‘Cem’in Türkiye’de daha ulaşacağı bir nokta kalmadı’
15 Şubat 2009 - Marketing Türkiye
Turquality hareketinin bir etkinliği çerçevesinde Türkiye’ye gelmiş olan Philip Kotler, verdiği konferansta “Uluslar arası gücü olmayan, küresel pazarlara açılma kapasitesi bulunmayan bir yerel marka, iç pazarlarda da uzun vadede rekabetçi gücünü yitirir!” buyurmuştu… Aşağıdaki yazıyı o çerçevede değerlendirmekte fayda var.
Bu bir okur mektubu değil. Bir fikir yazısı. İş çözümleri üreten yazılım firması Logo’nun CEO’su sevgili dostum Ali Güven yazmış. Cem Yılmaz üzerin eyazdıklarım konusunda benimle pek hem fikir değil. Hem o nedenle hem de yazdıkları bu dergide tartışılacak kadar derinlikli olduğu için gönül rahatlığıyla buraya alıyorum.
“Sevgili Ali bey;
Size saygım ve sevgim sonsudur biliyorsunuz, ama ben bu konudaki görüşlerinize maalesef katılamıyorum. Yazınızda Cem Yılmaz'ı yanlış yönlendirmişsiniz. Sizin gibi fikri önemli insanların ona doğru yolu göstermesi gerekli. Bir sinema hastası olarak, bir işadamı olarak veya bir kardeşiniz olarak yazdığım aşağıdaki görüşlerimin bazılarını da bana siz öğrettiniz.
Ben Türkiye veya Fransa’da geçirdiğim süre zarfında bizim Türkiye’de pek farkına varmadığımız veya adını koyamadığımız bir kavramı tanıma fırsatı buldum: Asset.
Asset kavramı, Türkçe'de ‘varlık’ anlamına gelir ama aslında İngilizcede ‘değer’ anlamında kullanılır. (AS’nin notu: Ben ‘asset’i ‘Kıymet’ sözcüğü ile karşılıyorum) Ve kişilerin, şirketlerin, ulusların devletlerin vs. neyinin asset olup neyinin asset olmadığını ölçmek için birçok yöntem icat edilmiştir. Biz Türkiye'de yalnızca "para" ölçütüne şartlandık. Özal dönemi çocuklarıyız ne de olsa..!!
- Aslen bir sporcu olan Michael Jordan’ın asseti yalnızca cebine koyduğu para değil, dünyanın her yerinde tanınması sonucu yarattığı toplam ekonomi, o ekonomiden ekmek yiyen insanlar, basketbol’a duyulan ilgi vs derken gördüğünüz gibi elle tutulan veya tutulamayan birçok ölçütle değerlendirilir. (AS’nin notu: Marka değeri desek olur mu?)
- Yine Türkiye’ye gelip Galatasaray’da oynayan Hagi veya Fenerbahçe’de oynayan Roberto Carlos'un ‘asset’leri yalnızca ceplerine koydukları para değil, Türkiye’nin dünya çapında bir sporcu için gelinebilecek ve yaşanabilecek bir yer olduğunu ispat etmeleri ve Türkiye’nin adını duyurmaları gibi birçok elle tutulamayan ölçütle değerlendirilmektedir.
- Bill Gates'in değeri, varlığı olan 50 milyar dolardan çok daha fazladır, dünyada bilgisayar kullanan herkesin kaderini belirlemesindedir. Onun kadar zengin olan Warren Buffet'in dünya için bu kadar büyük bir değişim gücü olduğunu söyleyemeyiz.
Bugün ‘Nobel ödüllü Orhan Pamuk’ aslında ‘Nobel ödüllü Türk yazar Orhan Pamuk’tur.
Parayla ölçülemeyecek ‘asset’ler vardır. Bu, yüz milyonlarca dolar kazanan NBA sporcularının kariyerlerini hiç etkilemeyeceğini, hatta sakatlanıp kariyerlerinin bitebileceğini bile bile ‘milli takımda oynamak hayatımın en büyük gururdur’ demeleri gibidir.
Bugün bizler bilmeyiz ama Oscar tarihinde Türk’lerin aldığı iki adet Oscar vardır. Çünkü Elya Kazan Türk olduğu ve de adı İlyas Kazancıoğlu olduğu için 50’li yıllarda iki kez Oscar almış, bugün herhangi bir yerde ülkelerin aldıkları Oscar’lar listesinde Türk bayrağı görülebilmektedir. Bu bir asset’dir.
Peki Türkiye’nin gerçekten asset’leri, değerleri yok mudur ? Tabii ki fazlası ile vardır. Olmaması mümkün mü ? Koskoca ülke, 500 yıllık bir geçmiş; ama dünyaya hediye edebildiğin bir global sporcun, sanatçın, iş adamın, şirketin vs yok.
Çünkü biz Türkler, uluslararası değerlerimizin ne olduğunu ‘tanımlamaktan’ ve onu global dünyada ‘test etmekten’ hep çekinmişizdir. Ortak kültür ve değerlerimizin ne olduğu konusunda bir türlü karara varamadığımız için herhangi bir değer yaratamıyor, onu dünyaya empoze edemiyoruz. Bizden çok daha az değeri olan ülkeler bu konuda konsensüse varabildikleri için çok net bir hedef koyabiliyor ve başarılı olabiliyorlar. ‘Asset’ yani ‘değer’, kişiye, kuruma veya devlete değil, o ülkeye aittir.
B,raz da bu nedenle sanat, spor, iş dünyasında hiçbir uluslararası değerimiz yoktur. Aslında burada vurgu ‘uluslararası’nadır. Her konuda tabii ki yetiştirdiğimiz değerli insanlar vardır ama ‘Hakan Şükür sendromu’ da diyebileceğimiz bir psikolojik tuzak sonucu, bu insanlarımız, kendilerini dünyada kabul ettirebilecek global seviyeye gelmek zahmetine katlanmak yerine Edirne ile Ardahan arasında ‘kral’ olmayı hep tercih etmişlerdir.
Bence burada Cem Yılmaz’ı değerlendirmeye girmek lazım. Cem bence yalnız Türkiye’nin en başarılı kişisi değil, aynı zamanda ilk ortaya çıktığından beri bir tek boş koltuğu olmadan yaklaşık 14 senedir non-stop show yapan birisidir ve belki de rekorlar kitabına girebilir. Bu eşi benzeri olmayan büyük bir başarıdır.
Cem bence komikten önce akıllı bir adam ve 14 yıldır aynı şeyi yapıyor. Aynı şov. Ama çok başarılı bir şov. Ama aynı şov. Hikâyeler farklı, şov aynı. Ve bence aynı da olmalı.
Çünkü o şov artık bir klasik. Las Vegas’da olsa 50 yıl oynatırlar. Türkiye onu tanıyor, seviyor, yeni gelen kuşaklar da tanıyacak sevecek bu böyle gidecek. Ve Cem Yılmaz yıllarca dolu salonlara oynayacak, çok para kazanacak.
Ama burada madalyonun öbür yüzü var. Bu ona yetecek mi? Yetmemeli.. Vizyonu, kapasitesi ve görgüsü bu kadar geniş bir insana yetmemeli.. Zaten bunun ona yetmediği sinema konusuna kafayı takmasından belli. Ama maalesef GORA, SİHİRBAZ, AROG gibi filmler iyi filmler değil. Gişeye bakmayın, Cem Yılmaz oynarsa Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerine bile 2 milyon kişi gider... Ama sorarım, Türkiye’de bir numara olsan ne olur olmasan ne olur? Gişe belli seyirci belli.. Recep İvedik Türkiye’nin en çok seyredilen filmi.. Sözün bittiği yer. Bence artık Cem Yılmaz Türkiye’de zaman zaman şovunu yapmalı, ama dünyaya açılmalı.
Mesela Cem Yılmaz’ın hedefi / vizyonu Steve Martin yerine yeni Müfettiş Clouseau olmak ve bu role yeni yorum getirmek olmalıydı. Cem Yılmaz yorumu. Yoksa Şahan ile laf yarıştırmak veya filmlerini beğenmelere laf sokmak yerine enerjisini bu tarafa yönlendirmesi gerekir. Cem’in kapasitesi, yaşının gençliği bundan sonra global bir yol izlemesini gerektirir bence. Bunun için de çok çetrefilli, çok zahmetli bir süreç olacaktır önünde. Hangi yönlerinin global, hangilerinin lokal olduğunu seçebilmek çok ama çok zor bir iştir.
Cem’in parası var. Kendisine ulaşmak istediği marketleri çok iyi tanıyan danışmanlar bulmalı. Los Angeles ve New York’daki komedi kulüplerinde zaman geçirip insanlar nelere gülüyor bakmalı, anlamalı. Kendini geliştirmeli ve bunların ardından global Cem Yılmaz’ı yaratmalı. Esprileri ve yaklaşımları ‘gözlem’e dayandığı için, biraz dünyada özellikle Amerika’da vakit geçirse benzer gözlemleri oralarda da yapacak ve çok zengin bir global Cem Yılmaz repertuarı çıkacaktır. Ama bunun için çok yorulması gerekecektir.
Yok, ben Türkiye sınırları içinde mutluyum bana yetiyor diyorsa -ki bu en doğal hakkıdır ve kesinlikle yargılanamaz- o durumda hep Türkiye’nin 1 numaralı şovmen’i; sinemada ise hep sinir içinde bir adam olarak yaşayacaktır.
Kararını verirken Cem’in şuna inanması gerek: O hakikaten tüm dünya için büyük bir değer. Çok az görülen kabiliyetleri var. Ama Cem Yılmaz şu an sıkıntıda. Çünkü Şovmen’likte 1 numara ve tahtını kimse alamaz. Ama artık kesmiyor. Gelişmek için yeni bir alan istiyor. Yeni alan olarak kendine sinemayı seçti. Ama maalesef o kadar iyi bir sinemacı değil. Çünkü egosu çok yüksek filmlerinde kendini perdeye taşıyor. Interaktif olamadığı için esprileri ilkokul çocuğu seviyesine düşüyor. İyi banal sinemayı ondan iyi yapanlar var. Bu durumda sinirleniyor da sinirleniyor. Filmini beğenmeyenlere kızıyor. Herkes aslında AROG'u değil çok çok daha fazlasını bekledikleri Cem Yılmaz'ın sıradan bir film yapmış olmasının hayal kırıklığını yaşıyor. Bir pazar öğleden sonra 'hadi bir film'e gideyim diye AROG'a giderseniz çok eğlenceli basit bir film, tamam. Ama neredeyse bir yıldır gümbür gümbür duyurur, 'Allah Allah' sesleri ile üçyüz kopya ile çıkarsanız herkes sizden acayip bir 'masterpiece’ bekler.
Sizin gibi ağabeylerinin de ona doğru yolu göstermesi gerekirken göstermiyor. Cem Yılmaz’ın tek çıkışı uluslararası marka olmasıdır. Türkiye’de daha ulaşacağı bir nokta kalmadı. Simdi sıra dünyada.. Ve iddia ediyorum; şu anda sinema endüstrisinde uluslararası sanatçı konusunda bir açık var. Tam zamanı…
Konu budur… En derin saygılarımla;
Ali”
Bu bir okur mektubu değil. Bir fikir yazısı. İş çözümleri üreten yazılım firması Logo’nun CEO’su sevgili dostum Ali Güven yazmış. Cem Yılmaz üzerin eyazdıklarım konusunda benimle pek hem fikir değil. Hem o nedenle hem de yazdıkları bu dergide tartışılacak kadar derinlikli olduğu için gönül rahatlığıyla buraya alıyorum.
“Sevgili Ali bey;
Size saygım ve sevgim sonsudur biliyorsunuz, ama ben bu konudaki görüşlerinize maalesef katılamıyorum. Yazınızda Cem Yılmaz'ı yanlış yönlendirmişsiniz. Sizin gibi fikri önemli insanların ona doğru yolu göstermesi gerekli. Bir sinema hastası olarak, bir işadamı olarak veya bir kardeşiniz olarak yazdığım aşağıdaki görüşlerimin bazılarını da bana siz öğrettiniz.
Ben Türkiye veya Fransa’da geçirdiğim süre zarfında bizim Türkiye’de pek farkına varmadığımız veya adını koyamadığımız bir kavramı tanıma fırsatı buldum: Asset.
Asset kavramı, Türkçe'de ‘varlık’ anlamına gelir ama aslında İngilizcede ‘değer’ anlamında kullanılır. (AS’nin notu: Ben ‘asset’i ‘Kıymet’ sözcüğü ile karşılıyorum) Ve kişilerin, şirketlerin, ulusların devletlerin vs. neyinin asset olup neyinin asset olmadığını ölçmek için birçok yöntem icat edilmiştir. Biz Türkiye'de yalnızca "para" ölçütüne şartlandık. Özal dönemi çocuklarıyız ne de olsa..!!
- Aslen bir sporcu olan Michael Jordan’ın asseti yalnızca cebine koyduğu para değil, dünyanın her yerinde tanınması sonucu yarattığı toplam ekonomi, o ekonomiden ekmek yiyen insanlar, basketbol’a duyulan ilgi vs derken gördüğünüz gibi elle tutulan veya tutulamayan birçok ölçütle değerlendirilir. (AS’nin notu: Marka değeri desek olur mu?)
- Yine Türkiye’ye gelip Galatasaray’da oynayan Hagi veya Fenerbahçe’de oynayan Roberto Carlos'un ‘asset’leri yalnızca ceplerine koydukları para değil, Türkiye’nin dünya çapında bir sporcu için gelinebilecek ve yaşanabilecek bir yer olduğunu ispat etmeleri ve Türkiye’nin adını duyurmaları gibi birçok elle tutulamayan ölçütle değerlendirilmektedir.
- Bill Gates'in değeri, varlığı olan 50 milyar dolardan çok daha fazladır, dünyada bilgisayar kullanan herkesin kaderini belirlemesindedir. Onun kadar zengin olan Warren Buffet'in dünya için bu kadar büyük bir değişim gücü olduğunu söyleyemeyiz.
Bugün ‘Nobel ödüllü Orhan Pamuk’ aslında ‘Nobel ödüllü Türk yazar Orhan Pamuk’tur.
Parayla ölçülemeyecek ‘asset’ler vardır. Bu, yüz milyonlarca dolar kazanan NBA sporcularının kariyerlerini hiç etkilemeyeceğini, hatta sakatlanıp kariyerlerinin bitebileceğini bile bile ‘milli takımda oynamak hayatımın en büyük gururdur’ demeleri gibidir.
Bugün bizler bilmeyiz ama Oscar tarihinde Türk’lerin aldığı iki adet Oscar vardır. Çünkü Elya Kazan Türk olduğu ve de adı İlyas Kazancıoğlu olduğu için 50’li yıllarda iki kez Oscar almış, bugün herhangi bir yerde ülkelerin aldıkları Oscar’lar listesinde Türk bayrağı görülebilmektedir. Bu bir asset’dir.
Peki Türkiye’nin gerçekten asset’leri, değerleri yok mudur ? Tabii ki fazlası ile vardır. Olmaması mümkün mü ? Koskoca ülke, 500 yıllık bir geçmiş; ama dünyaya hediye edebildiğin bir global sporcun, sanatçın, iş adamın, şirketin vs yok.
Çünkü biz Türkler, uluslararası değerlerimizin ne olduğunu ‘tanımlamaktan’ ve onu global dünyada ‘test etmekten’ hep çekinmişizdir. Ortak kültür ve değerlerimizin ne olduğu konusunda bir türlü karara varamadığımız için herhangi bir değer yaratamıyor, onu dünyaya empoze edemiyoruz. Bizden çok daha az değeri olan ülkeler bu konuda konsensüse varabildikleri için çok net bir hedef koyabiliyor ve başarılı olabiliyorlar. ‘Asset’ yani ‘değer’, kişiye, kuruma veya devlete değil, o ülkeye aittir.
B,raz da bu nedenle sanat, spor, iş dünyasında hiçbir uluslararası değerimiz yoktur. Aslında burada vurgu ‘uluslararası’nadır. Her konuda tabii ki yetiştirdiğimiz değerli insanlar vardır ama ‘Hakan Şükür sendromu’ da diyebileceğimiz bir psikolojik tuzak sonucu, bu insanlarımız, kendilerini dünyada kabul ettirebilecek global seviyeye gelmek zahmetine katlanmak yerine Edirne ile Ardahan arasında ‘kral’ olmayı hep tercih etmişlerdir.
Bence burada Cem Yılmaz’ı değerlendirmeye girmek lazım. Cem bence yalnız Türkiye’nin en başarılı kişisi değil, aynı zamanda ilk ortaya çıktığından beri bir tek boş koltuğu olmadan yaklaşık 14 senedir non-stop show yapan birisidir ve belki de rekorlar kitabına girebilir. Bu eşi benzeri olmayan büyük bir başarıdır.
Cem bence komikten önce akıllı bir adam ve 14 yıldır aynı şeyi yapıyor. Aynı şov. Ama çok başarılı bir şov. Ama aynı şov. Hikâyeler farklı, şov aynı. Ve bence aynı da olmalı.
Çünkü o şov artık bir klasik. Las Vegas’da olsa 50 yıl oynatırlar. Türkiye onu tanıyor, seviyor, yeni gelen kuşaklar da tanıyacak sevecek bu böyle gidecek. Ve Cem Yılmaz yıllarca dolu salonlara oynayacak, çok para kazanacak.
Ama burada madalyonun öbür yüzü var. Bu ona yetecek mi? Yetmemeli.. Vizyonu, kapasitesi ve görgüsü bu kadar geniş bir insana yetmemeli.. Zaten bunun ona yetmediği sinema konusuna kafayı takmasından belli. Ama maalesef GORA, SİHİRBAZ, AROG gibi filmler iyi filmler değil. Gişeye bakmayın, Cem Yılmaz oynarsa Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerine bile 2 milyon kişi gider... Ama sorarım, Türkiye’de bir numara olsan ne olur olmasan ne olur? Gişe belli seyirci belli.. Recep İvedik Türkiye’nin en çok seyredilen filmi.. Sözün bittiği yer. Bence artık Cem Yılmaz Türkiye’de zaman zaman şovunu yapmalı, ama dünyaya açılmalı.
Mesela Cem Yılmaz’ın hedefi / vizyonu Steve Martin yerine yeni Müfettiş Clouseau olmak ve bu role yeni yorum getirmek olmalıydı. Cem Yılmaz yorumu. Yoksa Şahan ile laf yarıştırmak veya filmlerini beğenmelere laf sokmak yerine enerjisini bu tarafa yönlendirmesi gerekir. Cem’in kapasitesi, yaşının gençliği bundan sonra global bir yol izlemesini gerektirir bence. Bunun için de çok çetrefilli, çok zahmetli bir süreç olacaktır önünde. Hangi yönlerinin global, hangilerinin lokal olduğunu seçebilmek çok ama çok zor bir iştir.
Cem’in parası var. Kendisine ulaşmak istediği marketleri çok iyi tanıyan danışmanlar bulmalı. Los Angeles ve New York’daki komedi kulüplerinde zaman geçirip insanlar nelere gülüyor bakmalı, anlamalı. Kendini geliştirmeli ve bunların ardından global Cem Yılmaz’ı yaratmalı. Esprileri ve yaklaşımları ‘gözlem’e dayandığı için, biraz dünyada özellikle Amerika’da vakit geçirse benzer gözlemleri oralarda da yapacak ve çok zengin bir global Cem Yılmaz repertuarı çıkacaktır. Ama bunun için çok yorulması gerekecektir.
Yok, ben Türkiye sınırları içinde mutluyum bana yetiyor diyorsa -ki bu en doğal hakkıdır ve kesinlikle yargılanamaz- o durumda hep Türkiye’nin 1 numaralı şovmen’i; sinemada ise hep sinir içinde bir adam olarak yaşayacaktır.
Kararını verirken Cem’in şuna inanması gerek: O hakikaten tüm dünya için büyük bir değer. Çok az görülen kabiliyetleri var. Ama Cem Yılmaz şu an sıkıntıda. Çünkü Şovmen’likte 1 numara ve tahtını kimse alamaz. Ama artık kesmiyor. Gelişmek için yeni bir alan istiyor. Yeni alan olarak kendine sinemayı seçti. Ama maalesef o kadar iyi bir sinemacı değil. Çünkü egosu çok yüksek filmlerinde kendini perdeye taşıyor. Interaktif olamadığı için esprileri ilkokul çocuğu seviyesine düşüyor. İyi banal sinemayı ondan iyi yapanlar var. Bu durumda sinirleniyor da sinirleniyor. Filmini beğenmeyenlere kızıyor. Herkes aslında AROG'u değil çok çok daha fazlasını bekledikleri Cem Yılmaz'ın sıradan bir film yapmış olmasının hayal kırıklığını yaşıyor. Bir pazar öğleden sonra 'hadi bir film'e gideyim diye AROG'a giderseniz çok eğlenceli basit bir film, tamam. Ama neredeyse bir yıldır gümbür gümbür duyurur, 'Allah Allah' sesleri ile üçyüz kopya ile çıkarsanız herkes sizden acayip bir 'masterpiece’ bekler.
Sizin gibi ağabeylerinin de ona doğru yolu göstermesi gerekirken göstermiyor. Cem Yılmaz’ın tek çıkışı uluslararası marka olmasıdır. Türkiye’de daha ulaşacağı bir nokta kalmadı. Simdi sıra dünyada.. Ve iddia ediyorum; şu anda sinema endüstrisinde uluslararası sanatçı konusunda bir açık var. Tam zamanı…
Konu budur… En derin saygılarımla;
Ali”