Cengiz Çandar’a şaşmamayı öğrenmek gerek
21 MAYIS 2010
Ahmet Hakan’ın dünkü yazısından bir bölümü buraya mutlaka almalıyım:
“Cengiz Çandar, Yasemin Çongar gibi yazarların Ahmet Davutoğlu hakkında daha dün neler yazdıkları akıldadır. Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun ‘radikal’, ‘İslamcı’ politikalar izlediğini, Türkiye’yi Batı’dan koparacağını yazıp çizen? Bunlar değil miydi ABD’den gelen ‘İran ve Suriye’ye mesafe koyun’ baskısına boyun eğilmesi gerektiğini söyleyen? Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun sürekli arıza çıkardığını haykıran? Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun ekseni kaydırdığını öne sürüp Tayyip Erdoğan’a ‘Davutoğlu’dan kurtul’ diye çağrıda bulunan? Şimdi de çıkmışlar yarımşar sayfalık övgüler düzüyorlar. ‘Davutoğlu sen çok yaşa’ diyorlar... ‘Bu Türkler artık çok olmaya başladı’ diye başlık atıyorlar... Övüyorlar, övüyorlar.
Keşke hafızam nisyan ile malul olsa idi de yaman çelişkiyi fark etmeseydim. Ama maalesef, şanssız bir kulum... O nedenle çelişkiyi fark ediyor ve öfkeyle söyleniyorum: Sizin aklınıza uyulsaydı, Davutoğlu’nun zamanında kurduğu süreçler kesintiye uğrayacak ve bugün uranyum konusunda gelinen noktaya gelinemeyecekti.
İnsan övgüde aşırı giderken hiç olmazsa işin bu kısmını düşünür, değil mi ama?”
Ahmet’in şaşkınlığını anlıyorum. Ancak o Cengiz Çandar’ı yeterince tanımıyor… Bir kere şeytan tüyü vardır Cengiz’de; herkes sever onu. Ben de severim… Fenerbahçeliliği dışında her şeyi değişebilir... Bunu öyle rahat ve içten yapar ki; sanırsın baştan beri o görüşleri savunuyormuş, bir öncekileri değil… Ben meseleyi anlayana kadar her defasında eksiklenip durmuşumdur…
Tam ‘proleter devrimini’ aslanlar gibi savunmayı öğrenmiştim ki, 70’lerde Cenevre’de rahmetli Bülent Tanör’ün evinde karşılaştığımızda bana bir ‘Köylü devrimi’ hikayesi ve Bangladeş’li Çaru Mazumdar olayı anlattı ki, cahilliğimden bir utandım bir utandım; yer yarılsın içine gireyim istedim…
Aradan yıllar geçti… Ben Çaru Mazumdar’ı sindirdiğimi sanıyordum ki, Cengiz’le karşılaştık… Yine bizi çoktan aşmıştı… Bu kez İran devrimi vardı gündeminde. Bir soruyla gardımı dağıttığını dün gibi hatırlıyorum: “Sen Ali Şeriati’yi bilir misin?” Bu büyük adamın adını bile duymamıştım… “Yuh!” dedim içimden “Sen adam olmazsın oğlum!”… Hemen kitapçıların yolunu tuttum…
Ben İran devrimini anlamaya çalışırken o bizi çoktan sağlamış ve Turgut Özal’ın en ateşli taraftarı olmuştu… Hadi Özal falan derken, bir baktık Kıbrısçı olmuş… Fikirlerini çok önemsediğim rahmetli Halit Refiğ Cengiz’in Kıbrıs konusundaki görüşlerini ve ‘milliyetçiliğini’ yere göğe koyamıyordu o günlerde. Önce Perinçek konusunda Halit Bey ile hiç anlaşamadılar… Sonra diğer konularda da ayrı düştüler…
Dedim ya ben de herkes gibi severim Çandar’ı… Ondan her zaman bir şeyler öğrenirsiniz… Ortadoğu konusunda malumatı engindir. FB dışında mutlak’ları yoktur… Bu özelliğini bilirseniz sizi şaşırtmaz… Bilmek kimsenin gelişimine, değişimine şaşmamayı da beraberinde getirmez mi zaten? Şaşmak kendimizle ilgili bir haslettir, karşımızdaki ile ilgili değil…
İki negatif çarpılırsa pozitif çıkmaz!
Kılıçdaroğlu Başkan seçilirse… ‘Seçilirse’ diyorum, çünkü bütün delegeleri ‘ikna’ etmiş olan Sayın Baykal’ın parti içi iktidarı bu kadar kolay bırakacağına bir türlü inanamıyorum… Umalım Baykal kendisine yöneltilen ‘hizipçilik’ iddialarını asılsız kılar ve Gandi Kemal Amca’nın seçilmesini ‘seyretmekle’ yetinir. O zaman Kılıçdaroğlu seçildiğinde ilk iş olarak ne yapmalı biliyor musunuz?
Sıkı durun söylüyorum: Refarandum ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne CHP’nin yaptığı başvuruyu geri çekmeli ve “Hodri Meydan!” demeli… Bakın o zaman ne oluyor? Gandi Kemal’in başına bir de “Kahraman” geliyor mu, gelmiyor mu?
Ama hayır. Çevresinde hâlâ fosil olarak kalmış bazı parazitler, ona böyle radikal adımlar attırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Gandi Kemal iki aforizmayı bilse ve siyasi hayatına entegre edebilse, Tükiye’nin kaderi değişirdi: 1. Einstein: “Probleme kann man niemals mit derselben Denkweise lösen, durch die sie entstanden sind. (Sorunları, onları oluşturan düşünce tarzı ile çözemezsiniz). 2. AS: “Çoğunluğun arzularına uyarak farklı ve yeni şeyler ortaya koymak kesinlikle mümkün değildir…”
Her doğru her yerde her zaman söylenmez…
“Bunlara (doktorlara) iğne yaptırırsanız felç falan olursunuz... Hemşirelere yaptırın iğnelerinizi... Onlar daha tecrübeliler...”
“Askerlik yan gelip yatma yeri değil”
“'Eşini aldatan adamın arkasında olmayız”
“Bu mesleğin kaderinde bu var!..” (Madencilerin vefatının ardından)
Bu sözlerin hepsi doğrudur… Yerinde ve zamanında edildiğinde bunların altına imza atmayacak yoktur… Fakat şu söz de siyasi iletişim için geçerlidir: “Her söylediğin doğru olsun, ama her doğruyu söyleme!”…
“Cengiz Çandar, Yasemin Çongar gibi yazarların Ahmet Davutoğlu hakkında daha dün neler yazdıkları akıldadır. Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun ‘radikal’, ‘İslamcı’ politikalar izlediğini, Türkiye’yi Batı’dan koparacağını yazıp çizen? Bunlar değil miydi ABD’den gelen ‘İran ve Suriye’ye mesafe koyun’ baskısına boyun eğilmesi gerektiğini söyleyen? Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun sürekli arıza çıkardığını haykıran? Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun ekseni kaydırdığını öne sürüp Tayyip Erdoğan’a ‘Davutoğlu’dan kurtul’ diye çağrıda bulunan? Şimdi de çıkmışlar yarımşar sayfalık övgüler düzüyorlar. ‘Davutoğlu sen çok yaşa’ diyorlar... ‘Bu Türkler artık çok olmaya başladı’ diye başlık atıyorlar... Övüyorlar, övüyorlar.
Keşke hafızam nisyan ile malul olsa idi de yaman çelişkiyi fark etmeseydim. Ama maalesef, şanssız bir kulum... O nedenle çelişkiyi fark ediyor ve öfkeyle söyleniyorum: Sizin aklınıza uyulsaydı, Davutoğlu’nun zamanında kurduğu süreçler kesintiye uğrayacak ve bugün uranyum konusunda gelinen noktaya gelinemeyecekti.
İnsan övgüde aşırı giderken hiç olmazsa işin bu kısmını düşünür, değil mi ama?”
Ahmet’in şaşkınlığını anlıyorum. Ancak o Cengiz Çandar’ı yeterince tanımıyor… Bir kere şeytan tüyü vardır Cengiz’de; herkes sever onu. Ben de severim… Fenerbahçeliliği dışında her şeyi değişebilir... Bunu öyle rahat ve içten yapar ki; sanırsın baştan beri o görüşleri savunuyormuş, bir öncekileri değil… Ben meseleyi anlayana kadar her defasında eksiklenip durmuşumdur…
Tam ‘proleter devrimini’ aslanlar gibi savunmayı öğrenmiştim ki, 70’lerde Cenevre’de rahmetli Bülent Tanör’ün evinde karşılaştığımızda bana bir ‘Köylü devrimi’ hikayesi ve Bangladeş’li Çaru Mazumdar olayı anlattı ki, cahilliğimden bir utandım bir utandım; yer yarılsın içine gireyim istedim…
Aradan yıllar geçti… Ben Çaru Mazumdar’ı sindirdiğimi sanıyordum ki, Cengiz’le karşılaştık… Yine bizi çoktan aşmıştı… Bu kez İran devrimi vardı gündeminde. Bir soruyla gardımı dağıttığını dün gibi hatırlıyorum: “Sen Ali Şeriati’yi bilir misin?” Bu büyük adamın adını bile duymamıştım… “Yuh!” dedim içimden “Sen adam olmazsın oğlum!”… Hemen kitapçıların yolunu tuttum…
Ben İran devrimini anlamaya çalışırken o bizi çoktan sağlamış ve Turgut Özal’ın en ateşli taraftarı olmuştu… Hadi Özal falan derken, bir baktık Kıbrısçı olmuş… Fikirlerini çok önemsediğim rahmetli Halit Refiğ Cengiz’in Kıbrıs konusundaki görüşlerini ve ‘milliyetçiliğini’ yere göğe koyamıyordu o günlerde. Önce Perinçek konusunda Halit Bey ile hiç anlaşamadılar… Sonra diğer konularda da ayrı düştüler…
Dedim ya ben de herkes gibi severim Çandar’ı… Ondan her zaman bir şeyler öğrenirsiniz… Ortadoğu konusunda malumatı engindir. FB dışında mutlak’ları yoktur… Bu özelliğini bilirseniz sizi şaşırtmaz… Bilmek kimsenin gelişimine, değişimine şaşmamayı da beraberinde getirmez mi zaten? Şaşmak kendimizle ilgili bir haslettir, karşımızdaki ile ilgili değil…
İki negatif çarpılırsa pozitif çıkmaz!
Kılıçdaroğlu Başkan seçilirse… ‘Seçilirse’ diyorum, çünkü bütün delegeleri ‘ikna’ etmiş olan Sayın Baykal’ın parti içi iktidarı bu kadar kolay bırakacağına bir türlü inanamıyorum… Umalım Baykal kendisine yöneltilen ‘hizipçilik’ iddialarını asılsız kılar ve Gandi Kemal Amca’nın seçilmesini ‘seyretmekle’ yetinir. O zaman Kılıçdaroğlu seçildiğinde ilk iş olarak ne yapmalı biliyor musunuz?
Sıkı durun söylüyorum: Refarandum ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne CHP’nin yaptığı başvuruyu geri çekmeli ve “Hodri Meydan!” demeli… Bakın o zaman ne oluyor? Gandi Kemal’in başına bir de “Kahraman” geliyor mu, gelmiyor mu?
Ama hayır. Çevresinde hâlâ fosil olarak kalmış bazı parazitler, ona böyle radikal adımlar attırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Gandi Kemal iki aforizmayı bilse ve siyasi hayatına entegre edebilse, Tükiye’nin kaderi değişirdi: 1. Einstein: “Probleme kann man niemals mit derselben Denkweise lösen, durch die sie entstanden sind. (Sorunları, onları oluşturan düşünce tarzı ile çözemezsiniz). 2. AS: “Çoğunluğun arzularına uyarak farklı ve yeni şeyler ortaya koymak kesinlikle mümkün değildir…”
Her doğru her yerde her zaman söylenmez…
“Bunlara (doktorlara) iğne yaptırırsanız felç falan olursunuz... Hemşirelere yaptırın iğnelerinizi... Onlar daha tecrübeliler...”
“Askerlik yan gelip yatma yeri değil”
“'Eşini aldatan adamın arkasında olmayız”
“Bu mesleğin kaderinde bu var!..” (Madencilerin vefatının ardından)
Bu sözlerin hepsi doğrudur… Yerinde ve zamanında edildiğinde bunların altına imza atmayacak yoktur… Fakat şu söz de siyasi iletişim için geçerlidir: “Her söylediğin doğru olsun, ama her doğruyu söyleme!”…