Davutoğlu’ndan iletişim dersi...
12 EKİM 2011
Siz dünyanın hangi ülkesinde, rötar yapan bir uçakta bulunan bir bakanın koltuğundan kalkarak, gecikmeden kendilerini sorumlu tutan yolculara hitaben, “soruna kendilerinin neden olmadığı” yolunda açıklama yapmasına tanık olabilirsiniz? Zor… Olamazsınız…
Gecikmeler her uçuşta yaşanabilir. Ancak bir bakanın yolcuya hitaben konuşma yaptığına dair bir haberi ne okudum ne de işittim. Uzun bir rötar sonrasında İstanbul’dan Ankara’ya giden uçakta gecikmenin teknik nedenlerden kaynaklandığı anonsuyla ikna olmayan, hatta aralarındaki 5 bakanın varlığını sorunun temel nedeni varsaydıkları için de bu bilgilendirmeden fazlasıyla rahatsız olan yolcularla yaşanan iletişim krizi, bence tüm İletişim Fakültesi hocaları ve öğrencileri için ilginç ötesi bir vak’adır.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, tüm kurumlar (özel ya da devlet kurumları) için de geçerli olan ‘merdivenaltı dedikoduları’nın çarpan etkisiyle nasıl çoğalarak iletişimi zaafa uğrattığını gayet iyi bilen biri olarak kendisini koridorun ortasına atmış ve ‘gecikmeden biz de mağduruz’ açıklamasında bulunmuş. Bu açıklamadan sonra yolcuların bir kısmı alkışlarken, bir kısmı homurdanmaya devam etmiş ve hatta ‘Bıktık bu rötarlardan’ diye bağıranlar da olmuş.
Bakan iletişim krizini gayet iyi yönetmiş...
‘Beklentinin üzerinde davranış’ sergilemiş...
Kitapta yazdığımız gibi…
Özellikle de (hassaten yerine kullandım), bu olayı, iletişimin ‘evrensel’ değil, tamamen lokal hedef kitlenin ortak ruhi şekillenmesinden kaynaklanan ‘değerlerle uyum’ meselesine gönülden bağlı bir ‘milli ve yerel’ duruş gerektirdiğini yıllardır anlatmaya çalışan bir iletişim pratisyeni olarak kendi adıma bir ‘güzelleme’ ‘doğrulama’ olarak benimsediğimi belirtmeliyim…
Profesyonel ‘içinden geldiği gibi’ davranamaz. Profesyoneli amatörden ayıran temel özelliğin ‘seçilmiş davranış’ biçimini refleks haline getirmektir. Davutoğlu, uçakta ‘seçilmiş davranış’ın, ‘içten gelen’ ile buluştuğunda nasıl çoğalarak yansıdığını herkese göstermiştir.
Kendisini, açıklamasına rağmen eleştirenler de alkışlayanlar da bizim yerli kültür ikliminin gereklerine uygun olarak davranmışlardır.
Halit Refiğ’den öğrendiğim 4 özellik...
Dostluk aynı zamanda iki kişinin eşitliğidir. Dün Mimar Sinan Üniversitesi’nin düzenlediği o anlamlı toplantıda andığımız rahmetli Halit Refiğ ile aramızda bu eşitlik olmadığından o benim dostum değildi. O, vefatından sonra bu sütunlarda yazdığım gibi benim “babam ve ustam”dı. Dünkü anma törenindeki konuşmacılar, anılarda yaşattılar rahmetliyi... “O bir sinema ustası ve öğrencisiydi” diyen Yıldız Kenter de, Yorgun Savaşçı’nın yakılmasının aynı zamanda bir ‘organize sansür’ olduğunun altını çizen Can Gürzap da, Şehirdeki Yabancı filminden başlayarak her bir filmi hakkında kısa ama öze dair değerlendirmeler yapan Selim İleri de, Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nu dinlemesiyle başlayan bir ‘farkındalığın’ izlerini süren özlü bir biyografi sunan Zeki Coşkun da ve elbette rahmetlinin ‘sebeb-i saadetim’ diye hitap ettiği kıymetlisi Gülper Refiğ de, salonda bulunan herkesin belleğinde izler bırakacak bir anılar dünyasını aktardılar. Ben de, ‘ustam ve babamın’ benim tüm yaşamımı etkilemiş olan ‘Dünya Duruşunun’ dört önemli özelliğinin altını çizmeye çalıştım: Vicdan, Derinlik, Çalışkanlık ve nihayet Mukaddesi Olmak… (Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Aydın olmanın tarifi…)
Bu dört özelliği, onunla geçen 30 yılım içinde yavaş yavaş içime sindirmeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu da beni andıkları zaman benim dostlarım söyleyecek…
Gecikmeler her uçuşta yaşanabilir. Ancak bir bakanın yolcuya hitaben konuşma yaptığına dair bir haberi ne okudum ne de işittim. Uzun bir rötar sonrasında İstanbul’dan Ankara’ya giden uçakta gecikmenin teknik nedenlerden kaynaklandığı anonsuyla ikna olmayan, hatta aralarındaki 5 bakanın varlığını sorunun temel nedeni varsaydıkları için de bu bilgilendirmeden fazlasıyla rahatsız olan yolcularla yaşanan iletişim krizi, bence tüm İletişim Fakültesi hocaları ve öğrencileri için ilginç ötesi bir vak’adır.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, tüm kurumlar (özel ya da devlet kurumları) için de geçerli olan ‘merdivenaltı dedikoduları’nın çarpan etkisiyle nasıl çoğalarak iletişimi zaafa uğrattığını gayet iyi bilen biri olarak kendisini koridorun ortasına atmış ve ‘gecikmeden biz de mağduruz’ açıklamasında bulunmuş. Bu açıklamadan sonra yolcuların bir kısmı alkışlarken, bir kısmı homurdanmaya devam etmiş ve hatta ‘Bıktık bu rötarlardan’ diye bağıranlar da olmuş.
Bakan iletişim krizini gayet iyi yönetmiş...
‘Beklentinin üzerinde davranış’ sergilemiş...
Kitapta yazdığımız gibi…
Özellikle de (hassaten yerine kullandım), bu olayı, iletişimin ‘evrensel’ değil, tamamen lokal hedef kitlenin ortak ruhi şekillenmesinden kaynaklanan ‘değerlerle uyum’ meselesine gönülden bağlı bir ‘milli ve yerel’ duruş gerektirdiğini yıllardır anlatmaya çalışan bir iletişim pratisyeni olarak kendi adıma bir ‘güzelleme’ ‘doğrulama’ olarak benimsediğimi belirtmeliyim…
Profesyonel ‘içinden geldiği gibi’ davranamaz. Profesyoneli amatörden ayıran temel özelliğin ‘seçilmiş davranış’ biçimini refleks haline getirmektir. Davutoğlu, uçakta ‘seçilmiş davranış’ın, ‘içten gelen’ ile buluştuğunda nasıl çoğalarak yansıdığını herkese göstermiştir.
Kendisini, açıklamasına rağmen eleştirenler de alkışlayanlar da bizim yerli kültür ikliminin gereklerine uygun olarak davranmışlardır.
Halit Refiğ’den öğrendiğim 4 özellik...
Dostluk aynı zamanda iki kişinin eşitliğidir. Dün Mimar Sinan Üniversitesi’nin düzenlediği o anlamlı toplantıda andığımız rahmetli Halit Refiğ ile aramızda bu eşitlik olmadığından o benim dostum değildi. O, vefatından sonra bu sütunlarda yazdığım gibi benim “babam ve ustam”dı. Dünkü anma törenindeki konuşmacılar, anılarda yaşattılar rahmetliyi... “O bir sinema ustası ve öğrencisiydi” diyen Yıldız Kenter de, Yorgun Savaşçı’nın yakılmasının aynı zamanda bir ‘organize sansür’ olduğunun altını çizen Can Gürzap da, Şehirdeki Yabancı filminden başlayarak her bir filmi hakkında kısa ama öze dair değerlendirmeler yapan Selim İleri de, Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nu dinlemesiyle başlayan bir ‘farkındalığın’ izlerini süren özlü bir biyografi sunan Zeki Coşkun da ve elbette rahmetlinin ‘sebeb-i saadetim’ diye hitap ettiği kıymetlisi Gülper Refiğ de, salonda bulunan herkesin belleğinde izler bırakacak bir anılar dünyasını aktardılar. Ben de, ‘ustam ve babamın’ benim tüm yaşamımı etkilemiş olan ‘Dünya Duruşunun’ dört önemli özelliğinin altını çizmeye çalıştım: Vicdan, Derinlik, Çalışkanlık ve nihayet Mukaddesi Olmak… (Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Aydın olmanın tarifi…)
Bu dört özelliği, onunla geçen 30 yılım içinde yavaş yavaş içime sindirmeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu da beni andıkları zaman benim dostlarım söyleyecek…