Cem komiklik yapmaya gelmemişti
05 ŞUBAT 2007
Cem Yılmaz, Pazar günü tekrarı yayınlanan programın girişinde söylediğinde haklıydı: “Bu programa ben gelmek için ısrar ettim. Onlar çağırmadı!”
Zaten program süresince bu durum yeterince anlaşıldı. Cem’in söyleyecekleri vardı. Onları dile getirmeye gelmişti. Komiklik yapmaya değil. Zaten kimse de ondan program boyunca kırıp geçirmesini, performans sergilemesini beklemiyordu. Öyle bir ‘talk-show’ değildi bizimkisi. Show’dan çok Talk’a açık bir program yapıyorduk.
Cem’in iç dünyasını hedef kitlesine açtığı o ortamı. Pek çok kişi yakalamış. Bir de durumun altını çizenler var. Mehmet Güler (Vatan), “Canlı yayında iki saat Cem Yılmaz’ı izledim ve bu kez inanın hiç gülmedim” başlıklı uzunca yazısında şöyle demiş: “Olgun ve ne yapacağını çok iyi hesaplayan bir adam vardı HaberTürk’teki canlı yayında. Kendi hayatının matematiğini anlattı.” Okumadıysanız internetten indirip bir bakın.
Müge Ayyıldız (Star) e-posta göndermiş: “Tam bir "Cem Yılmaz Başarı Öyküsü"
‘Kuzguna yavrusu’ misali mesaj gönderenleri saymayacağım. Onlar önyargılı olabilir. Ama programa telefon eden ve e-posta yollayanların haddi hesabı yoktu... Benim adıma umutlanmak için küçük de olsa bir nedendi gelen reaksiyon. Aynı duyguyu Cem’in gözlerinde de yakaladım... TV eşittir varoş kültürü denklemine hiçbir zaman inanmamıştım zaten...
Zenginliğin de, özgürlüğün de on para etmez!..
Bizim gazetede Nagehan Alçı’nın yayına hazırladığı Kıyamete Adım Adım başlıklı araştırma mükemmel. Kesip çocuklarınız için saklayın... Kutluyorum Nagehan’ı; büyük bir kutlama da gazeteyi yönetenlere... “Boş ver kardeşim bu işleri... Koyun cinsellik ve şiddet odaklı iki uyduruk haber. Açın şöyle çekici fotoğrafları. Milletin gözü gönlü şenlensin!” dememişler...
Her an işler tersine dönebilir. Al Gore’un herkesin izlemesi gereken filmine necip Türk milleti pek itibar etmemiş... Bizimkiler de “Halk istemiyor!” diye vazgeçmesinler bu işlerden...
Halk başına geleceği insanlık tarihinde ne zaman bilmiş ki şimdi bilecek?.. Defalarca gözüne sokmadan anlamaz. Canlılığın devamının insanlığın bir numaralı meselesi olduğunu; zenginliklerin, özgürlüklerin bir işe yaramayacağını, ölmeye başladığında anlar halk... “6 derece ısınacak ve sen yok olacaksın!”ı soyutlayamaz...
Medyaya düşen görev ise bunu durmadan vurgulamaktır. Ve en belirgin demokrasi savaşı da, küresel ısınma ile mücadeleyi programına almayan siyasi partiye oy vermemeye çağırmaktır milleti! Ben şahsen kesinlikle vermeyeceğim oyumu, susarak dünyaya ihanet edenlere...
İki açıklama iki derinlik!
İki ilginç açıklama. İkisi de saygı duyduğum insanlardan. İkisi de insanlara bir şeyler anlatmayı hedefliyor... Ama bir tanesi bunu başarıyor. Diğeri gerçekliğin dışına düşüyor. Çünkü hiçbir derinliği yok.
Birincisi Karagümrük Yanıyor filminde oynayan ve Kanal 7’nin desteğindeki Deniz Feneri programı ve kampanyalarıyla tanınan Uğur Aslan’dan silah kullanması –tabii ki filmde- istenince gelmiş: “Kimseyi şiddete özendiremem!” Aslan bu açıklamadan sonra diziyi terk etmiş. Hani fahişe rolü oynayan herkes, kızlarımızı fahişeliğe özendiriyor ya, herhalde benzer bir mantıkla...
Dün medyada yer alan ikinci açıklama Sezai Karakoç imzasını taşıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kendisine Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesi uygun görülen üstat,“Törene gerek yok!” demiş;“Plaket, berat, ne varsa postayla gönderin. Para ödülünü de kültür alanındaki hizmetlere aktarmak üzere bakanlık kullanımına alın!”
Bu iki mesajdan yola çıkıp siz yanıtlayın soruyu: Hangisi belli bir duruşun, bunun sonucu da kimliğin simgesi olarak algılanır? İlişki ve iletişimi yönetmek hem çok kolaydır; hem de çok zor...
Siz yerliden şaşmayın!
Benim en sık ziyaret ettiğim sitelerden biri www.reklamlar.tv’dir. Reklam dünyasında ne olup bittiğini en iyi görebileceğiniz ortamlardan biridir. İşi başından beri son derece ciddi tutup götürdüler. Üstelik aldıkları ödül de ne kadar ciddi bir iş yaptıklarını kanıtlıyor. Sadece sitede yer alan yorumlarla her zaman hemfikir değilim. Bazen biraz aceleye geliyor sanki.
Örneğin şu tercüme reklamlar konusunda ve de özellikle Renault Scenic’in filli filmi hakkında yazılan yorumlar hayli sıradan. “Çok beğendim!” falan... Beğenmek reklamcılıkta bir işe yaramıyor... Yabancı filmlerde bizim kültür ve değerlerimize yakın olanlarını yakalamak o kadar zordur ki. Biraz çevrenize bakın, sinemada, müzikte, kitapta, popüler kültür alanında yerliler mi daha büyük kabul görüyor ve dolayısıyla ticari başarı elde ediyor; yoksa yabancılar mı?... O halde!..
Zaten program süresince bu durum yeterince anlaşıldı. Cem’in söyleyecekleri vardı. Onları dile getirmeye gelmişti. Komiklik yapmaya değil. Zaten kimse de ondan program boyunca kırıp geçirmesini, performans sergilemesini beklemiyordu. Öyle bir ‘talk-show’ değildi bizimkisi. Show’dan çok Talk’a açık bir program yapıyorduk.
Cem’in iç dünyasını hedef kitlesine açtığı o ortamı. Pek çok kişi yakalamış. Bir de durumun altını çizenler var. Mehmet Güler (Vatan), “Canlı yayında iki saat Cem Yılmaz’ı izledim ve bu kez inanın hiç gülmedim” başlıklı uzunca yazısında şöyle demiş: “Olgun ve ne yapacağını çok iyi hesaplayan bir adam vardı HaberTürk’teki canlı yayında. Kendi hayatının matematiğini anlattı.” Okumadıysanız internetten indirip bir bakın.
Müge Ayyıldız (Star) e-posta göndermiş: “Tam bir "Cem Yılmaz Başarı Öyküsü"
‘Kuzguna yavrusu’ misali mesaj gönderenleri saymayacağım. Onlar önyargılı olabilir. Ama programa telefon eden ve e-posta yollayanların haddi hesabı yoktu... Benim adıma umutlanmak için küçük de olsa bir nedendi gelen reaksiyon. Aynı duyguyu Cem’in gözlerinde de yakaladım... TV eşittir varoş kültürü denklemine hiçbir zaman inanmamıştım zaten...
Zenginliğin de, özgürlüğün de on para etmez!..
Bizim gazetede Nagehan Alçı’nın yayına hazırladığı Kıyamete Adım Adım başlıklı araştırma mükemmel. Kesip çocuklarınız için saklayın... Kutluyorum Nagehan’ı; büyük bir kutlama da gazeteyi yönetenlere... “Boş ver kardeşim bu işleri... Koyun cinsellik ve şiddet odaklı iki uyduruk haber. Açın şöyle çekici fotoğrafları. Milletin gözü gönlü şenlensin!” dememişler...
Her an işler tersine dönebilir. Al Gore’un herkesin izlemesi gereken filmine necip Türk milleti pek itibar etmemiş... Bizimkiler de “Halk istemiyor!” diye vazgeçmesinler bu işlerden...
Halk başına geleceği insanlık tarihinde ne zaman bilmiş ki şimdi bilecek?.. Defalarca gözüne sokmadan anlamaz. Canlılığın devamının insanlığın bir numaralı meselesi olduğunu; zenginliklerin, özgürlüklerin bir işe yaramayacağını, ölmeye başladığında anlar halk... “6 derece ısınacak ve sen yok olacaksın!”ı soyutlayamaz...
Medyaya düşen görev ise bunu durmadan vurgulamaktır. Ve en belirgin demokrasi savaşı da, küresel ısınma ile mücadeleyi programına almayan siyasi partiye oy vermemeye çağırmaktır milleti! Ben şahsen kesinlikle vermeyeceğim oyumu, susarak dünyaya ihanet edenlere...
İki açıklama iki derinlik!
İki ilginç açıklama. İkisi de saygı duyduğum insanlardan. İkisi de insanlara bir şeyler anlatmayı hedefliyor... Ama bir tanesi bunu başarıyor. Diğeri gerçekliğin dışına düşüyor. Çünkü hiçbir derinliği yok.
Birincisi Karagümrük Yanıyor filminde oynayan ve Kanal 7’nin desteğindeki Deniz Feneri programı ve kampanyalarıyla tanınan Uğur Aslan’dan silah kullanması –tabii ki filmde- istenince gelmiş: “Kimseyi şiddete özendiremem!” Aslan bu açıklamadan sonra diziyi terk etmiş. Hani fahişe rolü oynayan herkes, kızlarımızı fahişeliğe özendiriyor ya, herhalde benzer bir mantıkla...
Dün medyada yer alan ikinci açıklama Sezai Karakoç imzasını taşıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kendisine Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesi uygun görülen üstat,“Törene gerek yok!” demiş;“Plaket, berat, ne varsa postayla gönderin. Para ödülünü de kültür alanındaki hizmetlere aktarmak üzere bakanlık kullanımına alın!”
Bu iki mesajdan yola çıkıp siz yanıtlayın soruyu: Hangisi belli bir duruşun, bunun sonucu da kimliğin simgesi olarak algılanır? İlişki ve iletişimi yönetmek hem çok kolaydır; hem de çok zor...
Siz yerliden şaşmayın!
Benim en sık ziyaret ettiğim sitelerden biri www.reklamlar.tv’dir. Reklam dünyasında ne olup bittiğini en iyi görebileceğiniz ortamlardan biridir. İşi başından beri son derece ciddi tutup götürdüler. Üstelik aldıkları ödül de ne kadar ciddi bir iş yaptıklarını kanıtlıyor. Sadece sitede yer alan yorumlarla her zaman hemfikir değilim. Bazen biraz aceleye geliyor sanki.
Örneğin şu tercüme reklamlar konusunda ve de özellikle Renault Scenic’in filli filmi hakkında yazılan yorumlar hayli sıradan. “Çok beğendim!” falan... Beğenmek reklamcılıkta bir işe yaramıyor... Yabancı filmlerde bizim kültür ve değerlerimize yakın olanlarını yakalamak o kadar zordur ki. Biraz çevrenize bakın, sinemada, müzikte, kitapta, popüler kültür alanında yerliler mi daha büyük kabul görüyor ve dolayısıyla ticari başarı elde ediyor; yoksa yabancılar mı?... O halde!..