CHP tabanı ‘dönüşüm’ü doğru okursa...
15 ŞUBAT 2012
CHP’nin eski Genel Sekreteri Önder Sav’ın açıklamalarını izlediniz mi? İzlemediyseniz internette var; lütfen bulup okuyun…
Sonra da bir düşünün. Benzer bir durum AK Parti’de olsaydı ne olurdu?..
Hadi bir senaryo yazalım. Bülent Arınç kazan kaldırmış. “Bu hareket koskoca Erbakan’ı yemiş bitirmiş, Erdoğan kim ki?” diyor ve karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş partinin muhalif cephesini örgütlüyor. Genel Merkezin ve Başbakan’ın onayı dışında bir ‘ortaya karışık’ Genel Kurul topluyor…
Böyle bir durumda CHP nasıl bir tutum alırdı, dersiniz. Ben söyleyeyim size: AK Parti’nin üstüne çıkar tepinirdi… AK Parti ise yine insaflı. “Böyle bir Ana Muhalefet Partisi olduğu için çok seviniyoruz” demekle yetiniyor.
CHP’deki ilk ‘dinozor’ temizliğinde hayli ümitlenmiş sonra da ciddi bir düş kırıklığı yaşamaya başlamıştım. Şu sıra yanılmıyorsam toplumda olduğu gibi (araştırmalar buna işaret ediyor) bendeki düş kırıklığı da doruk noktasında. ‘Müphemiyet’ algılamaya hasar vermek için ideal bir araç... Yakın geçmişte yeşeren umutlar, ‘Büyük Fikir’, ‘Büyük Lider’ stratejisiyle tesis edilmişti. Kim bilir, belki ilk seçimlerden önce bir ‘kurtarıcı’ çıkar ve CHP’yi iktidara taşır. Bu partinin mevcut tabanı üst üste dördüncü kez, “Halkımız bize Ana Muhalefet görevi tevdi etmiştir” numarasını yemez, tüm liderliği tarihe gömer…
Bu kurultay ülkedeki dönüşüm rüzgârlarını doğru okuyacak ve gerekli ‘Büyük Fikri’ tesis edecek kadroları işin başına getirir mi dersiniz? Getirebilir. Tabii taban ‘dönüşüm’ü doğru okursa…
Hollanda’yla 400 yıl!..
Hollanda ile ticari ilişkilerimiz başlayalı tam 400 yıl olmuş. Hollanda Derneği İstanbul (NVI) Hollanda Konsolosluğu’nun desteği ile her yıl düzenlediği yardım odaklı balosunu bu yıl, 400. yıl konusuna ayırmış.
Diğer alanları bilemem, ancak bizim kendimizi adam gibi ifade etme ve dolayısıyla Kamu Diplomasisi konusunda Hollandalı dostlarımızdan öğreneceğimiz çok şey var. Bir yabancı ülkede ‘özel sektör, devlet ve sivil toplum örgütü’ olarak nasıl kenetleniyor ve sonuç alıyorlar görmeye değer.
Balo 18 Şubat’ta Ataşehir Mariott’da… Bu defa gelirler Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlanacakmış.
Yöneticiler, biraz da davetiye satışını ve bağış miktarını artırmak için “Hollandalı şirketlerin hepsini birden aynı yerde bulmak için daha iyi bir fırsat olamaz” diyorlar…
‘Türk Diasporası’ oluşumlarına küçük bir gönderme…
Hayata katlanmak zor iş...
"I Will Always Love You" (Seni Daima Seveceğim)...
Sezen’in Amy Winehouse için söyledikleri henüz tazeliğini koruyor:
“Eşsiz, olağanüstü bir kapasitesi vardı. Naif, kırılgan bir kız çocuğu… Hayata katlanamadı. Hâlâ durmadan dinlemeye devam ediyorum, içimi titretiyor."
Malum, ‘Bodyguard’, Whitney Houston’ın adı geçtiğinde akla ilk gelen bir film adıdır: Öyle sıradışı bir film değildir aslında. Eğlencelik. Öte yandan benim belleğimde, sıradışı bir günde seyredilme özelliğine sahip, güzel anılar bahşetmiş bir hoş seyirlik olarak kalmıştır. Whitney Houston’ı tamamen başka nedenlerle seviyorum. Yine de pek çok ‘dayanamayan’ ve “tutunamayan”da olduğu gibi, payandalardan yoksun, korunaksız bir halde çekip gitmesi, hayli etkiledi beni…
Bir başka otelde, Londra’da Brown’s Hotel’in ikinci kat sahanlığındaki bir masada yazarken felç olan ve ardından kurtarılamayan şair Rudyard Kipling’in o meşhur ‘Eğer’ şiirindeki iki mısrayla bir de biz yâd edelim kendisini. Finalindeki o meşhur “İşte o zaman Dünya ve içindeki her şey senindir, /Ve daha önemlisi-sen artık Adam olmuşsundur oğlum!” diyen mısralara hazırlık oluşturan çok sayıdaki hayata dair o muhteşem derslerden birini seçerek:
“Eğer hem Zaferi hem de Felaketi göğüsleyebilir / Ve bu iki sahtekâra da eşit davranabilirsen...”
Sonra da bir düşünün. Benzer bir durum AK Parti’de olsaydı ne olurdu?..
Hadi bir senaryo yazalım. Bülent Arınç kazan kaldırmış. “Bu hareket koskoca Erbakan’ı yemiş bitirmiş, Erdoğan kim ki?” diyor ve karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş partinin muhalif cephesini örgütlüyor. Genel Merkezin ve Başbakan’ın onayı dışında bir ‘ortaya karışık’ Genel Kurul topluyor…
Böyle bir durumda CHP nasıl bir tutum alırdı, dersiniz. Ben söyleyeyim size: AK Parti’nin üstüne çıkar tepinirdi… AK Parti ise yine insaflı. “Böyle bir Ana Muhalefet Partisi olduğu için çok seviniyoruz” demekle yetiniyor.
CHP’deki ilk ‘dinozor’ temizliğinde hayli ümitlenmiş sonra da ciddi bir düş kırıklığı yaşamaya başlamıştım. Şu sıra yanılmıyorsam toplumda olduğu gibi (araştırmalar buna işaret ediyor) bendeki düş kırıklığı da doruk noktasında. ‘Müphemiyet’ algılamaya hasar vermek için ideal bir araç... Yakın geçmişte yeşeren umutlar, ‘Büyük Fikir’, ‘Büyük Lider’ stratejisiyle tesis edilmişti. Kim bilir, belki ilk seçimlerden önce bir ‘kurtarıcı’ çıkar ve CHP’yi iktidara taşır. Bu partinin mevcut tabanı üst üste dördüncü kez, “Halkımız bize Ana Muhalefet görevi tevdi etmiştir” numarasını yemez, tüm liderliği tarihe gömer…
Bu kurultay ülkedeki dönüşüm rüzgârlarını doğru okuyacak ve gerekli ‘Büyük Fikri’ tesis edecek kadroları işin başına getirir mi dersiniz? Getirebilir. Tabii taban ‘dönüşüm’ü doğru okursa…
Hollanda’yla 400 yıl!..
Hollanda ile ticari ilişkilerimiz başlayalı tam 400 yıl olmuş. Hollanda Derneği İstanbul (NVI) Hollanda Konsolosluğu’nun desteği ile her yıl düzenlediği yardım odaklı balosunu bu yıl, 400. yıl konusuna ayırmış.
Diğer alanları bilemem, ancak bizim kendimizi adam gibi ifade etme ve dolayısıyla Kamu Diplomasisi konusunda Hollandalı dostlarımızdan öğreneceğimiz çok şey var. Bir yabancı ülkede ‘özel sektör, devlet ve sivil toplum örgütü’ olarak nasıl kenetleniyor ve sonuç alıyorlar görmeye değer.
Balo 18 Şubat’ta Ataşehir Mariott’da… Bu defa gelirler Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlanacakmış.
Yöneticiler, biraz da davetiye satışını ve bağış miktarını artırmak için “Hollandalı şirketlerin hepsini birden aynı yerde bulmak için daha iyi bir fırsat olamaz” diyorlar…
‘Türk Diasporası’ oluşumlarına küçük bir gönderme…
Hayata katlanmak zor iş...
"I Will Always Love You" (Seni Daima Seveceğim)...
Sezen’in Amy Winehouse için söyledikleri henüz tazeliğini koruyor:
“Eşsiz, olağanüstü bir kapasitesi vardı. Naif, kırılgan bir kız çocuğu… Hayata katlanamadı. Hâlâ durmadan dinlemeye devam ediyorum, içimi titretiyor."
Malum, ‘Bodyguard’, Whitney Houston’ın adı geçtiğinde akla ilk gelen bir film adıdır: Öyle sıradışı bir film değildir aslında. Eğlencelik. Öte yandan benim belleğimde, sıradışı bir günde seyredilme özelliğine sahip, güzel anılar bahşetmiş bir hoş seyirlik olarak kalmıştır. Whitney Houston’ı tamamen başka nedenlerle seviyorum. Yine de pek çok ‘dayanamayan’ ve “tutunamayan”da olduğu gibi, payandalardan yoksun, korunaksız bir halde çekip gitmesi, hayli etkiledi beni…
Bir başka otelde, Londra’da Brown’s Hotel’in ikinci kat sahanlığındaki bir masada yazarken felç olan ve ardından kurtarılamayan şair Rudyard Kipling’in o meşhur ‘Eğer’ şiirindeki iki mısrayla bir de biz yâd edelim kendisini. Finalindeki o meşhur “İşte o zaman Dünya ve içindeki her şey senindir, /Ve daha önemlisi-sen artık Adam olmuşsundur oğlum!” diyen mısralara hazırlık oluşturan çok sayıdaki hayata dair o muhteşem derslerden birini seçerek:
“Eğer hem Zaferi hem de Felaketi göğüsleyebilir / Ve bu iki sahtekâra da eşit davranabilirsen...”