Citibank’a şaştım kaldım...
04 ŞUBAT 2007
Eskiden kendi kendini aldatmak da mümkündü başkalarını da... “Biz şöyle muazzamız, böyle şahaneyiz”, diye kasılmak kolaydı. Ya da “Bizim markamız herkesinkinden kıymetlidir” gibi... İnternet çıktı bu türlük ‘mertlikler’ bozuldu...
Brand Finance kuruluşunun internetten ücretsiz olarak indirilen 40 sayfalık PDF dosyasında araştırmanın tüm bilgilerine erişmek mümkün ve o bilgiler diyor ki: Dünyanın en kıymetli 250 markasının içinde Allah için bir tane Türk markası yok. 117 ABD, 27 İngiliz, 24 Fransız, 16 Alman marka var; bir tane Türk yok... Sonra bizimkiler markalaşma yolunda atılan adımlar konusunda birbirlerini kutlayıp dururlar...
İlk 10 şöyle sıralanmış. Coca-Cola, Microsoft, Citibank, Wal-Mart, IBM, HSBC, General Electric, Bank of America, Hewlett-Packard, Marlboro...
İlk 10’un içinde bir tek şu Citibank’ın durumuna şaştığımı söylemeliyim. 5 yıldır kredi kartımı iade etmeye çalışıyorum, nedeni önemli değil. Ama imkansız... Başaramadım... Yukarıda Allah, yerde bizim muhasebe servisi ve asistanım şahitler... Aynı şey başına gelmiş olan dostlarımız da var... Akıl alır gibi değil... Müşteri hizmetlerindeki bu eşsiz başarıya borçlular herhalde en değerli markalar değerlendirmesinde 3’üncü sırada yer almayı...
İzzet Çapa’nın yemekleri üstüne Nükhet Duru! Müthiş!..
Arada sevgili dostumuz Serhat Hacıpaşalıoğlu olmasa da gidecektik. Bir: Nükhet Duru’yu zaten çok severiz. Nezahet çerçevesinde eğlenmeyi özlediğimizde başvurduğumuz adreslerdendir. İki: İzzet Çapa iddialıdır. Hele Banlieue’nün yemekleri konusunda gerginlik yaratacak düzeydedir. Kendinizi zaman zaman şımartmak için onun vaat oranı yüksek mekanlarına uğramakta yarar vardır. Ben ki Osmanlıcıyım; Uzakdoğu yemeklerini bana yedirdikten sonra herkese yedirir. Hele o ‘yeşil karidesleri’...
İzzet Çapa öyle gerilmiş ki, o gece iki kez yanıma gelip, “Bir daha ki sefere Serdar Turgut Bey’le beraber gelin. Türkiye’de ızgara et yok, falan diyor. Ona bir et yedireyim de görsün...” dedi. Serdar Turgut iddialı insanları sever...
Bu tür, seyirci düzeyi hayli yüksek nezih eğlence ortamını ilk kez Erol Evgin Plaza’da yakalamıştı. Benim bildiğim Nükhet hemen arkasından geldi. Perşembeleri Banlieue’de... Sonra Ömür Göksel Sürmeli’de sahne aldı. Ona da gideceğiz... Bu arada Deniz Seki de Salı günleri Stnbl’da imiş. Kısa bir süre. Keşke süreklilik haline getirse...
Nükhet Duru bence en güzel yıllarını yaşıyor... Koskocaman bir tebrik! Sadece sahne performansına değil. Hacıpaşalıoğlu gibi medeni ve bilgili bir usta ile üretim ve yönetim konusunda işbirliği yaptığı için... Akıllı kızdır Nükhet...
Cem Yılmaz’ın içi dışından daha zengin
Cuma akşamı Habertürk’deki programımızda konuğumuz Cem Yılmaz idi... Benim adıma uzun yıllardır ilk kez Cem Yılmaz’la birlikte olup, eğlenmekten çok öğrenmeye odaklanmıştık...
Cem’in parası, aşkları dışında da bir hayatı olduğunu anlamak ve kendi yaşama sanatınıza ondan yeni ışıklar ve tadlar eklemlemek ayrı bir keyifmiş...
Program ortağım Özlem Gürses için bugün tekrarı yayınlanacak o programın en çarpıcı bölümü, Cem’in çocukluğunda yaşadığı ve etkisinde kaldığı bir anısıydı. Aynısı benim için de geçerliydi: Altı yaşındayken yaşadığı o an, sanki tüm yaşamına tesir etmişti. Babasıyla birlikte Sıraselviler’de Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın sahneye çıktıkları Devekuşu Kabare’ye gitmişler. Ve Cem ilk kez babasının bu kadar mutlu olduğuna, o kadar güldüğüne tanık olmuş. Ne var bunda, değil mi? Çok şey... Dönüp kendi benzer anılarınızı düşünün. Neden olduğunu anlayacaksınız.
Sütaş’ın söylemi araya gitmiş
Sütaş reklamları kendi halinde dönüp duruyor. Demek istediğim şu, Sertap Erener’in “Kendime yeni bir ben lazım” adlı parçasından takla attırılarak oluşturulan müziğin kullanıldığı reklamların PR’ı pek yapılmadı...
Oysa reklamdaki başarıyla kullanılmış animasyonu, doğru yerleştirilmiş ara mesajları bir kenara bırakacak olursa, son derece iddialı bir söylem var: Türkiye’nin sütçüsü Sütaş!.. Bu ulusal duruşla ilgili ciddi bir gönderme. Ama altı hiç çizilmeyen, ‘pack shot’ haline getirilmeyen ve arkası çeşitli PR faaliyetleriyle doldurulmayan bir söylem. Yazık!...
Gillette ile neden heyecan duymuyorum?
Önden hemen şunu ifade edelim: Gillette Mach3’ün reklamlarında Rıdvan’la ‘yerlilik’ öğesinin vurgulanması son derece doğru. Kopyacı tüm yabancı markalar kendilerine örnek almalılar. Az para harcamak, maliyeti düşürmek adına batıda çekilen TV reklam filmlerini alıp tercüme ettikten sonra Türkiye’de göstermeye kalkanların ciddi risk aldıklarını öteden beri tespit ediyoruz. Bu çerçevede Gillette ‘yerel düşünüp yerel hareket et’ ilkesine uygun yeni bir örnek.
Beckham ile Rıdvan’ın yan yana getirilmesi kolay iş değil. Bu arada ben de bir Mach3 kullanıcısıyım. Buna rağmen “Marka bağımlılığım ve sadakatim neden bu kadar yüksek değil, neden bu reklamı görünce bir taraftar gibi sevinemiyorum?” diye soruyorum kendi kendime... Umarım bu soruyu Gillette de kendisine soruyordur...
Brand Finance kuruluşunun internetten ücretsiz olarak indirilen 40 sayfalık PDF dosyasında araştırmanın tüm bilgilerine erişmek mümkün ve o bilgiler diyor ki: Dünyanın en kıymetli 250 markasının içinde Allah için bir tane Türk markası yok. 117 ABD, 27 İngiliz, 24 Fransız, 16 Alman marka var; bir tane Türk yok... Sonra bizimkiler markalaşma yolunda atılan adımlar konusunda birbirlerini kutlayıp dururlar...
İlk 10 şöyle sıralanmış. Coca-Cola, Microsoft, Citibank, Wal-Mart, IBM, HSBC, General Electric, Bank of America, Hewlett-Packard, Marlboro...
İlk 10’un içinde bir tek şu Citibank’ın durumuna şaştığımı söylemeliyim. 5 yıldır kredi kartımı iade etmeye çalışıyorum, nedeni önemli değil. Ama imkansız... Başaramadım... Yukarıda Allah, yerde bizim muhasebe servisi ve asistanım şahitler... Aynı şey başına gelmiş olan dostlarımız da var... Akıl alır gibi değil... Müşteri hizmetlerindeki bu eşsiz başarıya borçlular herhalde en değerli markalar değerlendirmesinde 3’üncü sırada yer almayı...
İzzet Çapa’nın yemekleri üstüne Nükhet Duru! Müthiş!..
Arada sevgili dostumuz Serhat Hacıpaşalıoğlu olmasa da gidecektik. Bir: Nükhet Duru’yu zaten çok severiz. Nezahet çerçevesinde eğlenmeyi özlediğimizde başvurduğumuz adreslerdendir. İki: İzzet Çapa iddialıdır. Hele Banlieue’nün yemekleri konusunda gerginlik yaratacak düzeydedir. Kendinizi zaman zaman şımartmak için onun vaat oranı yüksek mekanlarına uğramakta yarar vardır. Ben ki Osmanlıcıyım; Uzakdoğu yemeklerini bana yedirdikten sonra herkese yedirir. Hele o ‘yeşil karidesleri’...
İzzet Çapa öyle gerilmiş ki, o gece iki kez yanıma gelip, “Bir daha ki sefere Serdar Turgut Bey’le beraber gelin. Türkiye’de ızgara et yok, falan diyor. Ona bir et yedireyim de görsün...” dedi. Serdar Turgut iddialı insanları sever...
Bu tür, seyirci düzeyi hayli yüksek nezih eğlence ortamını ilk kez Erol Evgin Plaza’da yakalamıştı. Benim bildiğim Nükhet hemen arkasından geldi. Perşembeleri Banlieue’de... Sonra Ömür Göksel Sürmeli’de sahne aldı. Ona da gideceğiz... Bu arada Deniz Seki de Salı günleri Stnbl’da imiş. Kısa bir süre. Keşke süreklilik haline getirse...
Nükhet Duru bence en güzel yıllarını yaşıyor... Koskocaman bir tebrik! Sadece sahne performansına değil. Hacıpaşalıoğlu gibi medeni ve bilgili bir usta ile üretim ve yönetim konusunda işbirliği yaptığı için... Akıllı kızdır Nükhet...
Cem Yılmaz’ın içi dışından daha zengin
Cuma akşamı Habertürk’deki programımızda konuğumuz Cem Yılmaz idi... Benim adıma uzun yıllardır ilk kez Cem Yılmaz’la birlikte olup, eğlenmekten çok öğrenmeye odaklanmıştık...
Cem’in parası, aşkları dışında da bir hayatı olduğunu anlamak ve kendi yaşama sanatınıza ondan yeni ışıklar ve tadlar eklemlemek ayrı bir keyifmiş...
Program ortağım Özlem Gürses için bugün tekrarı yayınlanacak o programın en çarpıcı bölümü, Cem’in çocukluğunda yaşadığı ve etkisinde kaldığı bir anısıydı. Aynısı benim için de geçerliydi: Altı yaşındayken yaşadığı o an, sanki tüm yaşamına tesir etmişti. Babasıyla birlikte Sıraselviler’de Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın sahneye çıktıkları Devekuşu Kabare’ye gitmişler. Ve Cem ilk kez babasının bu kadar mutlu olduğuna, o kadar güldüğüne tanık olmuş. Ne var bunda, değil mi? Çok şey... Dönüp kendi benzer anılarınızı düşünün. Neden olduğunu anlayacaksınız.
Sütaş’ın söylemi araya gitmiş
Sütaş reklamları kendi halinde dönüp duruyor. Demek istediğim şu, Sertap Erener’in “Kendime yeni bir ben lazım” adlı parçasından takla attırılarak oluşturulan müziğin kullanıldığı reklamların PR’ı pek yapılmadı...
Oysa reklamdaki başarıyla kullanılmış animasyonu, doğru yerleştirilmiş ara mesajları bir kenara bırakacak olursa, son derece iddialı bir söylem var: Türkiye’nin sütçüsü Sütaş!.. Bu ulusal duruşla ilgili ciddi bir gönderme. Ama altı hiç çizilmeyen, ‘pack shot’ haline getirilmeyen ve arkası çeşitli PR faaliyetleriyle doldurulmayan bir söylem. Yazık!...
Gillette ile neden heyecan duymuyorum?
Önden hemen şunu ifade edelim: Gillette Mach3’ün reklamlarında Rıdvan’la ‘yerlilik’ öğesinin vurgulanması son derece doğru. Kopyacı tüm yabancı markalar kendilerine örnek almalılar. Az para harcamak, maliyeti düşürmek adına batıda çekilen TV reklam filmlerini alıp tercüme ettikten sonra Türkiye’de göstermeye kalkanların ciddi risk aldıklarını öteden beri tespit ediyoruz. Bu çerçevede Gillette ‘yerel düşünüp yerel hareket et’ ilkesine uygun yeni bir örnek.
Beckham ile Rıdvan’ın yan yana getirilmesi kolay iş değil. Bu arada ben de bir Mach3 kullanıcısıyım. Buna rağmen “Marka bağımlılığım ve sadakatim neden bu kadar yüksek değil, neden bu reklamı görünce bir taraftar gibi sevinemiyorum?” diye soruyorum kendi kendime... Umarım bu soruyu Gillette de kendisine soruyordur...