CHP bir fırsatı daha tepti…
22 Kasım 2018 - yeni şafak
Ana muhalefet partisi çok önemli bir siyasi iletişim aracı ele geçirdi. Geçtiğimiz günlerde, iletişimcilerin deyimiyle “kendi krizini kendi yaratan” ve “kendi ayağına ateş eden” eski Başkonsolos, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz’ı arka arkaya iki kere disiplin kuruluna vererek partiden ihraç etti.
Burada bizi Öztürk Yılmaz Bey’in haddini aşıp aşmadığı, bu sonucun kendi siyasi kariyerini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüp düşünmediği ve de CHP gibi Türkiye’nin en eski ve köklü partilerinden birinde lideri devirmenin hiç de kolay olmadığını bilip bilmemesi pek de ilgilendirmiyor. Bu ayrı bir bireysel analiz konusu olabilir. Bizi ilgilendiren, CHP’nin pek de hesaplamadan, planlamadan kucağında buluverdiği bu siyasi iletişim fırsatını ne derecede başarıyla kullanabildiğidir.
CHP’ye yakın çevreler ve de Türkiye’de güçlü bir muhalefetin demokrasinin güvencesi olduğuna inandıkları için partide neler olup bittiğiyle yakından ilgilenenler CHP’nin temel meselelerinden birinin konumlanma sorunu olduğunu bilirler.
Konumlanma, lafla olmaz. Aksiyon ile olur. Öztürk Yılmaz’ın bu son çıkışı, işte bu bağlamda CHP için mükemmel bir aksiyon fırsatı oluşturuyordu. Hangi konuda? Partinin kültür ve değerlerinin altını çizme konusunda… Öztürk Yılmaz, şu söylemlerle iki alanda açık tavır sergilemişti: 1) “Ezan Türkçe okunmalı.” 2) “CHP lideri beni kendine rakip görüyor ve partiden uzaklaştırmak istiyor.”
Bunun üzerine kendisinin disipline sevki ve partiden ihracı son derece doğrudur. Ancak, siyasi iletişimin sürdürülebilirlik boyutu burada devreye alınmalı ve iki alanda konumlanmanın altı kalın kalın çizilmeliydi. Birinci alanla ilgili CHP dini hassasiyetler ve değerler sistemi konusunda buradan yola çıkarak kendi konumunu çok daha net ifade edebilirdi. Paneller düzenleyebilir, kitaplar yayınlayabilir, konuşmalar yapabilirdi. Bir dönem, ezanın Türkçe okunması konusunu bir mecburiyet haline getirmiş olan bir parti için, geçmişi aklamak adına bundan daha iyi bir fırsat olabilir miydi ki? Özetle, tekil aksiyon yerine sürdürülebilir bir yapının ortaya konması CHP’ye büyük avantaj sağlardı.
İkinci alan daha da önemli. CHP’de parti içi demokrasi ve liderlik meselesi uzun zamandır tartışma konusu. Genel Başkan’a yöneltilen eleştirilerin haddi hesabı yok. Muharrem İnce sürecinin de doğru yönetildiğini ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyer itibarına herhangi bir hasar vermediğini iddia etmek zor. İşte tam da bu noktada Öztürk Yılmaz’ın haddini aştığı herkesçe kabul edilen tavrından yola çıkarak parti içi kenetlenmeyi, konsolidasyonu ve liderin konumlanmasını yerli yerine oturtmak son derece etkili bir siyasi iletişim atağı olurdu. Fakat, gördüğümüz kadarıyla bu iki fırsat da kaçırılmıştır... Herhalde Genel Başkan ve parti üst yönetimi, Öztürk Yılmaz’ı sadece partiden ihraç ederek gerekli algı hedefine ulaştıklarını düşünüyorlar. Oysa, CHP’nin Anglosaksonların deyişiyle ‘respositioning’e, yeniden konumlandırılmaya acilen ihtiyacı var…
Burada bizi Öztürk Yılmaz Bey’in haddini aşıp aşmadığı, bu sonucun kendi siyasi kariyerini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüp düşünmediği ve de CHP gibi Türkiye’nin en eski ve köklü partilerinden birinde lideri devirmenin hiç de kolay olmadığını bilip bilmemesi pek de ilgilendirmiyor. Bu ayrı bir bireysel analiz konusu olabilir. Bizi ilgilendiren, CHP’nin pek de hesaplamadan, planlamadan kucağında buluverdiği bu siyasi iletişim fırsatını ne derecede başarıyla kullanabildiğidir.
CHP’ye yakın çevreler ve de Türkiye’de güçlü bir muhalefetin demokrasinin güvencesi olduğuna inandıkları için partide neler olup bittiğiyle yakından ilgilenenler CHP’nin temel meselelerinden birinin konumlanma sorunu olduğunu bilirler.
Konumlanma, lafla olmaz. Aksiyon ile olur. Öztürk Yılmaz’ın bu son çıkışı, işte bu bağlamda CHP için mükemmel bir aksiyon fırsatı oluşturuyordu. Hangi konuda? Partinin kültür ve değerlerinin altını çizme konusunda… Öztürk Yılmaz, şu söylemlerle iki alanda açık tavır sergilemişti: 1) “Ezan Türkçe okunmalı.” 2) “CHP lideri beni kendine rakip görüyor ve partiden uzaklaştırmak istiyor.”
Bunun üzerine kendisinin disipline sevki ve partiden ihracı son derece doğrudur. Ancak, siyasi iletişimin sürdürülebilirlik boyutu burada devreye alınmalı ve iki alanda konumlanmanın altı kalın kalın çizilmeliydi. Birinci alanla ilgili CHP dini hassasiyetler ve değerler sistemi konusunda buradan yola çıkarak kendi konumunu çok daha net ifade edebilirdi. Paneller düzenleyebilir, kitaplar yayınlayabilir, konuşmalar yapabilirdi. Bir dönem, ezanın Türkçe okunması konusunu bir mecburiyet haline getirmiş olan bir parti için, geçmişi aklamak adına bundan daha iyi bir fırsat olabilir miydi ki? Özetle, tekil aksiyon yerine sürdürülebilir bir yapının ortaya konması CHP’ye büyük avantaj sağlardı.
İkinci alan daha da önemli. CHP’de parti içi demokrasi ve liderlik meselesi uzun zamandır tartışma konusu. Genel Başkan’a yöneltilen eleştirilerin haddi hesabı yok. Muharrem İnce sürecinin de doğru yönetildiğini ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyer itibarına herhangi bir hasar vermediğini iddia etmek zor. İşte tam da bu noktada Öztürk Yılmaz’ın haddini aştığı herkesçe kabul edilen tavrından yola çıkarak parti içi kenetlenmeyi, konsolidasyonu ve liderin konumlanmasını yerli yerine oturtmak son derece etkili bir siyasi iletişim atağı olurdu. Fakat, gördüğümüz kadarıyla bu iki fırsat da kaçırılmıştır... Herhalde Genel Başkan ve parti üst yönetimi, Öztürk Yılmaz’ı sadece partiden ihraç ederek gerekli algı hedefine ulaştıklarını düşünüyorlar. Oysa, CHP’nin Anglosaksonların deyişiyle ‘respositioning’e, yeniden konumlandırılmaya acilen ihtiyacı var…