CHP cephesinde yeni bir şey yok!
30 HAZİRAN 2007
Dün çalışırken gözümün ucuyla TV’yi izliyorum. TESAV Başkanı Erol Tuncer seçim sistemi üzerine konuşuyor. Diyor ki, “Ak Parti’nin oylarının azalması gerekirken artmasını anlayamıyorum. Bu nedenle de araştırmalara inanasım gelmiyor...”
Mehmet Y. Yılmaz da “AKP’nin oylarının nasıl olup da artabileceğini anlayamadığımı belirtmiştim” diye yazmış... Ayrıca Public Choice adlı dergide yayınlanmış bir makaleye gönderme yapmış. İktidar oyları kişi başına reel gelir artışıyla düz orantılı yükselirken, enflasyonla ters orantılı düşüyormuş...
Benim kafam ise çok daha basit çalışıyor. Üç yıldır yazıyorum. Bütün dünyada iktidar partilerinin oyları zaman içinde düşerken, bizdekinin kan kaybetmemesinin sebebi, kendi başarısından çok muhalefetin beceriksizliğinden kaynaklanmaktadır.
Şu sıra Türkiye’de alıştığımız türden bir seçim havası esmiyorsa bunun sorumlusu da muhalefettir... Ve tabii ki en başta, partisinin başından ayrıldığı anda partisinin puanlarını artıracağı tespit edilmiş tek lider olarak tarihe geçecek olan ana muhalefet lideri! Ortada farklı bir vaat yok. Yeni bir söylem yok. Tez yok!... Tez olmadığı için anti-tez de yok... “Cumhuriyet elden gidiyor!” tezi ise beş senedir konuşula konuşula tez olmaktan çıkmış durumda...
CHP’nin reklam ajansı olarak Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi’yi seçmesinden sonra bir hayli ümitlenmiştim... Beklemeye başladım... 3 hafta kaldı... Gördüğüm kadarıyla “Garp cephesinde yeni bir şey yok!..” Üç yıl önce söylediğim hâlâ geçerli: Ak Parti büyük hata yapmazsa yine iktidar... Kendisinden çok CHP liderinin sayesinde...
İstesen böyle ‘sazanlık’ olmaz
Böyle garipliklere, daha çok pazarlama iletişimi alanında sınırları zorlayan, her türlü ‘numarayı’ mubah gören ‘gelişmiş’ Batı toplumlarında rastlanırdı...
Reklam filminde çıtır bir manken bulur öpüştürürsün... Senaryoyu öyle ayarlarsın ki; kız o içkiyi içen herkesi öpmeyi taahhüt ediyormuş gibi yapar. Ayrıca bu durumu da marka vaadinin içine yerleştirirsin...
Önce medyayı kaça öpüştü diye konuşturursun. Sonra başkalarını “Ben olsam şu fiyata öpüşürdüm!” diye konuşturursun... Hafif kaşarlara da “Ben şu fiyata her şeyi yaparım” dedirtirsin...
Biraz zaman geçtikten sonra da 8 tane tetikçi tutar, “Ben bu içkiden içtim çıtır manken gelip beni öpmedi!” diye dava açtırırsın. Gazeteler de bu ilginç ‘gelişmelerin’ üzerine balıklama atlar. Sen de marka bilinirliğine marka bilinirliği katarsın...
Böyle numaralar Batı’da olur; bizde yemez sanırdım... Yermiş... Bilinçli yaptılarsa, Pepsi Max’ı kutlamak gerek. Eğer, insanlar şansına Pepsi Max’a çalışıyorlarsa da, Pepsi fırsatı kaçırmamalı, bu kez bizim sazanları bilerek ve isteyerek kullanmaya başlamalı...
Shell kaş yaparken göz çıkarmamalı
Marka vaadi ile ‘güven’ arasında son derece önemli bağ vardır. Vaadinizin sonuna kadar arkasında durmaz ve en uç noktalarda takip etmezseniz ‘kaş yapayım derken göz çıkartmanız’, kendi krizinizi yaratmanız işten bile değildir...
Bakın şu örneğe... Abdullah Çiftçi ([email protected]) yazmış: “Antalya'da ikamet etmekteyim. Reklamlardan sonra Shell'e akaryakıt almaya gittim. Kampanya dahilinde Derby Traş Setini aldım ve bana bir de ne işe yaradığı tam ifade edilemeyen Shell Club Smart Card diye bir kart verdiler. Tüm alışverişlerimi Shell'den yapıp bu karta işletirsem hediye kazanacakmışım. Bu alışverişimden sonra iki defa daha 90 YTL ve üzeri alışveriş yapmama rağmen bir promosyon alamadım. Her seferinde de ‘stoklarımızda tükendi’ cevabını aldım. Bu iki olayı iki farklı istasyonda yaşadım: Antalya Hesapçıoğlu küçük istasyon (iki istasyonu var karşılıklı) ve Antalya Örnekköy... Gerçekten az sayıda promosyon mu gönderildi yoksa eşe dosta dağıttılar bize yok mu dediler bilemem. Şu an da tek bildiğim bu reklam kampanyası sonucunda artık Shell'e karşı bir antipati beslediğimdir.”
Aman dikkat!.. Shell’in en son istediği, böyle bir algılamadır. Bir an önce işe el atıp düzeltmekte yarar var...
Hangi şirket çevrecilerden korkmuş?
Bayılırım Koca Ragıp Paşa’nın o meşhur lafına... Hiçbir başka yabancı dile tercüme edilemez... Bize özgüdür... Bizim orta ruhi şekillenmemizin ifadesidir: Şecâat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler... Yani, çingenenin mert olanı, cesaretinden söz ederken, yaptığı hırsızlığı anlatır...
Al Gore Türkiye’ye geliyor. Uygunsuz Gerçek filmindeki sunumuna benzer bir iş yapıyor. Garanti Bankası sponsor... Büyük iş. Garanti’yi herkes kıskanıyor... Zamanlama da müthiş...
Ama o ne?... Hemen ardından skandal ve kriz de geliyor. Bir de öğreniyoruz ki, Al Gore aslında Live Earth projesi için gelmiş... İstanbul dahil 9 dünya kentinde konserler verilecek. Bunlar TV’lerden canlı yayınlanacak. Ve dikkatler küresel ısınmaya çevrilecek...
7 Temmuz’daki konser için sponsor bulunamamış ve proje iptal edilmiş. Al Gore’u da getiren organizasyon firması Purple Concerts hiç değilse vatandaş bunların canlı yayınlarını izlesin diye Park Orman’da girişi ücretsiz bir dev ekran şovu düzenliyormuş...
Buraya kadar idare eder. Ama şimdi organizasyon şirketinin ortaklarından Cengizhan Yeldan’ın açıklamasına kulak verin: “3’üncü en büyük konser İstanbul’da olacaktı. Sponsorlar çevrecilerin fabrikalarını araştırıp bir şey bulmasından korktu!..”
İşte bu olmadı... Bir de kimlerin korktuğunu açıklasaymış bari... Bu türden işleri mevcut ve potansiyel sponsorlar hiç sevmez. Negatif bir durumun ima edilmesi bile yanlıştır... Şantaj gibi algılanır... Cengizhan Bey’in durumu hemen toparlaması, gerekli açıklamaları yapması gerekir. Yoksa en başta sponsorluk müessesesi zarar görürür...
Mehmet Y. Yılmaz da “AKP’nin oylarının nasıl olup da artabileceğini anlayamadığımı belirtmiştim” diye yazmış... Ayrıca Public Choice adlı dergide yayınlanmış bir makaleye gönderme yapmış. İktidar oyları kişi başına reel gelir artışıyla düz orantılı yükselirken, enflasyonla ters orantılı düşüyormuş...
Benim kafam ise çok daha basit çalışıyor. Üç yıldır yazıyorum. Bütün dünyada iktidar partilerinin oyları zaman içinde düşerken, bizdekinin kan kaybetmemesinin sebebi, kendi başarısından çok muhalefetin beceriksizliğinden kaynaklanmaktadır.
Şu sıra Türkiye’de alıştığımız türden bir seçim havası esmiyorsa bunun sorumlusu da muhalefettir... Ve tabii ki en başta, partisinin başından ayrıldığı anda partisinin puanlarını artıracağı tespit edilmiş tek lider olarak tarihe geçecek olan ana muhalefet lideri! Ortada farklı bir vaat yok. Yeni bir söylem yok. Tez yok!... Tez olmadığı için anti-tez de yok... “Cumhuriyet elden gidiyor!” tezi ise beş senedir konuşula konuşula tez olmaktan çıkmış durumda...
CHP’nin reklam ajansı olarak Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi’yi seçmesinden sonra bir hayli ümitlenmiştim... Beklemeye başladım... 3 hafta kaldı... Gördüğüm kadarıyla “Garp cephesinde yeni bir şey yok!..” Üç yıl önce söylediğim hâlâ geçerli: Ak Parti büyük hata yapmazsa yine iktidar... Kendisinden çok CHP liderinin sayesinde...
İstesen böyle ‘sazanlık’ olmaz
Böyle garipliklere, daha çok pazarlama iletişimi alanında sınırları zorlayan, her türlü ‘numarayı’ mubah gören ‘gelişmiş’ Batı toplumlarında rastlanırdı...
Reklam filminde çıtır bir manken bulur öpüştürürsün... Senaryoyu öyle ayarlarsın ki; kız o içkiyi içen herkesi öpmeyi taahhüt ediyormuş gibi yapar. Ayrıca bu durumu da marka vaadinin içine yerleştirirsin...
Önce medyayı kaça öpüştü diye konuşturursun. Sonra başkalarını “Ben olsam şu fiyata öpüşürdüm!” diye konuşturursun... Hafif kaşarlara da “Ben şu fiyata her şeyi yaparım” dedirtirsin...
Biraz zaman geçtikten sonra da 8 tane tetikçi tutar, “Ben bu içkiden içtim çıtır manken gelip beni öpmedi!” diye dava açtırırsın. Gazeteler de bu ilginç ‘gelişmelerin’ üzerine balıklama atlar. Sen de marka bilinirliğine marka bilinirliği katarsın...
Böyle numaralar Batı’da olur; bizde yemez sanırdım... Yermiş... Bilinçli yaptılarsa, Pepsi Max’ı kutlamak gerek. Eğer, insanlar şansına Pepsi Max’a çalışıyorlarsa da, Pepsi fırsatı kaçırmamalı, bu kez bizim sazanları bilerek ve isteyerek kullanmaya başlamalı...
Shell kaş yaparken göz çıkarmamalı
Marka vaadi ile ‘güven’ arasında son derece önemli bağ vardır. Vaadinizin sonuna kadar arkasında durmaz ve en uç noktalarda takip etmezseniz ‘kaş yapayım derken göz çıkartmanız’, kendi krizinizi yaratmanız işten bile değildir...
Bakın şu örneğe... Abdullah Çiftçi ([email protected]) yazmış: “Antalya'da ikamet etmekteyim. Reklamlardan sonra Shell'e akaryakıt almaya gittim. Kampanya dahilinde Derby Traş Setini aldım ve bana bir de ne işe yaradığı tam ifade edilemeyen Shell Club Smart Card diye bir kart verdiler. Tüm alışverişlerimi Shell'den yapıp bu karta işletirsem hediye kazanacakmışım. Bu alışverişimden sonra iki defa daha 90 YTL ve üzeri alışveriş yapmama rağmen bir promosyon alamadım. Her seferinde de ‘stoklarımızda tükendi’ cevabını aldım. Bu iki olayı iki farklı istasyonda yaşadım: Antalya Hesapçıoğlu küçük istasyon (iki istasyonu var karşılıklı) ve Antalya Örnekköy... Gerçekten az sayıda promosyon mu gönderildi yoksa eşe dosta dağıttılar bize yok mu dediler bilemem. Şu an da tek bildiğim bu reklam kampanyası sonucunda artık Shell'e karşı bir antipati beslediğimdir.”
Aman dikkat!.. Shell’in en son istediği, böyle bir algılamadır. Bir an önce işe el atıp düzeltmekte yarar var...
Hangi şirket çevrecilerden korkmuş?
Bayılırım Koca Ragıp Paşa’nın o meşhur lafına... Hiçbir başka yabancı dile tercüme edilemez... Bize özgüdür... Bizim orta ruhi şekillenmemizin ifadesidir: Şecâat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler... Yani, çingenenin mert olanı, cesaretinden söz ederken, yaptığı hırsızlığı anlatır...
Al Gore Türkiye’ye geliyor. Uygunsuz Gerçek filmindeki sunumuna benzer bir iş yapıyor. Garanti Bankası sponsor... Büyük iş. Garanti’yi herkes kıskanıyor... Zamanlama da müthiş...
Ama o ne?... Hemen ardından skandal ve kriz de geliyor. Bir de öğreniyoruz ki, Al Gore aslında Live Earth projesi için gelmiş... İstanbul dahil 9 dünya kentinde konserler verilecek. Bunlar TV’lerden canlı yayınlanacak. Ve dikkatler küresel ısınmaya çevrilecek...
7 Temmuz’daki konser için sponsor bulunamamış ve proje iptal edilmiş. Al Gore’u da getiren organizasyon firması Purple Concerts hiç değilse vatandaş bunların canlı yayınlarını izlesin diye Park Orman’da girişi ücretsiz bir dev ekran şovu düzenliyormuş...
Buraya kadar idare eder. Ama şimdi organizasyon şirketinin ortaklarından Cengizhan Yeldan’ın açıklamasına kulak verin: “3’üncü en büyük konser İstanbul’da olacaktı. Sponsorlar çevrecilerin fabrikalarını araştırıp bir şey bulmasından korktu!..”
İşte bu olmadı... Bir de kimlerin korktuğunu açıklasaymış bari... Bu türden işleri mevcut ve potansiyel sponsorlar hiç sevmez. Negatif bir durumun ima edilmesi bile yanlıştır... Şantaj gibi algılanır... Cengizhan Bey’in durumu hemen toparlaması, gerekli açıklamaları yapması gerekir. Yoksa en başta sponsorluk müessesesi zarar görürür...