Davutoğlu’nu sanki tanımıyorlar…
18 HAZİRAN 2010
Ne kadar çok kişi bekliyormuş böyle bir işareti. Mal bulmuş Mağribi gibi herkes çullandı üzerine… Akif Beki Radikal’den start’ı verdi. Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu üzerinden Başbakan’ı ve Ak Parti’yi karalama kampanyası hemen başladı…
Ne garip bir tecellidir ki, kendimi yine bir vicdan meselesinin ortasında buldum ve haksızlığa karşı durma refleksim yine beni yalnız bırakmadı.
Söz konusu kişi Ahmet Davutoğlu değil herhangi başka biri de olabilirdi (yeni MYK üyesi Gürsel Tekin, ya da yeni İl Başkanı Berhan Şimşek…) Nedense bu kadar açık bir vicdansızlığa ses çıkarmadan yaşamı sürdürmek zor geliyor bazen bana…
***
Akif Beki herhangi biri değil. Başbakan’ın ‘Başdanışmanı’ diye lanse edilmiş ve uzun bir süre onun medya ile ilişkilerinden sorumlu olmuş… Sonra da Başbakan’a hiç de uzak olmayan Kanal 24’ün Genel Yayın Yönetmenliği koltuğuna oturtulmuş…
O nedenle pek çok köşe yazarının, onun kelamının izlerini çok uzakta değil hemen yanı başında, Başbakan ve çevresinde araması kadar doğal bir şey olamaz.
Benim şaşkınlığım Beki’nin Davutoğlu’nun yıllardır önerdiği stratejileri hükümetin uygulamasını eleştirmesine değil; eleştirisinin odağına hiç tanımıyormuş gibi Ahmet Davutoğlu’nun kişiliğini koymasına…
Beki’ye göre Ahmet Davutoğlu kendini parlatmaya çalışmakta, çarpıcı sloganlarla adından söz ettirmek için çaba harcamakta, ön plana çıkmak için çırpınmakta, egosantrik (ben odaklı) bir yaklaşım izlemekte, kendi bireysel propagandasını yapmakta…
Yazının bir yerine bir de tehdit iliştirmiş Akif Beki:
“Gösteri merakı baldan tatlıdır nefse, anlarım. Fakat derler ki, balın bile fazlası zehir... ‘Ben’ idrakindeki en ufak bir maraza, çok gaileler açar başa.”
Demek istiyor ki, “Biraz daha böyle yukarıya doğru uzatırsan; kafanı koparıverirler…”
***
Akif Beki’yi hayli yakın tanırım ve severim… Her zaman dostluğunu görmüşümdür. Kendisini seviyor olmam, tüm fikirlerini de beğenmemi gerektirmez… Bilenler bilir, benim için sevmek ve beğenmek tamamen farklı alanlardır. Biri duygu dünyasıyla ilgilidir. Diğeri düşünce dünyasıyla…
Burada beğenmediğim Beki’nin ‘fikirleri’ değil. Çünkü o yazıda ortada dış politika alanını ele alan somut fikri bir tartışma yok zaten. Tamamen bireysel, kısmen psikolojik bir Davutoğlu portresi var. Ve bu portre Ahmet Davutoğlu’nu bir nebze olsun tanıyan herhangi birinin kesinlikle satın almayacağı bir tasvir sunuyor…
Eğer ille de bireysel bir portre çizilecekse, Beki’nin söylediklerinin tam tersi geçerlidir. Zorla girmiştir politikaya. Her zaman geri planda kalmayı tercih etmiştir. Tevazuu bazen o kadar abartır ki, bundan ciddi zarar görebilir… 2007’de üniversitesine ve kitaplarına dönmek için ne kadar ısrar ettiğine ve ancak çeşitli çevrelerin gönül koyması sonucu Başbakan’ın yakınında kalmayı kabullendiğine ben tanığım… O günlerde görevinden ayrılmaması gerektiğini defaatle yazmış, yüz yüze geldiğimizde de ifade etmiştim…
***
Yukarıdaki tespitleri Akif Beki’nin de yapmamış olması mümkün değil… O halde?..
Davutoğlu’nun Başbakan’ın ve hükümetin uygun gördüğü stratejiler doğrultusunda savunduğu dış politika adımlarını tasvip etmiyor olabilirsiniz. Bunu anlarım. Ancak Davutoğlu’nun şahsî özelliklerini, kişisel duruşunu, psikolojisini (hem de hakikati tamamen çarpıtarak) tartışmaya açmanızı, hem de onu yakından izleme fırsatı bulmuş biri olarak bunu yapmanızı anlamakta zorlanırım…
Bu arada yazınızı “Övgülerin çoğaldığı bir zamanda, acizane hatırlatmak geldi içimden” diye bitirmişsiniz. Herhalde ‘naçizane’ demek istediniz. Sürç-i lisan olsa gerek… ‘Acizliği’ tevazu çerçevesinde bile olsa size yakıştırmam…
Öte yandan sizin yazı üzerine ortaya dökülen yorumlar ise bize Prof. Dr. Sıtkı Velicangil hocanın Ziya Paşa’dan naklen pek sık kullandığı iddia edilen o ünlü sözü hatırlattı: “Acezenin ittifakından korkarım”…
***
Son not: Hükümete ve Başbakan’a çok yakın olduğu sanılan Beki’nin yazısının Başbakan’ın Davutoğlu’nun kellesini almak üzere olduğuna işaret ettiğini sananlar, bir kez daha yanılıyorlar. Çünkü Başbakan’ın bu kadar dolambaçlı yollar izlemesine hiç gerek yoktur. Ahmet Bey’i biraz tanıyanlar bilir ki, en küçük ima, en belirsiz bir “Kaşın üzerinde gözün var” tavrı, Dışişleri Bakanı’nın anında her türlü makamı terk etmesine yeter de artar bile…
Çünkü Ahmet Davutoğlu belki politik ayak oyunlarını değil ama bir şeyi çok iyi bilir: Vazgeçmek özgürlüktür…
Hal böyleyken, Beki’nin yazısını tetikleyen neydi ya da kimdi, diye sormak geliyor insanın içinden. Bence ortada tetik metik yok. Bireysel bir etkilenme var sadece… O etkilenmenin özünü de en iyi Beki’nin kendisi bilir…
Ne garip bir tecellidir ki, kendimi yine bir vicdan meselesinin ortasında buldum ve haksızlığa karşı durma refleksim yine beni yalnız bırakmadı.
Söz konusu kişi Ahmet Davutoğlu değil herhangi başka biri de olabilirdi (yeni MYK üyesi Gürsel Tekin, ya da yeni İl Başkanı Berhan Şimşek…) Nedense bu kadar açık bir vicdansızlığa ses çıkarmadan yaşamı sürdürmek zor geliyor bazen bana…
***
Akif Beki herhangi biri değil. Başbakan’ın ‘Başdanışmanı’ diye lanse edilmiş ve uzun bir süre onun medya ile ilişkilerinden sorumlu olmuş… Sonra da Başbakan’a hiç de uzak olmayan Kanal 24’ün Genel Yayın Yönetmenliği koltuğuna oturtulmuş…
O nedenle pek çok köşe yazarının, onun kelamının izlerini çok uzakta değil hemen yanı başında, Başbakan ve çevresinde araması kadar doğal bir şey olamaz.
Benim şaşkınlığım Beki’nin Davutoğlu’nun yıllardır önerdiği stratejileri hükümetin uygulamasını eleştirmesine değil; eleştirisinin odağına hiç tanımıyormuş gibi Ahmet Davutoğlu’nun kişiliğini koymasına…
Beki’ye göre Ahmet Davutoğlu kendini parlatmaya çalışmakta, çarpıcı sloganlarla adından söz ettirmek için çaba harcamakta, ön plana çıkmak için çırpınmakta, egosantrik (ben odaklı) bir yaklaşım izlemekte, kendi bireysel propagandasını yapmakta…
Yazının bir yerine bir de tehdit iliştirmiş Akif Beki:
“Gösteri merakı baldan tatlıdır nefse, anlarım. Fakat derler ki, balın bile fazlası zehir... ‘Ben’ idrakindeki en ufak bir maraza, çok gaileler açar başa.”
Demek istiyor ki, “Biraz daha böyle yukarıya doğru uzatırsan; kafanı koparıverirler…”
***
Akif Beki’yi hayli yakın tanırım ve severim… Her zaman dostluğunu görmüşümdür. Kendisini seviyor olmam, tüm fikirlerini de beğenmemi gerektirmez… Bilenler bilir, benim için sevmek ve beğenmek tamamen farklı alanlardır. Biri duygu dünyasıyla ilgilidir. Diğeri düşünce dünyasıyla…
Burada beğenmediğim Beki’nin ‘fikirleri’ değil. Çünkü o yazıda ortada dış politika alanını ele alan somut fikri bir tartışma yok zaten. Tamamen bireysel, kısmen psikolojik bir Davutoğlu portresi var. Ve bu portre Ahmet Davutoğlu’nu bir nebze olsun tanıyan herhangi birinin kesinlikle satın almayacağı bir tasvir sunuyor…
Eğer ille de bireysel bir portre çizilecekse, Beki’nin söylediklerinin tam tersi geçerlidir. Zorla girmiştir politikaya. Her zaman geri planda kalmayı tercih etmiştir. Tevazuu bazen o kadar abartır ki, bundan ciddi zarar görebilir… 2007’de üniversitesine ve kitaplarına dönmek için ne kadar ısrar ettiğine ve ancak çeşitli çevrelerin gönül koyması sonucu Başbakan’ın yakınında kalmayı kabullendiğine ben tanığım… O günlerde görevinden ayrılmaması gerektiğini defaatle yazmış, yüz yüze geldiğimizde de ifade etmiştim…
***
Yukarıdaki tespitleri Akif Beki’nin de yapmamış olması mümkün değil… O halde?..
Davutoğlu’nun Başbakan’ın ve hükümetin uygun gördüğü stratejiler doğrultusunda savunduğu dış politika adımlarını tasvip etmiyor olabilirsiniz. Bunu anlarım. Ancak Davutoğlu’nun şahsî özelliklerini, kişisel duruşunu, psikolojisini (hem de hakikati tamamen çarpıtarak) tartışmaya açmanızı, hem de onu yakından izleme fırsatı bulmuş biri olarak bunu yapmanızı anlamakta zorlanırım…
Bu arada yazınızı “Övgülerin çoğaldığı bir zamanda, acizane hatırlatmak geldi içimden” diye bitirmişsiniz. Herhalde ‘naçizane’ demek istediniz. Sürç-i lisan olsa gerek… ‘Acizliği’ tevazu çerçevesinde bile olsa size yakıştırmam…
Öte yandan sizin yazı üzerine ortaya dökülen yorumlar ise bize Prof. Dr. Sıtkı Velicangil hocanın Ziya Paşa’dan naklen pek sık kullandığı iddia edilen o ünlü sözü hatırlattı: “Acezenin ittifakından korkarım”…
***
Son not: Hükümete ve Başbakan’a çok yakın olduğu sanılan Beki’nin yazısının Başbakan’ın Davutoğlu’nun kellesini almak üzere olduğuna işaret ettiğini sananlar, bir kez daha yanılıyorlar. Çünkü Başbakan’ın bu kadar dolambaçlı yollar izlemesine hiç gerek yoktur. Ahmet Bey’i biraz tanıyanlar bilir ki, en küçük ima, en belirsiz bir “Kaşın üzerinde gözün var” tavrı, Dışişleri Bakanı’nın anında her türlü makamı terk etmesine yeter de artar bile…
Çünkü Ahmet Davutoğlu belki politik ayak oyunlarını değil ama bir şeyi çok iyi bilir: Vazgeçmek özgürlüktür…
Hal böyleyken, Beki’nin yazısını tetikleyen neydi ya da kimdi, diye sormak geliyor insanın içinden. Bence ortada tetik metik yok. Bireysel bir etkilenme var sadece… O etkilenmenin özünü de en iyi Beki’nin kendisi bilir…