“CUMHURİYET’E KANAT GERENLER”
ONLARI NE KADAR TANIYORUZ?
Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” sözü, en çok bugünkü modern Türkiye’nin temellerini atan, Cumhuriyet’in inşası yıllarında bireysel ikballerini yaşamak yerine, memleket sevgisiyle dolu bir ruhla vatan hizmetine koşan ‘idealler kuşağı’na yakışıyor.
Peki onları ne kadar tanıyoruz? Uluslararası düzeyde mükemmel eğitim aldıktan sonra Anadolu irfanı ve millî kültür donanımıyla ülkemizin en ücra köşelerine kadar dağılıp Cumhuriyet’in yeni kuşaklarını yetiştirmek için bireysel çıkarlarını hiçe sayan bu vatanseverleri hatırlıyor muyuz?
Bersay İletişim Danışmanlığı çalışanlarının metin yazarı ve araştırmacı olarak katkı sundukları, benim de Yayın danışmanı olarak görev aldığım “Cumhuriyet’e Kanat Gerenler” adlı 182 bölümlük, 1993 - 1995 yılları arasında TRT’de yayınlanan belgesel serisi, işte bu idealler kuşağına odaklanıyor. Her bölümünde bu değerli isimlerden birinin portresi yer alıyor.
“Cumhuriyet’e Kanat Gerenler” belgeselinde yer alan ‘idealler kuşağı’nın listesine aşağıda ulaşabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için [email protected] adresine başvurabilirsiniz.
ONLARI NE KADAR TANIYORUZ?
Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” sözü, en çok bugünkü modern Türkiye’nin temellerini atan, Cumhuriyet’in inşası yıllarında bireysel ikballerini yaşamak yerine, memleket sevgisiyle dolu bir ruhla vatan hizmetine koşan ‘idealler kuşağı’na yakışıyor.
Peki onları ne kadar tanıyoruz? Uluslararası düzeyde mükemmel eğitim aldıktan sonra Anadolu irfanı ve millî kültür donanımıyla ülkemizin en ücra köşelerine kadar dağılıp Cumhuriyet’in yeni kuşaklarını yetiştirmek için bireysel çıkarlarını hiçe sayan bu vatanseverleri hatırlıyor muyuz?
Bersay İletişim Danışmanlığı çalışanlarının metin yazarı ve araştırmacı olarak katkı sundukları, benim de Yayın danışmanı olarak görev aldığım “Cumhuriyet’e Kanat Gerenler” adlı 182 bölümlük, 1993 - 1995 yılları arasında TRT’de yayınlanan belgesel serisi, işte bu idealler kuşağına odaklanıyor. Her bölümünde bu değerli isimlerden birinin portresi yer alıyor.
“Cumhuriyet’e Kanat Gerenler” belgeselinde yer alan ‘idealler kuşağı’nın listesine aşağıda ulaşabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için [email protected] adresine başvurabilirsiniz.
Bugünkü Türkiye’nin temellerini atan kuşakla tanışmam rahmetli babam sayesinde oldu. Yaşlandıkça kendisine daha da çok benzemeye başladığım babam…
Kilis eşrafından bir din adamının oğlu, Nihat (Tahsin) Saydam Beyefendi. Yazın çalışıp kışın Sultanahmet Sanat Mektebi’nde okuyan, sonra da Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş projesi çerçevesinde, dönüşlerinde öğretmenler ordusuna katılmaları koşuluyla bursla Fransa’ya gönderilmiş ilk kuşak mühendislerden Nihat Bey...
Lile’de bulunan Fransa’nın en zor okullarından l’Ecole Nationale Supérieure d’Arts et Métiers’yi yüksek makine mühendisi olarak bitirip Bursa’da hizmete teknik resim öğretmenliği ile başlayan, Cumhuriyet’in inşası serüveninde Konya, İzmir ve Ankara’da öğretmen ve müdür olarak (Teknik Öğretmen Okulu Kurucu Müdürü) devam eden, sonrasında yeniden öğretmen olarak atandığı Yıldız Üniversitesi’nde (o zamanki adıyla: Yıldız Teknik Okulu’nda) görevini aynı sadakat duygusuyla yerine getiren, kariyerini Millî Eğitim Müsteşarı ve nihayet İsviçre-Avusturya-İtalya Kültür Ataşesi olarak noktalayan bir Cumhuriyet kuşağı evladı...
90’lı yıllarda TRT’de de yapım danışmanlığını üstlendiğim Cumhuriyete Kanat Gerenler programı içinde babam dâhil yüzlercesini portreler hâlinde tanıttığımız, hepsi de bireysel çıkar ve ikballerini bir kenara bırakıp genç Cumhuriyet’in inşası için ömürlerini vermiş “idealler kuşağı”nın mensuplarından biriydi rahmetli babam.
O kuşağın tipik özelliği, mükemmel eğitim almalarına rağmen Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar dağılıp Cumhuriyet’in yeni kuşaklarını yetiştirmek için her şeylerini hiçe saymaları değildi sadece. O kuşak gencecik yaşta çok büyük ve ciddi sorumlulukları omuzlamıştı ve bireysel esenliklerini toplumsal sorumlulukları adına yok saymışlar, ayrıca bunlardan ve Atatürk’ün o dehşetli ‘çekim alanının’ içinde yaşananlardan büyük keyif almışlardı.
Bu arada çoğu yaşamın en önemli duyarlılığını ıskalamışlardı: ‘Aşk’ı... Çünkü onlara başka bir sevgi aşılanmıştı. Vatana, millete, Cumhuriyete ve gelecek tasarımına inancın sevgisi...
Birçoğu, dışarıdan bakıldığında sert ve duyguları pek gelişmemiş kimseler gibi algılanıyorlardı. Oysa bambaşka bir ‘aura’nın içinde yanıp tutuşuyorlardı…
Ne var ki, yine de aşkı, bildiğimiz o aşkı tanımamışlardı. Hani algılama yönetiminin hiçbir kuralına uymayan, iletişim açısından bakıldığında her türlü evrensel özde buluşan tek duyarlılık alanı olan aşk... İşte onu ıskalamışlardı...
Algılama Yönetimi kitabını, dramları, zaferleri, yenilgileri, çektikleri acıları, tattıkları esenlikleri, mağrur ve vakur duruşlarıyla benim kuşağımı yetiştirmiş olan babamın kuşağına ithaf etmek istiyorum.
Babamın, yıllardır mırıldanıp durduğu o güzelim şarkının adını, ölümünden çok kısa süre önce, bir sohbetimiz sırasında ağzından bir itiraf gibi alabildim. O şarkıyı niçin o kadar sevdiğini ise, ancak Cumhuriyete Kanat Gerenler programını hazırlarken anlayabildim. Bestesi Selâhaddin İnal Bey’e, güftesi Sedat Ergintuğ Bey’e ait o Kürdili-Hicazkâr şarkı, sanki o kuşağın dramına ince bir gönderme yapıyordu:
Çiçek nedir görmeden bozkırlara dalmışsan,
Çaldığın kapılardan hep nasihat almışsan,
Üstelik bu âlemde aşktan mahrum kalmışsan,
Desene ki güzelim, sen hiç yaşamamışsın.
* * *
Su verdiğin goncalar açmadan soluyorsa,
Sığındığın geceler insafsız oluyorsa,
Üstelik bu hikâye aşksız son buluyorsa,
Desene ki güzelim, sen hiç yaşamamışsın
Kilis eşrafından bir din adamının oğlu, Nihat (Tahsin) Saydam Beyefendi. Yazın çalışıp kışın Sultanahmet Sanat Mektebi’nde okuyan, sonra da Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş projesi çerçevesinde, dönüşlerinde öğretmenler ordusuna katılmaları koşuluyla bursla Fransa’ya gönderilmiş ilk kuşak mühendislerden Nihat Bey...
Lile’de bulunan Fransa’nın en zor okullarından l’Ecole Nationale Supérieure d’Arts et Métiers’yi yüksek makine mühendisi olarak bitirip Bursa’da hizmete teknik resim öğretmenliği ile başlayan, Cumhuriyet’in inşası serüveninde Konya, İzmir ve Ankara’da öğretmen ve müdür olarak (Teknik Öğretmen Okulu Kurucu Müdürü) devam eden, sonrasında yeniden öğretmen olarak atandığı Yıldız Üniversitesi’nde (o zamanki adıyla: Yıldız Teknik Okulu’nda) görevini aynı sadakat duygusuyla yerine getiren, kariyerini Millî Eğitim Müsteşarı ve nihayet İsviçre-Avusturya-İtalya Kültür Ataşesi olarak noktalayan bir Cumhuriyet kuşağı evladı...
90’lı yıllarda TRT’de de yapım danışmanlığını üstlendiğim Cumhuriyete Kanat Gerenler programı içinde babam dâhil yüzlercesini portreler hâlinde tanıttığımız, hepsi de bireysel çıkar ve ikballerini bir kenara bırakıp genç Cumhuriyet’in inşası için ömürlerini vermiş “idealler kuşağı”nın mensuplarından biriydi rahmetli babam.
O kuşağın tipik özelliği, mükemmel eğitim almalarına rağmen Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar dağılıp Cumhuriyet’in yeni kuşaklarını yetiştirmek için her şeylerini hiçe saymaları değildi sadece. O kuşak gencecik yaşta çok büyük ve ciddi sorumlulukları omuzlamıştı ve bireysel esenliklerini toplumsal sorumlulukları adına yok saymışlar, ayrıca bunlardan ve Atatürk’ün o dehşetli ‘çekim alanının’ içinde yaşananlardan büyük keyif almışlardı.
Bu arada çoğu yaşamın en önemli duyarlılığını ıskalamışlardı: ‘Aşk’ı... Çünkü onlara başka bir sevgi aşılanmıştı. Vatana, millete, Cumhuriyete ve gelecek tasarımına inancın sevgisi...
Birçoğu, dışarıdan bakıldığında sert ve duyguları pek gelişmemiş kimseler gibi algılanıyorlardı. Oysa bambaşka bir ‘aura’nın içinde yanıp tutuşuyorlardı…
Ne var ki, yine de aşkı, bildiğimiz o aşkı tanımamışlardı. Hani algılama yönetiminin hiçbir kuralına uymayan, iletişim açısından bakıldığında her türlü evrensel özde buluşan tek duyarlılık alanı olan aşk... İşte onu ıskalamışlardı...
Algılama Yönetimi kitabını, dramları, zaferleri, yenilgileri, çektikleri acıları, tattıkları esenlikleri, mağrur ve vakur duruşlarıyla benim kuşağımı yetiştirmiş olan babamın kuşağına ithaf etmek istiyorum.
Babamın, yıllardır mırıldanıp durduğu o güzelim şarkının adını, ölümünden çok kısa süre önce, bir sohbetimiz sırasında ağzından bir itiraf gibi alabildim. O şarkıyı niçin o kadar sevdiğini ise, ancak Cumhuriyete Kanat Gerenler programını hazırlarken anlayabildim. Bestesi Selâhaddin İnal Bey’e, güftesi Sedat Ergintuğ Bey’e ait o Kürdili-Hicazkâr şarkı, sanki o kuşağın dramına ince bir gönderme yapıyordu:
Çiçek nedir görmeden bozkırlara dalmışsan,
Çaldığın kapılardan hep nasihat almışsan,
Üstelik bu âlemde aşktan mahrum kalmışsan,
Desene ki güzelim, sen hiç yaşamamışsın.
* * *
Su verdiğin goncalar açmadan soluyorsa,
Sığındığın geceler insafsız oluyorsa,
Üstelik bu hikâye aşksız son buluyorsa,
Desene ki güzelim, sen hiç yaşamamışsın
A
B
C
D
e
f
H
İ
J
K
L
M
N
Nihat Saydam - Eğitmen
O - Ö
P - R
S - Ş
Sedad Hakkı Eldem - Mimar |
Şevket Raşit Hatipoğlu -
|
Sait Cordan - Eğitimci |