleri yapmak istemediğinizi’ görüp üzerine düşünebilmeniz için. Ya da dizi bolluğunda herhangi bir tanesini tamamen bu sorumuzun yanıtını verebilmek amacıyla oturup baştan sona izlemeyi deneyebiliriz.
Uygun düşen pek çok konuda zaman zaman zaman yad ettiğim Hint asıllı ABD’li hocam Haresh Shah’ın dediği gibi, “Çin’in bütün çayını verseler, yapmayacağımız şeylerle oluşur değerlerimiz!”... Az hamilelik, az hırsızlık olmadığı için ‘bir kerelik’ ihlaller nedeniyle de içinden çıkılamayacak sorunlar yaşanabilir ve ‘itibar’ dediğiniz, size de mutlaka bir aile büyüğünüzden miras kalmış olan bu özel kıymetiniz, sarsıntıya uğrayabilir.
Pek çok toplantıda ya da derslerimde ‘Çin’in çayını verseler yapmayacağınız ne varsa alt alta yazıp toplayın; işte o kadar değerlisiniz” derim.
‘Vazgeçmek Özgürlüktür’ adlı kitabımın da özünde bu hassas mesele vardır. Sizi ‘yapmak istemeyeceğiniz’ bir yere doğru çeken ortamı ve koşulları, hatta önceden sezinleyerek o mekandan vazgeçmenin ne büyük bir özgürlük olduğunu anlayabilmeniz için tersi durumda başınıza ne gelebileceğini tahayyül edebilme melekesine sahip olmak lazım. Hayal gücünüz yeterince genişse mesele yok. Değilse vah ki vah!
Kurumsal anlamda da kültür ve değerler açısından hiç mi hiç uyuşmadığınız, ortak ruhi şekillenmenizle uzaktan yakından alâkası olmayan başla kişi ve kuruluşlarla maddi beklentiler nedeniyle ilişkiye girmemek, çalıştığınız iş yerinin selameti açısından özellikle önem taşıdığını ifade etmeliyiz. Bir süredir ‘feodal zihniyet’le, kapitalist sistemin gerektirdiği iş ilişkilerinin ve iş yapma biçiminin yürütülemeyeceğini yazıp duruyorum. Feodal zihniyetin süreç yönetimi yerine ‘ilişkileri’ yönetmeyi tercih ettiğini, oysa kapitalizmin son yüzyıl içinde yapılan her işi süreçler halinde tanımlayarak ‘hız ve kalite’ arayışını sistematize ettiğini, ‘iletişim’ dediğimiz disiplinin de stratejik bir uzmanlık gerektirdiğini yazıyorum ve anlatıyorum.
Sadece feodal zihniyetin değil aynı zamanda hiçbir kural tanımayan azgın kapitalizmin de ilkeleri yok. Hiç olmadı; olmayacak da. Feodalizmin de, vahşi kapitalizmin de ‘ilkeleri’ olmayabilir ama gerçek anlamda bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin yaşayabilmesi, sürdürülebilir olması, ilkelerine olan sadakati ile mümkün. Eğer ‘üretim’den vazgeçmiyorsa... Üretim demek, başlıbaşına kurallar bütünlüğünü zorunlu kılar da ondan. Hatta varlık nedenidir.
Gayet hassas yol ayrımlarında karşılarına çıkabilecek olan ve ilkeleriyle uyuşmayan her türlü gelişmeyi, özellikle feodal zihniyetin ablukası altındaki ahbap çavuş ilişkilerinin başı sonu belirsiz, nereden tutsanız elinizde kalabilecek olan, yazılı kaydı kuydu bulunmadığı için de her türlü sorunu ya da krizi ‘ben dedim ki/ o dedi ki’ türünden kadı karşısında masal anlatmaya dönüştüren iptidai ilişkilere çalışma hayatımızda hâlâ raslayabiliyoruz değil mi?
Ya da tamamen maddi çıkarlara odaklanan ve hedefteki Türk Lirası, Dolar ya da Euro işaretli miktara ulaşabilmek için her türlü gayrımeşru yolu kendisine hak gören azgın kapitalistlerin de bu dünyada at koşturmaya devam ettiklerine tanık olmuyor muyuz? Oluyoruz.
İşte tam da bu nedenlerle Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan’ın dört günlük Çin ziyaretinin son gününde yaptığı açıklamalar içindeki o özel cümlesinin, ‘Türkiye, fanilerle değil ilkelerle yürümeyi bilmeli’ ifadesinin altına en içten duygu ve düşüncelerimle imzamı atarım. Nihayet, Çin’in çayını verseler de hayır diyebileceğimiz ilkelerimiz olması gerektiğini en yetkili ağızdan işitmiş bulunuyoruz.
Yaptığımız her işte biraz da Türkiye’yi temsil ettiğimizi unutmasak, ne iyi olur.