Cindoruk’tan mükemmel tanım!
12 OCAK 2007
Komplo teorileri üzerine programlarını en az Alias dizisi kadar heyecanla izlediğim Erol Mütercimler, Çarşamba akşamı konuğu Hüsamettin Cindoruk’a klasik soruyu yöneltiyor: “Cumhurbaşkanı nasıl birisi olsun?”
Kurt politikacı, hiç düşünmeden yanıtlıyor: “Bilge bir kişi olmalı!”
Cindoruk sohbetin devamında ‘bilge’ kavramından bir miktar uzaklaştı aslında. Bu nedenle onun söylediklerine haddimizi aşmamaya çalışarak, aklımız erdiğince katkı getirmek istedik.
‘Bilgeliği’ en iyi ‘bilginin serüveni’ ile anlatmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Hani şu meşhur evrim çizgisi ile: veri – enformasyon – bilgi- bilgelik...
Veri hamdır. Tek başına hiç bir şeye yaramayabilir. Örneğin, İstanbul’un nüfusunu bilmek, yasaları bilmek vs gibi.
Enformasyon, verinin sınıflandırılmış halidir. Çok işe yarayabilir. İstanbul’un yollarını bilmek, suç oranını bilmek, hangi suça hangi yasanın uygulanacağını bilmek gibi.
Taktikler kurabilmek için enformasyon şarttır. Ama strateji için yetmez. Onun için bilgi gerekir; yani anlamlandırılmış enformasyon... İstanbul’daki sokak çocuklarının sayısı ve ona bağlı suç durumunun nedenlerini anlamak; boşanmaların, kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmaları oranında arttığını tespit etmek, bir ülkenin gelecek tasarımı için hangi yasaların çıkması gerektiğini bilmek ve bu bilgiler ışığında nasıl bir strateji kurulacağını saptamak gibi.
İş bilgeliğe gelince, bir kırılma söz konusudur. Veriden, bilgeliğe gelene kadar nicelik bir değişimle karşı karşıyayızdır. Bilgeliğe geçiş ise tamamen niteliksel bir sıçramadır. Bilgelikte işin içine şu üç öğe belirleyici olarak dahil olur: Erdemler, değerler, duygular... Bunların üzerine de hepsini taçlandırmak üzere gelişmiş bir ruh!
İşte bu nedenle vizyon için, misyon için, lider olmak için bilgelik gerekir. Cumhurbaşkanlığı da bir vizyon, misyon ve liderlik koltuğudur... (Bu yazıyı biraz ağır bulanlara biraz daha ağır ve derinliklisini tavsiye edelim: bkz. Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik adlı kitabı giriş bölümü)
G-Mobile fırsatı kaçırmamalı...
Son günlerde TV’lerde gösterilen reklamlar arasında en ilginçlerinden biri de G-Mobile. Ürünün tanıtımı için kullanılan film, ‘çok başarılı, yenilikçi ve müthiş bir prodüksiyon’ ile yapıldığı için ilginç değil... Ürünün bizzat kendisi ilginç olduğu için ilginç. Reklamda deniyor ki: “G-Mobile antibakteriyeldir; cep telefonlarınızı onunla silerseniz, önce kendinizi daha sonra da sizin cep telefonunuzu kullandıklarında başkalarının, bakterilere karşı korunmasını sağlamış olursunuz”...
G-Mobile’ın ne kadar etkili bir ürün olduğunu, bakterilere karşı nasıl bir koruma geliştirdiğini bilmiyorum. Ama farklılaşma yarattığı kesin.
Böyle bir şans her zaman ele geçmez. ‘Üründe farklılık’ yakalamak, ‘ilk olmak’ kırk yılda bir elde edilir. O zaman ne yapacaksın? Bu fırsatı kimselerle paylaşmayacak, tanıtımı konu yönetimi ile destekleyeceksin. Yani milleti cep telefonlarının taşıdığı bakteriler üzerine konuşturacaksın. Hele şu sıra grip böylesine salgınken...
G-Mobile iletişim açısından mecburi hareketlerde çok başarılı, bakalım artistik hareketlerini nasıl yönetecek?
‘Cüceyle boy ölçüşmek için cüce olmak gerekmez!’
İşin tadı kaçtı. “Bayraklı bayram billboardu” polemiği kayıkçı kavgasına dönüştü... Neresinden tutsanız elinizde kalır... Ne sayın ana muhalefet partisi başkanının başlattığı saldırı ipe sapa gelir; ne de sayın Başbakan’ın yanıt niteliğindeki karşı saldırısı...
“Ak Parti hata yapmazsa seçimleri yine alacak; çünkü bu ana muhalefet lideriyle seçimleri almaması çok ayıp olurdu” demiştik. Bu nedenle eksantrik numaralar, durduk yerde milliyetçilik rüzgârına kaptırma taktikleri gereksizdi ve dört yıl ‘millî’ sözcüğünü ağzınıza almamanızın ardından hiç de sahici durmuyordu...
Sadece reaktif siyaset yapan, gündemin arkasından giden ve sadece ‘şeriatçılık’, ‘rejim ve cumhuriyet düşmanlığı’, kadrolaşma söylemleriyle Ak Parti’nin yıpratılamadığını, oylarının azaltılamadığını, liderinin güven skalasında puan kaybetmediğini bir türlü göremeyen ana muhalefet lideri, bu kez de ‘mal bulmuş magribi’ gibi atladı olayın üzerine: “Bayram değil seyran değil; eniştem beni niye öptü? ..”
Tabii ki bayramdı, tabii ki seyrandı, doğal olarak enişte de öpecekti. Bunu söyleyip geçmek varken Erdoğan’ın agresyon dozu çok yüksek derecede Baykal’a yüklenmesini siyasi iletişim açısından anlamak zor. Bir kez daha tekrarlayalım. Takipçinin lidere saldırması doğaldır, lider ise takipçiyi görmezden gelir...
Kurt politikacı, hiç düşünmeden yanıtlıyor: “Bilge bir kişi olmalı!”
Cindoruk sohbetin devamında ‘bilge’ kavramından bir miktar uzaklaştı aslında. Bu nedenle onun söylediklerine haddimizi aşmamaya çalışarak, aklımız erdiğince katkı getirmek istedik.
‘Bilgeliği’ en iyi ‘bilginin serüveni’ ile anlatmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Hani şu meşhur evrim çizgisi ile: veri – enformasyon – bilgi- bilgelik...
Veri hamdır. Tek başına hiç bir şeye yaramayabilir. Örneğin, İstanbul’un nüfusunu bilmek, yasaları bilmek vs gibi.
Enformasyon, verinin sınıflandırılmış halidir. Çok işe yarayabilir. İstanbul’un yollarını bilmek, suç oranını bilmek, hangi suça hangi yasanın uygulanacağını bilmek gibi.
Taktikler kurabilmek için enformasyon şarttır. Ama strateji için yetmez. Onun için bilgi gerekir; yani anlamlandırılmış enformasyon... İstanbul’daki sokak çocuklarının sayısı ve ona bağlı suç durumunun nedenlerini anlamak; boşanmaların, kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmaları oranında arttığını tespit etmek, bir ülkenin gelecek tasarımı için hangi yasaların çıkması gerektiğini bilmek ve bu bilgiler ışığında nasıl bir strateji kurulacağını saptamak gibi.
İş bilgeliğe gelince, bir kırılma söz konusudur. Veriden, bilgeliğe gelene kadar nicelik bir değişimle karşı karşıyayızdır. Bilgeliğe geçiş ise tamamen niteliksel bir sıçramadır. Bilgelikte işin içine şu üç öğe belirleyici olarak dahil olur: Erdemler, değerler, duygular... Bunların üzerine de hepsini taçlandırmak üzere gelişmiş bir ruh!
İşte bu nedenle vizyon için, misyon için, lider olmak için bilgelik gerekir. Cumhurbaşkanlığı da bir vizyon, misyon ve liderlik koltuğudur... (Bu yazıyı biraz ağır bulanlara biraz daha ağır ve derinliklisini tavsiye edelim: bkz. Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik adlı kitabı giriş bölümü)
G-Mobile fırsatı kaçırmamalı...
Son günlerde TV’lerde gösterilen reklamlar arasında en ilginçlerinden biri de G-Mobile. Ürünün tanıtımı için kullanılan film, ‘çok başarılı, yenilikçi ve müthiş bir prodüksiyon’ ile yapıldığı için ilginç değil... Ürünün bizzat kendisi ilginç olduğu için ilginç. Reklamda deniyor ki: “G-Mobile antibakteriyeldir; cep telefonlarınızı onunla silerseniz, önce kendinizi daha sonra da sizin cep telefonunuzu kullandıklarında başkalarının, bakterilere karşı korunmasını sağlamış olursunuz”...
G-Mobile’ın ne kadar etkili bir ürün olduğunu, bakterilere karşı nasıl bir koruma geliştirdiğini bilmiyorum. Ama farklılaşma yarattığı kesin.
Böyle bir şans her zaman ele geçmez. ‘Üründe farklılık’ yakalamak, ‘ilk olmak’ kırk yılda bir elde edilir. O zaman ne yapacaksın? Bu fırsatı kimselerle paylaşmayacak, tanıtımı konu yönetimi ile destekleyeceksin. Yani milleti cep telefonlarının taşıdığı bakteriler üzerine konuşturacaksın. Hele şu sıra grip böylesine salgınken...
G-Mobile iletişim açısından mecburi hareketlerde çok başarılı, bakalım artistik hareketlerini nasıl yönetecek?
‘Cüceyle boy ölçüşmek için cüce olmak gerekmez!’
İşin tadı kaçtı. “Bayraklı bayram billboardu” polemiği kayıkçı kavgasına dönüştü... Neresinden tutsanız elinizde kalır... Ne sayın ana muhalefet partisi başkanının başlattığı saldırı ipe sapa gelir; ne de sayın Başbakan’ın yanıt niteliğindeki karşı saldırısı...
“Ak Parti hata yapmazsa seçimleri yine alacak; çünkü bu ana muhalefet lideriyle seçimleri almaması çok ayıp olurdu” demiştik. Bu nedenle eksantrik numaralar, durduk yerde milliyetçilik rüzgârına kaptırma taktikleri gereksizdi ve dört yıl ‘millî’ sözcüğünü ağzınıza almamanızın ardından hiç de sahici durmuyordu...
Sadece reaktif siyaset yapan, gündemin arkasından giden ve sadece ‘şeriatçılık’, ‘rejim ve cumhuriyet düşmanlığı’, kadrolaşma söylemleriyle Ak Parti’nin yıpratılamadığını, oylarının azaltılamadığını, liderinin güven skalasında puan kaybetmediğini bir türlü göremeyen ana muhalefet lideri, bu kez de ‘mal bulmuş magribi’ gibi atladı olayın üzerine: “Bayram değil seyran değil; eniştem beni niye öptü? ..”
Tabii ki bayramdı, tabii ki seyrandı, doğal olarak enişte de öpecekti. Bunu söyleyip geçmek varken Erdoğan’ın agresyon dozu çok yüksek derecede Baykal’a yüklenmesini siyasi iletişim açısından anlamak zor. Bir kez daha tekrarlayalım. Takipçinin lidere saldırması doğaldır, lider ise takipçiyi görmezden gelir...