Dağın arkasını görebilmek...
20 NİSAN 2003
Geçen cumartesi Management Center Türkiye (MCT) ilginç bir toplantı düzenlemişti: “Yüksek İstişare Kurulu” adını verdiği bir toplulukta Türkiye’nin ulusal ve uluslararası pek çok şirketinin Genel Müdürlerini bir araya getirmişti.
Kurul henüz kuruluş aşamasında. Fakat hayli hayırlı işler yapacağa benziyor. Ülkemizde her meslek grubunun biraraya gelip gelecek planlarını tartışacakları platformlar var. Yöneticilerinki yok.
Toplantıda MCT danışmanlarından Fazıl Oral strateji ve planlamadan söz ederken konuyu olağanüstü bir sadelikle açıkladığını düşündüğüm bir atasözünden söz etti. Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş bir sözmüş. Şöyle dermiş atalarımız:
“Göz odur ki, dağın arkasını göre... Akıl odur ki, başına geleceği bile...”
İşte size on ‘guru’nun 40 saatte anlatamayacağı sadelikle ‘strateji ve planlama’...
Özellikle ‘stratejik iletişim’ için biçilmiş kaftan sanki. Dağın arkasını nasıl görürsün? Stratejik araştırma ile. Başına geleceği nasıl bilirsin? Mevcut durumunu, pazarı ve rekabeti objektif olarak analiz eder, attığın adımlardan sonra mutlaka ‘izleme araştırması’ yaptırır ve istikametini buna göre düzeltirsin...
PR denince ne yazık ki ülkemizin bazı iş çevrelerinde ve yine yazık ki bazı PR şirketlerinde akla hâlâ ‘uyanık medya ilişkileri’ gelmekte. “Öyle ilişkilerim var ki, istediğim haberi koydurturum; istemediğim haber hiçbir yere girmez”... diye kendini ve müşterilerini kandıran PR’cıların sayısı hâlâ az değil.
Oysa, sadece haberin çıkması, boşa giden zaman ve paradan başka bir şey değildir. En çok Çakıcı ile Apo’nun haberi çıkıyordu... Apo marka bir ürün çıkarın piyasaya bakalım kaç satacak...
Neşeli Cahiliye Devri (1980-2000) PR’ı böyle idi...
Günümüzün iletişimden anlayan yöneticileri ise artık itibar etmiyor böyle kolaycı ve sonunda galibi olmayan yaklaşımlara.
1980 – 2000 arası iletişimciler kuşağı yerini giderek, iletişimi faydacı ilişkilerle değil, bilgi, akıl ve gören gözlerle yönetmeye çaba harcayan pırıl pırıl bir kuşağa bırakmak zorunda kalacak...
Bu yeni iletişimcilere, magazin sayfalarında pek rastlayamazsınız. Kendileri değil, iğne ile kuyu kazar gibi yaptıkları işler ön plandadır. Belli bir strateji ile uyguladıkları iletişim, kendini göstermeye başladı mı da rekabet için vakit çoktan geçmiş olur. Örneğin Borusan, Koç, Eczacıbaşı, Tansaş, Coca-Cola, Nestle, Aygaz, Arçelik, Vestel, Brisa, Turkcell, Tofaş, Renault, Beymen, Cif, Sana, Omo, DHL ve diğerleri...
Burnunun dibiyle uğraşıp dağın arkasını ihmal edenlerle, başına hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi yaşayanları dünyanın bugünkü haliyle iyi şeyler beklemiyor.
Yeni medya: Tuvaletler
Tuvalet deyip geçmemek gerek. Hangimiz bir şeyler okumayız ki orada.
Geçenlerde bir alış veriş merkezinin pırıl pırıl tuvaletindeydim. Kafamı kaldırıp bir de baktım bir reklam. Gayet medeni şekilde metalik bir çerçeve içine alınmış: Zap Medya!
Şimdilik kendi reklamlarını yapıyorlar: “Zapsız medya!”... Haklılar. Kafanızı çevirip başka bir tarafa bakma şansınız pek yok. Herhalde pek pahalı da değil. Mükemmel bir fikir. Pek bir takdir ettim çocukları...
Sonra düşündüm. Buralara ne reklamı verilir... Türkçe o kadar mecaza, çift anlama müsait ki. Her an kendinle dalga geçtirebilirsin...
Mesela bir banka şöyle dese: “Elinizdekinin kıymetini bilin!”... Alın başınıza belayı... Ya da, “Herkesin bir ideali olmalı!” Ya da “Bugün kendiniz için iyi bir şey yapın”...
Çok başarılı bir buluş ama; bir o kadar da riskli. İlk reklamları heyecanla ekliyorum.
Zeynep hanımla anlaşmamız zor...
AK Parti İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu Hanım’dan yine mektup var. Kısaltarak alıyorum:
“30.3.03 tarihli yazınızda İpek kağıt yetkililerince gönderilen ve eleştirdiğim reklamlarından biri olan kağıt havlu reklamının yayınlanmasından sonra tüketici araştırmaları çerçevesinde hatırlandığını, beğenildiğini ve satın alınabileceğinin belirtildiğini gösteren verilerden hareketle, topluma verdikleri mesajların eleştirilmesinin anlamlı olmadığını ima etmenizi doğru bir görüş olarak değerlendirmiyorum.
Sizin yazılarınızın geneline hakim olan bakış açısı başarılı reklamın nasları olarak ‘bazı’ reklam gurularının dikkat/ilgi çekiyor, hatırlanıyor ve ‘satıyorsa iyidir’ tespitini paylaşıyor... [Oysa] Reklam Özdenetim Kurulu’nca da paylaşılan, ‘reklam veren-reklam ajansı-mecra üçlüsünün tüketiciye karşı toplumsal sorumluluğu bulunduğu’ görüşünün özellikle sizin gibi entelektüel vasfı da bulunan uygulayıcılar tarafından da benimsenmesinin mevcut reklamcılık anlayışının değişmesine önemli katkılar yapacağını düşünüyorum.
Ayrıca bu konuda dünyadaki benzeri kuruluşlarca çok daha net kriterlerle reklamlar denetlenmektedir. Örneğin Fransa’da yarı resmi yarı mesleki bir organizma olan Reklamcılık Denetim Bürosu (BVP) tarafından 28 yıldan beri kabul edilmiş olan kuralların içinde reklamcılıkta kadın imajına yönelik de beş ayrı kural vardır ve bu kurallara göre de denetim yapılmaktadır. Dolayısıyla siz satış araştırmalarını kamuoyunun bilgisine sunmuştunuz, ben de zatıalinizin bilgisine dünyadaki reklam özdenetim kurumlarınca gelişmiş bir kadın-erkek eşitlik anlayışına uymanın bir denetim unsuru olarak kabul edildiğini sunuyorum... Dr. Zeynep Karahan Uslu AK Parti İstanbul Milletvekili...”
Zeynep Hanım’la pek anlaşamıyoruz. Biraz da abartarak ifade edersek, Sayın Uslu, kadınların reklam filmleriyle kurtulacaklarına inanıyor. Ben ise, ticaret ve iletişim tanrısının işin içinde olduğu durumlarda, ‘iş hedefleri’ sahneye çıkar ve ulvî görevler eşyanın tabiatı gereği ikinci plana itilir, diyorum.
Eski Sovyetler Birliği, İran, Suriye, Suudi Arabistan gibi totaliter rejimlerde iletişim işlerini ‘ulvî’ çıkarlar doğrultusunda yönetmeye kalktılar. Şahane başarılar elde ettikleri söylenemez. Onun için Zeynep Hanım, siz siz olun Meclis’de kadınlar ve çevre için mücadele edin, reklamcılık da serbest piyasa ortamında yolunu bulsun...
Kısa... Kısa...
· İletişim konusuna keyifle kafa yoranlara tavsiye olunur: Kitap Kemal Sezer imzası ile çıkmış: “Ege Ernart. Bir öncü reklamcı ve sıra dışı yaşamı”. GSMH’mız (Gayrı Safi Milli Hafızamız) hele reklam sektöründe yerlerde sürünürken bu kitap bir pırlanta! Ege’yi şahsen tanıdım. Deha düzeyinde bir iletişim ustasıydı. Turgut Özal’a zafer kazandıran ekibin beyniydi. Onu okumak, her iletişimcinin görevi diye düşünüyorum. Onun Patronu Eli Acıman da hatıralarını yazıyormuş. İletişim dünyasına bomba gibi düşecek herhalde. Merakla bekliyorum.
· Marmara İletişim’in Dekanı ve Türkiye’de halkla ilişkiler sektörünün kurucularından Prof. Alâeddin Asna Açık Radyo’da yaptığı söyleşileri derlemiş: “Önce İletişim vardı – Ustalar ne diyor?”. Söz uçar diye, radyoda ağzına geleni söylemek ne demekmiş kitapta görün. O kadar insanı ve görüşlerini bir kitapta biraraya getirmek her baba yiğidin harcı değil. Alâeddin hocaya şapka!
· Bir de tercüme eserden söz edelim: Fiona Gilmore yazmış: “Marka Savaşçıları”... Kitabın bence tek eksiği var. Yayıncı: MARKA. Reklam dünyasının yaramaz ‘cin’lerinden Hulusi Derici’nin Başkanı olduğu ajans... Nerede onun önsözü?.. Herhalde kitap kadar ilginç olurdu, belki daha da ilginç...
· Reklamverenler Derneği ile Reklamcılar Derneği biraraya gelmişler. Çok doğru bir iş yapmışlar. Ortak noktalardaki standartları saptamışlar. Çalışma ilkelerini, sözleşme standartlarını belirlemişler. Bunu da web sitelerine yerleştirmişler. Reklam verme konusunda kafası kesik tavuklar gibi oraya buraya savrulup, kim vurduya gitmek, onun bunun elinde heba olup yitmek, parayı sokağa atmak istemeyen, özellikle reklam verme işine yeni girecek tüm genç kuruluşlar hatta tecrübeliler bile mutlaka bir göz atmalı...
· Çiğdem Gökçek hanımefendi bir e-posta yollamış. Ortaköy’deki Barış Duvarı üzerine yazdığım yazıya değinmiş. Hani eserin kime ait olduğunu göremediğimi belirtmiştim. Şöyle demiş Çiğdem Hanım: “Çok güzel bir yazı yazmışsınız. Ancak bu projeye emeği geçenlerin isminin yazılı olduğu pano sanırım gözünüzden kaçmış. Daha önce Sana margarin sponsorluğunda aynı yerde bulunan Sevgi Duvarının tasarımcısı olan İhsan Ardal, Kalıcı Barış Duvarının da yaratıcısı ve tasarımcısıdır.” İhsan Bey’den özür diliyorum. Fakat birileri bir şeyi algılamıyorsa; bize göre kabahat algılayamayanda değil algılatamayandadır. Sponsorların adı net bir şekilde görülürken, o büyük emeği veren sanatçının adını bana okutamayanların da payına bir şeyler düşmeli. Doğru mu söylüyorum, yoksa haklı mıyım, Çiğdem Hanım?
· Annem dikiş dikerken, bazen bana izin verirdi. Makinenin altındaki tablayı elimle hareket ettirip aleti çalıştırmaya bayılırdım.Türkiye’de dikiş makinesi denildiğinde akla gelen ilk isim Singer 150’inci yılını kutluyor. Bu vesile ile ilginç bir de kitap yayınlamış: ‘150 Yılın Anıları’. Uyuyan dev uyandı sanki... Yıllarca iletişim işlerinden uzak kalan Singer’in adını hem de bu hoş projede görmek çok keyif verici bir şey. Nice yıllara Singer.
· Halkla İlişkiler Derneği ile Ekonomi Muhabirleri Derneği biraraya gelip ortak bir deklarasyon yayınlanmışlar. HİD’in web sitesinde var. Mükemmel bir başlangıç. HİD ve ekonomi muhabirleri bu deklarasyona aykırı hareket edenlere bakalım nasıl yaptırım uygulayacaklar. Yoksa web sitelerinde hatıra olarak kalmaktan öteye gitmez o deklerasyon. En azından aykırı davrananları açıklasalar da, biz de burada yazsak. Millet de bilse, ak koyun kara koyun kimdir...
· Hüseyin Belibağlı bizi vesile bilmiş bir e-posta yollamış. Aynen alıyorum: “13 Nisan 2003 tarihli sabah gazetesindeki köşenizin altında Zeynep Subaşı imzalı bir haber var. Haberin yazım şekli sizin köşenizle bağlantılı gibi algılandığı için size yazıyorum. Haberde sözü edilen Mado dondurmaları'nın sahibi Mehmet Kanbur Gaziantepli değil, Kahramanmaraşlı. Dondurmanın anavatanı Maraş'tır. Haberde dikkat edilmemiş. Zaten Mado; ‘Maraş dondurma’ demek. Bir maraşlı ve Sabah gazetesinin eski bir muhabiri olarak yanlışı haftaya köşenizde ele alırsanız sevinirim.”
1. Tansaş ‘Akıl almaz tüketici hakları’
2. Toyota Avensis
3. KoçBank Kredi Kartı
4. Rejoice ‘Kepekli saçlar’
5. Alo ‘Çok mutluyum anne. Çok!’
6. Nokia ‘Hikâyeni yaşa’
7. Pepsi Cola ‘Futbol Düellosu’
8. Doğuş Çay
9. ECA
10. Dardanel Ton
Kurul henüz kuruluş aşamasında. Fakat hayli hayırlı işler yapacağa benziyor. Ülkemizde her meslek grubunun biraraya gelip gelecek planlarını tartışacakları platformlar var. Yöneticilerinki yok.
Toplantıda MCT danışmanlarından Fazıl Oral strateji ve planlamadan söz ederken konuyu olağanüstü bir sadelikle açıkladığını düşündüğüm bir atasözünden söz etti. Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş bir sözmüş. Şöyle dermiş atalarımız:
“Göz odur ki, dağın arkasını göre... Akıl odur ki, başına geleceği bile...”
İşte size on ‘guru’nun 40 saatte anlatamayacağı sadelikle ‘strateji ve planlama’...
Özellikle ‘stratejik iletişim’ için biçilmiş kaftan sanki. Dağın arkasını nasıl görürsün? Stratejik araştırma ile. Başına geleceği nasıl bilirsin? Mevcut durumunu, pazarı ve rekabeti objektif olarak analiz eder, attığın adımlardan sonra mutlaka ‘izleme araştırması’ yaptırır ve istikametini buna göre düzeltirsin...
PR denince ne yazık ki ülkemizin bazı iş çevrelerinde ve yine yazık ki bazı PR şirketlerinde akla hâlâ ‘uyanık medya ilişkileri’ gelmekte. “Öyle ilişkilerim var ki, istediğim haberi koydurturum; istemediğim haber hiçbir yere girmez”... diye kendini ve müşterilerini kandıran PR’cıların sayısı hâlâ az değil.
Oysa, sadece haberin çıkması, boşa giden zaman ve paradan başka bir şey değildir. En çok Çakıcı ile Apo’nun haberi çıkıyordu... Apo marka bir ürün çıkarın piyasaya bakalım kaç satacak...
Neşeli Cahiliye Devri (1980-2000) PR’ı böyle idi...
Günümüzün iletişimden anlayan yöneticileri ise artık itibar etmiyor böyle kolaycı ve sonunda galibi olmayan yaklaşımlara.
1980 – 2000 arası iletişimciler kuşağı yerini giderek, iletişimi faydacı ilişkilerle değil, bilgi, akıl ve gören gözlerle yönetmeye çaba harcayan pırıl pırıl bir kuşağa bırakmak zorunda kalacak...
Bu yeni iletişimcilere, magazin sayfalarında pek rastlayamazsınız. Kendileri değil, iğne ile kuyu kazar gibi yaptıkları işler ön plandadır. Belli bir strateji ile uyguladıkları iletişim, kendini göstermeye başladı mı da rekabet için vakit çoktan geçmiş olur. Örneğin Borusan, Koç, Eczacıbaşı, Tansaş, Coca-Cola, Nestle, Aygaz, Arçelik, Vestel, Brisa, Turkcell, Tofaş, Renault, Beymen, Cif, Sana, Omo, DHL ve diğerleri...
Burnunun dibiyle uğraşıp dağın arkasını ihmal edenlerle, başına hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi yaşayanları dünyanın bugünkü haliyle iyi şeyler beklemiyor.
Yeni medya: Tuvaletler
Tuvalet deyip geçmemek gerek. Hangimiz bir şeyler okumayız ki orada.
Geçenlerde bir alış veriş merkezinin pırıl pırıl tuvaletindeydim. Kafamı kaldırıp bir de baktım bir reklam. Gayet medeni şekilde metalik bir çerçeve içine alınmış: Zap Medya!
Şimdilik kendi reklamlarını yapıyorlar: “Zapsız medya!”... Haklılar. Kafanızı çevirip başka bir tarafa bakma şansınız pek yok. Herhalde pek pahalı da değil. Mükemmel bir fikir. Pek bir takdir ettim çocukları...
Sonra düşündüm. Buralara ne reklamı verilir... Türkçe o kadar mecaza, çift anlama müsait ki. Her an kendinle dalga geçtirebilirsin...
Mesela bir banka şöyle dese: “Elinizdekinin kıymetini bilin!”... Alın başınıza belayı... Ya da, “Herkesin bir ideali olmalı!” Ya da “Bugün kendiniz için iyi bir şey yapın”...
Çok başarılı bir buluş ama; bir o kadar da riskli. İlk reklamları heyecanla ekliyorum.
Zeynep hanımla anlaşmamız zor...
AK Parti İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu Hanım’dan yine mektup var. Kısaltarak alıyorum:
“30.3.03 tarihli yazınızda İpek kağıt yetkililerince gönderilen ve eleştirdiğim reklamlarından biri olan kağıt havlu reklamının yayınlanmasından sonra tüketici araştırmaları çerçevesinde hatırlandığını, beğenildiğini ve satın alınabileceğinin belirtildiğini gösteren verilerden hareketle, topluma verdikleri mesajların eleştirilmesinin anlamlı olmadığını ima etmenizi doğru bir görüş olarak değerlendirmiyorum.
Sizin yazılarınızın geneline hakim olan bakış açısı başarılı reklamın nasları olarak ‘bazı’ reklam gurularının dikkat/ilgi çekiyor, hatırlanıyor ve ‘satıyorsa iyidir’ tespitini paylaşıyor... [Oysa] Reklam Özdenetim Kurulu’nca da paylaşılan, ‘reklam veren-reklam ajansı-mecra üçlüsünün tüketiciye karşı toplumsal sorumluluğu bulunduğu’ görüşünün özellikle sizin gibi entelektüel vasfı da bulunan uygulayıcılar tarafından da benimsenmesinin mevcut reklamcılık anlayışının değişmesine önemli katkılar yapacağını düşünüyorum.
Ayrıca bu konuda dünyadaki benzeri kuruluşlarca çok daha net kriterlerle reklamlar denetlenmektedir. Örneğin Fransa’da yarı resmi yarı mesleki bir organizma olan Reklamcılık Denetim Bürosu (BVP) tarafından 28 yıldan beri kabul edilmiş olan kuralların içinde reklamcılıkta kadın imajına yönelik de beş ayrı kural vardır ve bu kurallara göre de denetim yapılmaktadır. Dolayısıyla siz satış araştırmalarını kamuoyunun bilgisine sunmuştunuz, ben de zatıalinizin bilgisine dünyadaki reklam özdenetim kurumlarınca gelişmiş bir kadın-erkek eşitlik anlayışına uymanın bir denetim unsuru olarak kabul edildiğini sunuyorum... Dr. Zeynep Karahan Uslu AK Parti İstanbul Milletvekili...”
Zeynep Hanım’la pek anlaşamıyoruz. Biraz da abartarak ifade edersek, Sayın Uslu, kadınların reklam filmleriyle kurtulacaklarına inanıyor. Ben ise, ticaret ve iletişim tanrısının işin içinde olduğu durumlarda, ‘iş hedefleri’ sahneye çıkar ve ulvî görevler eşyanın tabiatı gereği ikinci plana itilir, diyorum.
Eski Sovyetler Birliği, İran, Suriye, Suudi Arabistan gibi totaliter rejimlerde iletişim işlerini ‘ulvî’ çıkarlar doğrultusunda yönetmeye kalktılar. Şahane başarılar elde ettikleri söylenemez. Onun için Zeynep Hanım, siz siz olun Meclis’de kadınlar ve çevre için mücadele edin, reklamcılık da serbest piyasa ortamında yolunu bulsun...
Kısa... Kısa...
· İletişim konusuna keyifle kafa yoranlara tavsiye olunur: Kitap Kemal Sezer imzası ile çıkmış: “Ege Ernart. Bir öncü reklamcı ve sıra dışı yaşamı”. GSMH’mız (Gayrı Safi Milli Hafızamız) hele reklam sektöründe yerlerde sürünürken bu kitap bir pırlanta! Ege’yi şahsen tanıdım. Deha düzeyinde bir iletişim ustasıydı. Turgut Özal’a zafer kazandıran ekibin beyniydi. Onu okumak, her iletişimcinin görevi diye düşünüyorum. Onun Patronu Eli Acıman da hatıralarını yazıyormuş. İletişim dünyasına bomba gibi düşecek herhalde. Merakla bekliyorum.
· Marmara İletişim’in Dekanı ve Türkiye’de halkla ilişkiler sektörünün kurucularından Prof. Alâeddin Asna Açık Radyo’da yaptığı söyleşileri derlemiş: “Önce İletişim vardı – Ustalar ne diyor?”. Söz uçar diye, radyoda ağzına geleni söylemek ne demekmiş kitapta görün. O kadar insanı ve görüşlerini bir kitapta biraraya getirmek her baba yiğidin harcı değil. Alâeddin hocaya şapka!
· Bir de tercüme eserden söz edelim: Fiona Gilmore yazmış: “Marka Savaşçıları”... Kitabın bence tek eksiği var. Yayıncı: MARKA. Reklam dünyasının yaramaz ‘cin’lerinden Hulusi Derici’nin Başkanı olduğu ajans... Nerede onun önsözü?.. Herhalde kitap kadar ilginç olurdu, belki daha da ilginç...
· Reklamverenler Derneği ile Reklamcılar Derneği biraraya gelmişler. Çok doğru bir iş yapmışlar. Ortak noktalardaki standartları saptamışlar. Çalışma ilkelerini, sözleşme standartlarını belirlemişler. Bunu da web sitelerine yerleştirmişler. Reklam verme konusunda kafası kesik tavuklar gibi oraya buraya savrulup, kim vurduya gitmek, onun bunun elinde heba olup yitmek, parayı sokağa atmak istemeyen, özellikle reklam verme işine yeni girecek tüm genç kuruluşlar hatta tecrübeliler bile mutlaka bir göz atmalı...
· Çiğdem Gökçek hanımefendi bir e-posta yollamış. Ortaköy’deki Barış Duvarı üzerine yazdığım yazıya değinmiş. Hani eserin kime ait olduğunu göremediğimi belirtmiştim. Şöyle demiş Çiğdem Hanım: “Çok güzel bir yazı yazmışsınız. Ancak bu projeye emeği geçenlerin isminin yazılı olduğu pano sanırım gözünüzden kaçmış. Daha önce Sana margarin sponsorluğunda aynı yerde bulunan Sevgi Duvarının tasarımcısı olan İhsan Ardal, Kalıcı Barış Duvarının da yaratıcısı ve tasarımcısıdır.” İhsan Bey’den özür diliyorum. Fakat birileri bir şeyi algılamıyorsa; bize göre kabahat algılayamayanda değil algılatamayandadır. Sponsorların adı net bir şekilde görülürken, o büyük emeği veren sanatçının adını bana okutamayanların da payına bir şeyler düşmeli. Doğru mu söylüyorum, yoksa haklı mıyım, Çiğdem Hanım?
· Annem dikiş dikerken, bazen bana izin verirdi. Makinenin altındaki tablayı elimle hareket ettirip aleti çalıştırmaya bayılırdım.Türkiye’de dikiş makinesi denildiğinde akla gelen ilk isim Singer 150’inci yılını kutluyor. Bu vesile ile ilginç bir de kitap yayınlamış: ‘150 Yılın Anıları’. Uyuyan dev uyandı sanki... Yıllarca iletişim işlerinden uzak kalan Singer’in adını hem de bu hoş projede görmek çok keyif verici bir şey. Nice yıllara Singer.
· Halkla İlişkiler Derneği ile Ekonomi Muhabirleri Derneği biraraya gelip ortak bir deklarasyon yayınlanmışlar. HİD’in web sitesinde var. Mükemmel bir başlangıç. HİD ve ekonomi muhabirleri bu deklarasyona aykırı hareket edenlere bakalım nasıl yaptırım uygulayacaklar. Yoksa web sitelerinde hatıra olarak kalmaktan öteye gitmez o deklerasyon. En azından aykırı davrananları açıklasalar da, biz de burada yazsak. Millet de bilse, ak koyun kara koyun kimdir...
· Hüseyin Belibağlı bizi vesile bilmiş bir e-posta yollamış. Aynen alıyorum: “13 Nisan 2003 tarihli sabah gazetesindeki köşenizin altında Zeynep Subaşı imzalı bir haber var. Haberin yazım şekli sizin köşenizle bağlantılı gibi algılandığı için size yazıyorum. Haberde sözü edilen Mado dondurmaları'nın sahibi Mehmet Kanbur Gaziantepli değil, Kahramanmaraşlı. Dondurmanın anavatanı Maraş'tır. Haberde dikkat edilmemiş. Zaten Mado; ‘Maraş dondurma’ demek. Bir maraşlı ve Sabah gazetesinin eski bir muhabiri olarak yanlışı haftaya köşenizde ele alırsanız sevinirim.”
1. Tansaş ‘Akıl almaz tüketici hakları’
2. Toyota Avensis
3. KoçBank Kredi Kartı
4. Rejoice ‘Kepekli saçlar’
5. Alo ‘Çok mutluyum anne. Çok!’
6. Nokia ‘Hikâyeni yaşa’
7. Pepsi Cola ‘Futbol Düellosu’
8. Doğuş Çay
9. ECA
10. Dardanel Ton