Değiyorsa neden olmasın
13 OCAK 2007
Namı dünya çapına yayılmış milli piyano üstadı Fazıl Say ile henüz yurt dışına açılamamış ancak karınca kararınca işler yaparak ekmeğini kazanan Hande Ataizi beraberlermiş. İlişkinin sözcüsü Hande Hanım açıklama yapmış: “Bunun adı aşk. İçinde çok farklı duygular, kaybetme korkusunun da olduğu çok güzel bir ilişki. Her ilişki başlarken güzel duygularla başlıyor. Benim yanımdaki insanın ödeyeceği bedeller var. Medya var çünkü. Fazıl ile ne kadar farklı alanlardan olsak da, ilişkide belli bir beğeni oluşuyor aramızda... Birbirimizi tamamlıyoruz… En cezbedici tarafım. Çok rengimin olup, onları da karşı tarafa doğru zamanda verebilmem her halde... Bu oyunculuktan daha iyi yanım benim... Gökkuşağı gibiyim...”
Hafif bir entelektüel erkek - sokak kızı lezzeti var ya işin içinde... Ya da My fair lady (pygmalion) vaziyeti... Haber değeri taşımaması mümkün değil...
Dünkü haberlerin odağında Ataizi’nin o ilginç açıklaması olmasa, konuyu sitkom tadında izlemeye devam edecek, “Alan veren memnun kime ne ki?’ diye geçiştireceğim... Ama o açıklama bir kere ilgimi çekti işte: “Ben popüler kültürü temsil ediyorum, Fazıl ise sofistike kültürü!”
Breh, breh... Amma laf ha... Şu ilişkiyi niye adam gibi yaşayamazlar da ille de izah etmeye çalışırlar ki? Madem sen popüler kültürü temsil ediyorsun kızım, bırak sofistike işleri sevgilin halletsin; sen niye teşne oluyorsun ki?... Senin ille de ‘konuşman geldiyse’, “Seviyorum işte, var mı diyeceğiniz” şeklinde popüler açıklamalar yap mesela... Yoksa bu gidişle sana Freud’dan, Adler’den, Jung’dan, Adorno’dan, Chomsky’den falan sorarlar; kala kalırsın... Dersi bildiğin yerden anlat yani...
Bu arada meselenin iş boyutunu merak edenlere ifade edelim: İki marka bir araya gelince daha değerli olan marka daha az değerli olan markayı yukarı doğru çekerken; nispeten daha az değerli olan marka değeri daha fazla olan markayı aşağıya doğru çeker. Peki, daha değerli olan marka bu bedeli ödemeyi niye kabul eder? Çok basit: Karşılığında öyle bir bedel alır ki, bu karara fazlasıyla değer...
İyi niyet yetmiyor
Düşünebiliyor musunuz? Faaliyetleri milyonlarca insanı ilgilendiren Koç, Sabancı gibi bir büyük şirketin CEO’su veya Yönetim Kurulu Başkanı kalkıyor ikide bir medyaya açıklama yapıyor ve sürekli neyi, nasıl yapamadığını anlatıyor... Bayağı bir komik duruma düşmezler mi?..
Galatasaray’ın kibarlığına, efendiliğine kimsenin toz kondurmayacağı Başkan’ı ‘müstesna insan’ Özhan Canaydın‘a sabaha karşı uçağa binmek için beklediğim Antalya Havaalanı’ndaki televizyonu izlerken bir kez daha şaştım kaldım. CNN Türk haberi verirken Canaydın’ın yanında Shalke 04 Kulübü’nün Başkanı vardı. Hamit Altıntop’un Galatasaray’a transferi konusunda nasıl anlaşamadıklarını anlatıyor. Her ne kadar dünkü gazeteler anlaşma sağlandı falan diye çıkmış olsa da ortada belirsiz bir durumun söz konusu olduğu kesin...
Tabii ki açık ve şeffaf olmak, kamuoyunu bilgilendirmek iyi bir şey. Ama iyi niyeti abartmanın anlamı yok. Ayrıca ‘Cehennem yolları iyi niyet taşları ile döşeliymiş!’ değil mi?.. Bir de şu kuralı birilerinin Sayın Canaydın’a hatırlatması gerek: “Söylediğin her şey doğru olsun, her doğruyu söyleme!”...
Toplumsal hafıza şart
Daha önce de yazmışımdır. İletişim fakültesindeki öğrencilerle ya da konferans verdiğim geniş topluluklarla zaman zaman yaptığım ‘gıcık mı gıcık’ bir test vardır. Salona sorarım: “Türk Ceza Mahkemeleri Usulü Kanununa göre Ağır Ceza Mahkemelerinde jüri sağda mı oturur, solda mı?” Genelde uyanana kadar salonun bir kısmı ‘sağda’ bir kısmı da ‘solda’ diye el kaldırır... Bazen de salondan “Hakime göre mi, salonda oturanlara göre mi?” şeklinde zeka düzeyi hayli yüksek sorular gelebilir...
ABD kültürünün TV dizileri ve filmleri ile kurduğu kültürel egemenlik sadece bununla kalmaz... Alamo kalesinin öyküsünü de, Amerikan Kurtuluş Savaşı’nı da, Kuzey Güney savaşını da, yani 250 yıllık kıçı kırık Amerikan tarihinin her bir şeyini, giysileri, yaşam biçimleri, davranış tarzlarıyla en ince ayrıntısına kadar biliriz... Peki, ya bizimkisi? Yorgun Savaşçı’yı yaptırıp yaktıran devletimiz de, medyamız da, tek tek şahıslar da yakın geçmiş gündeme getirildiğinde hemen aslan kesilip “O öyle değildi, böyle değildi” diye yüklenip dururlar. Zaten masraflıdır tarihi film çekmek. Kimse kolay kolay cesaret edemez. Yahu, bırakın bari cesaret edenlerin hemen moralini bozmayalım...
“Hatırla Sevgili”nin başına gelen de budur. Yok Adnan Bey yeterince zarif gösterilmemiş, yok Büyükada’da olan biten öyle değilmiş... Sanki belgesel çekiliyor...
Benim çocukluğum tam da o dizinin geçtiği yıllara rastlar. Dizi gayet de güzel o dönemin atmosferini yansıtmış. Yeni kuşaklara “Nasılsın?” diye sorulduğunda şaka yollu da olsa, “Bana dört şık ver!” şeklinde yanıt alınabildiği bir devirde, hataları da olsa bize yakın geçmişi gösteren yapımları ben saygıyla karşılıyorum doğrusu... Öyle ya, hafızası olmayan bir toplumun geleceği de olamaz...
Hafif bir entelektüel erkek - sokak kızı lezzeti var ya işin içinde... Ya da My fair lady (pygmalion) vaziyeti... Haber değeri taşımaması mümkün değil...
Dünkü haberlerin odağında Ataizi’nin o ilginç açıklaması olmasa, konuyu sitkom tadında izlemeye devam edecek, “Alan veren memnun kime ne ki?’ diye geçiştireceğim... Ama o açıklama bir kere ilgimi çekti işte: “Ben popüler kültürü temsil ediyorum, Fazıl ise sofistike kültürü!”
Breh, breh... Amma laf ha... Şu ilişkiyi niye adam gibi yaşayamazlar da ille de izah etmeye çalışırlar ki? Madem sen popüler kültürü temsil ediyorsun kızım, bırak sofistike işleri sevgilin halletsin; sen niye teşne oluyorsun ki?... Senin ille de ‘konuşman geldiyse’, “Seviyorum işte, var mı diyeceğiniz” şeklinde popüler açıklamalar yap mesela... Yoksa bu gidişle sana Freud’dan, Adler’den, Jung’dan, Adorno’dan, Chomsky’den falan sorarlar; kala kalırsın... Dersi bildiğin yerden anlat yani...
Bu arada meselenin iş boyutunu merak edenlere ifade edelim: İki marka bir araya gelince daha değerli olan marka daha az değerli olan markayı yukarı doğru çekerken; nispeten daha az değerli olan marka değeri daha fazla olan markayı aşağıya doğru çeker. Peki, daha değerli olan marka bu bedeli ödemeyi niye kabul eder? Çok basit: Karşılığında öyle bir bedel alır ki, bu karara fazlasıyla değer...
İyi niyet yetmiyor
Düşünebiliyor musunuz? Faaliyetleri milyonlarca insanı ilgilendiren Koç, Sabancı gibi bir büyük şirketin CEO’su veya Yönetim Kurulu Başkanı kalkıyor ikide bir medyaya açıklama yapıyor ve sürekli neyi, nasıl yapamadığını anlatıyor... Bayağı bir komik duruma düşmezler mi?..
Galatasaray’ın kibarlığına, efendiliğine kimsenin toz kondurmayacağı Başkan’ı ‘müstesna insan’ Özhan Canaydın‘a sabaha karşı uçağa binmek için beklediğim Antalya Havaalanı’ndaki televizyonu izlerken bir kez daha şaştım kaldım. CNN Türk haberi verirken Canaydın’ın yanında Shalke 04 Kulübü’nün Başkanı vardı. Hamit Altıntop’un Galatasaray’a transferi konusunda nasıl anlaşamadıklarını anlatıyor. Her ne kadar dünkü gazeteler anlaşma sağlandı falan diye çıkmış olsa da ortada belirsiz bir durumun söz konusu olduğu kesin...
Tabii ki açık ve şeffaf olmak, kamuoyunu bilgilendirmek iyi bir şey. Ama iyi niyeti abartmanın anlamı yok. Ayrıca ‘Cehennem yolları iyi niyet taşları ile döşeliymiş!’ değil mi?.. Bir de şu kuralı birilerinin Sayın Canaydın’a hatırlatması gerek: “Söylediğin her şey doğru olsun, her doğruyu söyleme!”...
Toplumsal hafıza şart
Daha önce de yazmışımdır. İletişim fakültesindeki öğrencilerle ya da konferans verdiğim geniş topluluklarla zaman zaman yaptığım ‘gıcık mı gıcık’ bir test vardır. Salona sorarım: “Türk Ceza Mahkemeleri Usulü Kanununa göre Ağır Ceza Mahkemelerinde jüri sağda mı oturur, solda mı?” Genelde uyanana kadar salonun bir kısmı ‘sağda’ bir kısmı da ‘solda’ diye el kaldırır... Bazen de salondan “Hakime göre mi, salonda oturanlara göre mi?” şeklinde zeka düzeyi hayli yüksek sorular gelebilir...
ABD kültürünün TV dizileri ve filmleri ile kurduğu kültürel egemenlik sadece bununla kalmaz... Alamo kalesinin öyküsünü de, Amerikan Kurtuluş Savaşı’nı da, Kuzey Güney savaşını da, yani 250 yıllık kıçı kırık Amerikan tarihinin her bir şeyini, giysileri, yaşam biçimleri, davranış tarzlarıyla en ince ayrıntısına kadar biliriz... Peki, ya bizimkisi? Yorgun Savaşçı’yı yaptırıp yaktıran devletimiz de, medyamız da, tek tek şahıslar da yakın geçmiş gündeme getirildiğinde hemen aslan kesilip “O öyle değildi, böyle değildi” diye yüklenip dururlar. Zaten masraflıdır tarihi film çekmek. Kimse kolay kolay cesaret edemez. Yahu, bırakın bari cesaret edenlerin hemen moralini bozmayalım...
“Hatırla Sevgili”nin başına gelen de budur. Yok Adnan Bey yeterince zarif gösterilmemiş, yok Büyükada’da olan biten öyle değilmiş... Sanki belgesel çekiliyor...
Benim çocukluğum tam da o dizinin geçtiği yıllara rastlar. Dizi gayet de güzel o dönemin atmosferini yansıtmış. Yeni kuşaklara “Nasılsın?” diye sorulduğunda şaka yollu da olsa, “Bana dört şık ver!” şeklinde yanıt alınabildiği bir devirde, hataları da olsa bize yakın geçmişi gösteren yapımları ben saygıyla karşılıyorum doğrusu... Öyle ya, hafızası olmayan bir toplumun geleceği de olamaz...