CHP sırtını nereye dayıyor?..
19 Ocak 2017 - Yeni Şafak
Dünyada olup biteni anlamak, vahşi kapitalizmin kendi kendinin, ancak maalesef kendisiyle birlikte insanlığın da sonunu getirmek üzere nasıl koştuğunu görmek için Prof. Dr. Adem Sözüer hocanın altını çizdiği haberin bir miktar üzerinde durmakta yarar var.
Oxfam Araştırmasına göre (Oxfam International, kendi tanımlarıyla "İnsanların yoksulluğa karşı gücünü harekete geçiren dünya çapında bir kalkınma örgütü"ymüş) dünyanın en zengin 8 kişisinin toplam serveti, dünyadaki en düşük gelirli 3,6 milyar kişinin varlığına eşitmiş..
Çok kısa bir süre önce yüzlerce mağazanın yağmalandığı Meksika'ya dair görüntüleri meraklısı internetten izleyebilir. Mülteci dramıyla sarsılan dünya, aslında gezegenimizdeki büyük adaletsizliğin derin sancılarını yansıtıyor.
Düşünsenize bir yanda 8 kişi, öte yandan 3.6 milyar kişi… Ve bunların mal varlıkları birbirlerine eşit...
Dünyamız bu gerçekliği (hikmeti, hakikati değil, realiteyi) taşımakta zorlanmasın da ne yapsın?.. ABD’nin seçilmiş yeni Başkanı ve yeryüzünün sayılı zenginlerinden biri olan Trump'ın yoksulların da oyuyla iktidar olmasındaki büyük çelişkiyi, (seçim öncesi Clinton’u favori gösteren ve Trump seçilince de karnından konuşurcasına “Ben zaten biliyordum” mesajlı analizler döktüren kıdemli medya yorumcularımız hariç) bizim gibi sıradan insanların anlaması hiç de kolay değil. İletişim araçları ve bunları kullanmaktaki kabiliyet, ne kadar belirleyici olabiliyor ve gerçeklik hakikatin önüne bu kadar etkili bir biçimde geçebiliyor…
Öte yandan, her ne kadar içimizden bazıları “Ne işimiz var oralarda? Biz kendi yoksullarımıza bakalım” gibi veciz sözlerle çemkirseler de, sefaletin diz boyuna ulaştığı başta Afrika kıtası ülkeleri olmak üzere, nerede bir insanlık dramı yaşanıyorsa, Türkiye'nin de kalbi oralarda atıyor.
Sınırlarımıza yığılan binlerce mülteciye kucak açan ve insanlığa söyleyecek sözü kalmamış uluslardan hemen kendisini icraatlarıyla ayırmayı bilmiş, o 8 kişiden değil 3,6 milyardan yana tavır koyan Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışanlar, tarih önünde asla aklanamayacaklar.
Ancak bu tespit, kendisini onların vicdani ‘anti maddesi’ gibi konumlayan Türkiye’ye neredeyse tüm medya organlarıyla yüklenmelerine de engel değil.
Birleşik Krallığın köklü gazetelerinden The Guardian yine bir anti Tayyip Erdoğan yazısı patlatmış… Demiş ki: “Batı’nın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskılarını daha fazla göz ardı etmemesi gerektir”.
Owen Jones imzalı yazıda, darbe girişiminin ardından on binlerce kişinin tutuklandığı ve basına yönelik baskının arttığı görüşüne yer verilirken, “Türkiye’de gördüklerim demokrasinin kendisine bir saldırı” ifadesi kullanılmış.
Kendi tanımıyla ‘Partili cumhurbaşkanlığı sistemini merkeze alan’ anayasa değişikliği teklifi görüşmelerine de atıfta bulunan yazar, Türkiye’deki muhalefet partilerinin ‘zor durumda’ olduğunu ileri sürmüş. Jones gazeteleri ve aktivistleri ziyaret etmiş. (Bilin bakalım hangilerini…) Gözlemini “Cesaretleri ilham, durumları endişe vericiydi” ifadesiyle aktarmış.
The Guardian yazarının içi, en çok tabii ki, Eş Başkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu HDP’li vekillerin tutuklanmasına cız etmiş. Owen Jones’un yazısının zirve yaptığı cümle ise şu: “CHP, ‘Bu ülkede Batı değerlerini biz temsil ediyoruz, ama Batı bizi yalnız bıraktı” diyor.
Ne kadar çok şey anlatıyor bu cümle.. CHP’nin kiminle hangi çizgide durduğuna, kimden medet umduğuna ne de güzel işaret edivermiş… Dünyanın en zenginlerini temsil eden 8 kişiden değil 3,6 milyar yoksuldan yana tavır koyan Türkiye'nin ana muhalefeti, bu tablonun önde gelen sorumlularından, Batı’dan medet umuyor.
Dünyanın dört bir yanından medya saldırısına uğrayan Türkiye ile ilgili en büyük tezvirata imza atan New York Times gazetesinin muhabiri Rod Nordland'ın Türkiye'ye girişine bizimkiler izin vermemiş.
Saldırılara karşı karınca kararınca kendimizi koruma refleksi anlaşılan… Ancak şimdi siz saldırılara bakın… Giderek artar. Başvurulacak son yöntem bu olmalı aslında. Keşke biz de polisiye tedbirle değil de iletişimle cevap versek tezvirata…
Ya da TRT World’ün yaptığı gibi, etkili yaygın iletişime odaklanarak…
Türkiye’nin ilk İngilizce yayın yapan uluslararası haber platformu TRT World yayın ağını giderek büyütüyor mesela… Kurum, 10 büyük yayın uydusu üzerinden haberleri tüm dünyaya ulaştırabilmek için atağa kalkmış.
Uluslararası medya çözümleri sağlayıcısı Globecast, Türksat ve TRT arasında bir anlaşma imzalanmış. Genişletilmiş erişim ile TRT World, dünya genelinde yeni bölgelerde toplam 190 ülkede izlenebilecekmiş.
‘Kendi pişir kendin ye’ kültüründen çok uzak, nitelikli uluslararası yayıncılık anlayışla itibarını hızla yükselten TRT World işin nicelik boyutuna da yatırım yapıyor…
Türkiye’nin kendi algısını yönetme konusunda iletişim stratejilerine örnek teşkil eden bu girişim, algının bir nebze olsun gerçeklere yaklaştırılmasıyla meyvelerini verecektir.
Oxfam Araştırmasına göre (Oxfam International, kendi tanımlarıyla "İnsanların yoksulluğa karşı gücünü harekete geçiren dünya çapında bir kalkınma örgütü"ymüş) dünyanın en zengin 8 kişisinin toplam serveti, dünyadaki en düşük gelirli 3,6 milyar kişinin varlığına eşitmiş..
Çok kısa bir süre önce yüzlerce mağazanın yağmalandığı Meksika'ya dair görüntüleri meraklısı internetten izleyebilir. Mülteci dramıyla sarsılan dünya, aslında gezegenimizdeki büyük adaletsizliğin derin sancılarını yansıtıyor.
Düşünsenize bir yanda 8 kişi, öte yandan 3.6 milyar kişi… Ve bunların mal varlıkları birbirlerine eşit...
Dünyamız bu gerçekliği (hikmeti, hakikati değil, realiteyi) taşımakta zorlanmasın da ne yapsın?.. ABD’nin seçilmiş yeni Başkanı ve yeryüzünün sayılı zenginlerinden biri olan Trump'ın yoksulların da oyuyla iktidar olmasındaki büyük çelişkiyi, (seçim öncesi Clinton’u favori gösteren ve Trump seçilince de karnından konuşurcasına “Ben zaten biliyordum” mesajlı analizler döktüren kıdemli medya yorumcularımız hariç) bizim gibi sıradan insanların anlaması hiç de kolay değil. İletişim araçları ve bunları kullanmaktaki kabiliyet, ne kadar belirleyici olabiliyor ve gerçeklik hakikatin önüne bu kadar etkili bir biçimde geçebiliyor…
Öte yandan, her ne kadar içimizden bazıları “Ne işimiz var oralarda? Biz kendi yoksullarımıza bakalım” gibi veciz sözlerle çemkirseler de, sefaletin diz boyuna ulaştığı başta Afrika kıtası ülkeleri olmak üzere, nerede bir insanlık dramı yaşanıyorsa, Türkiye'nin de kalbi oralarda atıyor.
Sınırlarımıza yığılan binlerce mülteciye kucak açan ve insanlığa söyleyecek sözü kalmamış uluslardan hemen kendisini icraatlarıyla ayırmayı bilmiş, o 8 kişiden değil 3,6 milyardan yana tavır koyan Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışanlar, tarih önünde asla aklanamayacaklar.
Ancak bu tespit, kendisini onların vicdani ‘anti maddesi’ gibi konumlayan Türkiye’ye neredeyse tüm medya organlarıyla yüklenmelerine de engel değil.
Birleşik Krallığın köklü gazetelerinden The Guardian yine bir anti Tayyip Erdoğan yazısı patlatmış… Demiş ki: “Batı’nın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskılarını daha fazla göz ardı etmemesi gerektir”.
Owen Jones imzalı yazıda, darbe girişiminin ardından on binlerce kişinin tutuklandığı ve basına yönelik baskının arttığı görüşüne yer verilirken, “Türkiye’de gördüklerim demokrasinin kendisine bir saldırı” ifadesi kullanılmış.
Kendi tanımıyla ‘Partili cumhurbaşkanlığı sistemini merkeze alan’ anayasa değişikliği teklifi görüşmelerine de atıfta bulunan yazar, Türkiye’deki muhalefet partilerinin ‘zor durumda’ olduğunu ileri sürmüş. Jones gazeteleri ve aktivistleri ziyaret etmiş. (Bilin bakalım hangilerini…) Gözlemini “Cesaretleri ilham, durumları endişe vericiydi” ifadesiyle aktarmış.
The Guardian yazarının içi, en çok tabii ki, Eş Başkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu HDP’li vekillerin tutuklanmasına cız etmiş. Owen Jones’un yazısının zirve yaptığı cümle ise şu: “CHP, ‘Bu ülkede Batı değerlerini biz temsil ediyoruz, ama Batı bizi yalnız bıraktı” diyor.
Ne kadar çok şey anlatıyor bu cümle.. CHP’nin kiminle hangi çizgide durduğuna, kimden medet umduğuna ne de güzel işaret edivermiş… Dünyanın en zenginlerini temsil eden 8 kişiden değil 3,6 milyar yoksuldan yana tavır koyan Türkiye'nin ana muhalefeti, bu tablonun önde gelen sorumlularından, Batı’dan medet umuyor.
Dünyanın dört bir yanından medya saldırısına uğrayan Türkiye ile ilgili en büyük tezvirata imza atan New York Times gazetesinin muhabiri Rod Nordland'ın Türkiye'ye girişine bizimkiler izin vermemiş.
Saldırılara karşı karınca kararınca kendimizi koruma refleksi anlaşılan… Ancak şimdi siz saldırılara bakın… Giderek artar. Başvurulacak son yöntem bu olmalı aslında. Keşke biz de polisiye tedbirle değil de iletişimle cevap versek tezvirata…
Ya da TRT World’ün yaptığı gibi, etkili yaygın iletişime odaklanarak…
Türkiye’nin ilk İngilizce yayın yapan uluslararası haber platformu TRT World yayın ağını giderek büyütüyor mesela… Kurum, 10 büyük yayın uydusu üzerinden haberleri tüm dünyaya ulaştırabilmek için atağa kalkmış.
Uluslararası medya çözümleri sağlayıcısı Globecast, Türksat ve TRT arasında bir anlaşma imzalanmış. Genişletilmiş erişim ile TRT World, dünya genelinde yeni bölgelerde toplam 190 ülkede izlenebilecekmiş.
‘Kendi pişir kendin ye’ kültüründen çok uzak, nitelikli uluslararası yayıncılık anlayışla itibarını hızla yükselten TRT World işin nicelik boyutuna da yatırım yapıyor…
Türkiye’nin kendi algısını yönetme konusunda iletişim stratejilerine örnek teşkil eden bu girişim, algının bir nebze olsun gerçeklere yaklaştırılmasıyla meyvelerini verecektir.