Denize düşen Rusya kime sarılsın?
01 HAZİRAN 2006
İletişim konusunda nostalji bir işe yaramaz. İletişim doğası gereği geriye doğru değil ileriye doğru çalışan bir sistemdir. Ancak Rusya’nın ülke algısını yönetmek için Amerikalı bir iletişim danışmanı ile anlaşması bana bile “Nereden Nereye” dedirtti. Bu satırlar Haziran 2006’da değil de alt tarafı 17 yıl önce, Haziran 1989’da yazılsaydı, ne Rusya diye bir ülkeden ne de Rusların strateji belirlemede Amerikan yardımı almasından söz edecek durumda olurduk.
Bugün Rusya, hem sonradan üye olduğu G-8 zenginler kulübündeki sandalyesini korumak hem de kendini dünyaya daha iyi ifade edebilmek için Amerikalı Ketchum şirketinden profesyonel iletişim danışmanlığı hizmeti almaya başladı. Kendi alanında dünyanın önde gelen firmalarından Ketchum’un portföyünde Pepsi, IBM, Kodak gibi kapitalist sistemin yarattığı dev markalar bulunuyor. Rusya’nın böyle bir hizmeti almaya niyetlenmesi bu yıl G-8 zirvesine ev sahipliği yapacak olmasından kaynaklanıyor olmalı. Eski komünistler, gerek zirve öncesinde gerekse de zirve sırasında yapılan çalışmaların, alınan kararların çarpıtılmadan dünya kamuoyunda yer almasını arzuluyorlar.
Özellikle Ocak ayından bu yana Rusya’nın önemli oranda itibar kaybetmesi, Putin yönetiminin batıdan çıkma iletişim yönetimi taktik ve stratejilerine bel bağlamasına yol açtı. Geç de olsa algıyı yönetmenin önemini kavrayan Ruslar, Amerikalı danışmanlarından bizim de muzdarip olduğumuz iletişim özürlü durumlarını nasıl aşacaklarını öğrenecekler. Kısa zamanda “ben bu işi biliyorum zaten” havasına girmedikleri takdirde de Ketchum’a hizmetleri için vereceği birkaç milyon doların kat be kat fazlasını itibar kazancı, ülke markasının değerinin artışı ve yabancı sermaye akışında hızlanma olarak geri alacaklardır.
Rusya örneğini görünce, hemen “keşke AKP hükümeti de benzer açılımlara yönelse” diye aklımdan geçirmedim desem yalan olur. Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıkan siyasetçilerin ülkesi olduğu gerçeğini bir an unuttum sanki. Oysa Türkiye’de iletişim kültürü Rusya’ya oranla çok daha gelişmiştir ve dünya iletişim devleri Türkiye’deki ortaklarıyla Rusya’dan daha ileridedirler. Yani ABD’lere uzanmaya hiç de gerek yoktur....
Yaklaşık 5-6 ay önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Ali Babacan aralarında hasbelkader benim de bulunduğum küçük bir gazeteci grubunu kabul ettiğinde kendilerine bir yanda ülke içinde, öte yandan da yurt dışında medya ve kamuoyundaki sosyal paydaşlarıyla ile iletişimde gidişatın vahim olduğunu ve hükümetin aksiyon alması gerektiğini iletmiştim, bu işin de nasıl yapılacağına dair “kara kaplı” defterde neler yazdığından söz etmiştim. O gün masadaki herkesin desteklediği bu fikrin zikredildiği tarihten bu yana tek yapılan ciddi iş Ankara’da düzenlenen “kamu diplomasisi konferansı” oldu. Ya da bir şeyler yapıyorlar da bizim haberimiz yok (!)... Sayın Bakanlar “Acelemiz yok!” demişlerdi, “AB süreci uzun bir yol...” İletişim bir rekabet meselesidir. Siz ısınana kadar başkaları çoktan sahaya çıkar ve gollerini sıralayabilir. Şu sıra olduğu gibi...
Arkas’ı ne zaman?
Popüler spor dallarının hızla endüstrileşmesi firmalar için fırsat mıdır? Evet fırsattır. Pro-aktif davranıp potansiyeli ilk değerlendiren firmalar en büyük itibar kazancını sağlıyorlar. O da ticari kazanca dönüşüyor zaten. Bkz. Vestel Manisa Spor...
Bu iş futbol dışında da bal gibi oluyor. İzmir’in en köklü şirketlerinden Arkas’ın adını taşıyan voleybol takımı marka olmuş rakipleri geride bırakarak ipi göğüsledi. 5 yılda üçüncü ligden gelip Türkiye’nin en iyi voleybol takımı olmayı başarmak her babayiğidin harcı değil. Açıkçası Arkas yönetimi böyle bir sponsorluğu gerçekleştirerek riske girdi ve nitekim başarıya da ulaştı. Şimdi meyveleri toplama zamanı. Ancak şampiyonluğun elde edildiği Mayıs başından beri bakıyorum da Arkas yönetimi rehavete kapılmış gibi. Bir firma böyle bir sponsorluğu niye yapar? Bunca maddi manevi sıkıntıyı niye çeker?..
Başarılı olduğunda bunu marka bilinirliliği ve beğenisinin üstüne koymak, itibarını artırmak için değil mi?.. Marifet, şampiyonluğun gazı kaçmadan bunları yapabilmek. Tam da futbol liginin arasına sıkışma fırsatı varken...
Günde onbinlerce aracın geçtiği Barbaros Bulvarı ile E-5’in kesiştiği yerde koca yönetim binanız var. Arkas’ın şampiyonluğunu kitlelere duyuracak en iyi, en ucuz mecra. En azından oraya, asarsınız dev bir poster, lafın gelişi “Voleybolda da şampiyonuz” dersiniz; gelen geçen hem sizi hem de voleybolu tanır. Acaba “Arkas yönetimi bu başarının iletişimini dijital ortamda yapma stratejisi mi güdüyor?” diye kendime sordum ve firmanın internet sitesine girdim. Orada da tık yok. Arkas’ın şampiyon olduğunu öğrenmek için sitede en az 10 pencere açmak gerekiyor.
Bu kadar büyük başarıya imza at, sonra da iletişimin en standart hareketlerini bile yerine getirme... Yazık ki, ne yazık!
O fotoğraf için bile değer...
Davetiyeyi ilk gördüğümde heyecanlandım. Sabancı Holding’den medya ilişkileri danışmanı arkadaşımız Suat Özyaprak’ı aradım. Bilgi istedim. Sonrasında bize ait ne varsa görülebilecek bir fotoğraf ulaştı elime. Çok şey anlatıyordu.
Her şeyden önce yıllardır kendi imkanları ile ayakta durmaya çalışan, kültürümüzün en önemli unsurlarından birini korumak ve yaşatmak için mücadele eden halk oyunları toplulukları kendine iyi bir hâmi bulmuştu. İkincisi, Sabancı Holding ve Vaksa 14. Halk Oyunları Yarışması’nın destekçisi olarak önemli bir işe daha imza atmışlardı. Son olarak da kazanan “kültür ve değerlerimiz” olmuştu. Sadece bu fotoğraf için bile değdi. Aklınıza emeğinize sağlık...
‘Kükreyen’ iletişim
Perakende Günleri’nin mimarı ve Soysal Danışmanlık’ın patronu dostumuz Suat Soysal, reklam filmlerini gördükten sonra demişti ki, “Hangi erkek Kemal Kükrer sirkelerini eve sokar?” Öyle ya, filmler ‘yanlış anlama’ üzerine kurulmuştu. Hanımlar, yataklarında bir erkek adını sayıklıyor, Kemal Kükrer’e duydukları hayranlığı dile getiriyor, onsuz bir yaşam düşünemediklerini söylüyorlardı. Hanımların eşleri ise ‘Kim ulan bu Kemal Kükrer?” gibisinden isyan ediyorlardı. Filmleri Sinan Çetin çekmiş. Geçen sayı Marketing Türkiye’de okumasaydım böylesine provokatif yaklaşımın altında ya onun imzasını arardım ya da Hulusi Derici’nin.
Rakamlar sevgili Suat Soysal’ı şimdilik doğrulamıyor. Duru Gıda Genel Müdürü Sabri Gülel’in ifadesine göre Pazar lideri durumundalar ve işler yolunda. Genel Müdür, Sinan Çetin’in bu filmleriyle marka bilinirliğini artıracaklarını söylüyor. “Yeni neslin dikkatini çekeceğiz” diyor. Bu iki hedefe ulaştıkları tartışılmaz. Peki marka vaadi ne olacak? Ürün çeşidindeki güçlerinin altını aşçıbaşı filmleriyle çizdiler. Firma yetkililerinin en iddialı oldukları kalite ve saflık konusundaki duruşlarını pekiştirilmeleri şart. Yoksa bilinirlik yetmez. Bu arada Kemal Kükrer’in web sitesi mükemmel. Bir girip bakın. Kemal Kükrer’in serüvenini ilgiyle izleyeceğim...
Bizde çalışmaz
Adam yavaşça kadına yaklaşır. Nefis bir kanepede erkeğini beklediği anlaşılan kadının –ne hikmetse- gözleri siyah bir bantla bağlıdır. Fantazi meraklıları için iç gıcıklayıcı bir durum... Adam tam kadına doğru giderken birden yolunu değiştirir ve diğer kapıdan çıkıp balkona yönelir. Adamın gerçek ilgi odağı balkonun altında park etmiş duran bir arabadır. Bu bir Hyundai Santa Fe’dir... Reklamın kilit mesajı ise erkeklerin bu aracı en çekici kadınlara tercih edecekleri yolundadır: “Bugüne kadar yaşadığınız tüm heyecanlarınızdan vaz geçeceksiniz!”... Der Spiegel dergisinde okumuştum. Alman erkeklerinin %45’i arabalarını karılarından daha çok seviyorlarmış... İthal olduğu belli bu film oralarda iş yapabilir. Ama biz de yemez. Bizim kadınlarımız her şeyin üstündedir. Bir de Türkiye’de araba satın alma kararlarında kadınların hayli sözünün geçtiği hiç unutulmamalı...
Vitrin mankeni, deyip geçmeyin
Bana sorarsanız Ali Tara tüm zamanların en iyi reklam filmi yönetmeniydi. Eşi Lale Tara onun yaşamında çok önemli bir yer alıyordu. Toplumsal varoluşunu olduğu gibi geri plana atma pahasına eşinin yanında kayalar gibi durdu. Lale’nin yıllarca içinde sakladığı yaratıcılığı Ali’nin vefatından sonra ortaya çıkıyor. İlk fotoğraf kitabı Yediayyedigün geçen yıl yayınlandı. Tara şimdi de bir sergi açıyor. "Canlı/Live" adını taşıyan ve vitrin mankenlerinin görüntülendiği sergiyi 1 Haziran – 8 Temmuz arasında Beyoğlu’nda Bilsar'da izlemek mümkün.
Bugün Rusya, hem sonradan üye olduğu G-8 zenginler kulübündeki sandalyesini korumak hem de kendini dünyaya daha iyi ifade edebilmek için Amerikalı Ketchum şirketinden profesyonel iletişim danışmanlığı hizmeti almaya başladı. Kendi alanında dünyanın önde gelen firmalarından Ketchum’un portföyünde Pepsi, IBM, Kodak gibi kapitalist sistemin yarattığı dev markalar bulunuyor. Rusya’nın böyle bir hizmeti almaya niyetlenmesi bu yıl G-8 zirvesine ev sahipliği yapacak olmasından kaynaklanıyor olmalı. Eski komünistler, gerek zirve öncesinde gerekse de zirve sırasında yapılan çalışmaların, alınan kararların çarpıtılmadan dünya kamuoyunda yer almasını arzuluyorlar.
Özellikle Ocak ayından bu yana Rusya’nın önemli oranda itibar kaybetmesi, Putin yönetiminin batıdan çıkma iletişim yönetimi taktik ve stratejilerine bel bağlamasına yol açtı. Geç de olsa algıyı yönetmenin önemini kavrayan Ruslar, Amerikalı danışmanlarından bizim de muzdarip olduğumuz iletişim özürlü durumlarını nasıl aşacaklarını öğrenecekler. Kısa zamanda “ben bu işi biliyorum zaten” havasına girmedikleri takdirde de Ketchum’a hizmetleri için vereceği birkaç milyon doların kat be kat fazlasını itibar kazancı, ülke markasının değerinin artışı ve yabancı sermaye akışında hızlanma olarak geri alacaklardır.
Rusya örneğini görünce, hemen “keşke AKP hükümeti de benzer açılımlara yönelse” diye aklımdan geçirmedim desem yalan olur. Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıkan siyasetçilerin ülkesi olduğu gerçeğini bir an unuttum sanki. Oysa Türkiye’de iletişim kültürü Rusya’ya oranla çok daha gelişmiştir ve dünya iletişim devleri Türkiye’deki ortaklarıyla Rusya’dan daha ileridedirler. Yani ABD’lere uzanmaya hiç de gerek yoktur....
Yaklaşık 5-6 ay önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Ali Babacan aralarında hasbelkader benim de bulunduğum küçük bir gazeteci grubunu kabul ettiğinde kendilerine bir yanda ülke içinde, öte yandan da yurt dışında medya ve kamuoyundaki sosyal paydaşlarıyla ile iletişimde gidişatın vahim olduğunu ve hükümetin aksiyon alması gerektiğini iletmiştim, bu işin de nasıl yapılacağına dair “kara kaplı” defterde neler yazdığından söz etmiştim. O gün masadaki herkesin desteklediği bu fikrin zikredildiği tarihten bu yana tek yapılan ciddi iş Ankara’da düzenlenen “kamu diplomasisi konferansı” oldu. Ya da bir şeyler yapıyorlar da bizim haberimiz yok (!)... Sayın Bakanlar “Acelemiz yok!” demişlerdi, “AB süreci uzun bir yol...” İletişim bir rekabet meselesidir. Siz ısınana kadar başkaları çoktan sahaya çıkar ve gollerini sıralayabilir. Şu sıra olduğu gibi...
Arkas’ı ne zaman?
Popüler spor dallarının hızla endüstrileşmesi firmalar için fırsat mıdır? Evet fırsattır. Pro-aktif davranıp potansiyeli ilk değerlendiren firmalar en büyük itibar kazancını sağlıyorlar. O da ticari kazanca dönüşüyor zaten. Bkz. Vestel Manisa Spor...
Bu iş futbol dışında da bal gibi oluyor. İzmir’in en köklü şirketlerinden Arkas’ın adını taşıyan voleybol takımı marka olmuş rakipleri geride bırakarak ipi göğüsledi. 5 yılda üçüncü ligden gelip Türkiye’nin en iyi voleybol takımı olmayı başarmak her babayiğidin harcı değil. Açıkçası Arkas yönetimi böyle bir sponsorluğu gerçekleştirerek riske girdi ve nitekim başarıya da ulaştı. Şimdi meyveleri toplama zamanı. Ancak şampiyonluğun elde edildiği Mayıs başından beri bakıyorum da Arkas yönetimi rehavete kapılmış gibi. Bir firma böyle bir sponsorluğu niye yapar? Bunca maddi manevi sıkıntıyı niye çeker?..
Başarılı olduğunda bunu marka bilinirliliği ve beğenisinin üstüne koymak, itibarını artırmak için değil mi?.. Marifet, şampiyonluğun gazı kaçmadan bunları yapabilmek. Tam da futbol liginin arasına sıkışma fırsatı varken...
Günde onbinlerce aracın geçtiği Barbaros Bulvarı ile E-5’in kesiştiği yerde koca yönetim binanız var. Arkas’ın şampiyonluğunu kitlelere duyuracak en iyi, en ucuz mecra. En azından oraya, asarsınız dev bir poster, lafın gelişi “Voleybolda da şampiyonuz” dersiniz; gelen geçen hem sizi hem de voleybolu tanır. Acaba “Arkas yönetimi bu başarının iletişimini dijital ortamda yapma stratejisi mi güdüyor?” diye kendime sordum ve firmanın internet sitesine girdim. Orada da tık yok. Arkas’ın şampiyon olduğunu öğrenmek için sitede en az 10 pencere açmak gerekiyor.
Bu kadar büyük başarıya imza at, sonra da iletişimin en standart hareketlerini bile yerine getirme... Yazık ki, ne yazık!
O fotoğraf için bile değer...
Davetiyeyi ilk gördüğümde heyecanlandım. Sabancı Holding’den medya ilişkileri danışmanı arkadaşımız Suat Özyaprak’ı aradım. Bilgi istedim. Sonrasında bize ait ne varsa görülebilecek bir fotoğraf ulaştı elime. Çok şey anlatıyordu.
Her şeyden önce yıllardır kendi imkanları ile ayakta durmaya çalışan, kültürümüzün en önemli unsurlarından birini korumak ve yaşatmak için mücadele eden halk oyunları toplulukları kendine iyi bir hâmi bulmuştu. İkincisi, Sabancı Holding ve Vaksa 14. Halk Oyunları Yarışması’nın destekçisi olarak önemli bir işe daha imza atmışlardı. Son olarak da kazanan “kültür ve değerlerimiz” olmuştu. Sadece bu fotoğraf için bile değdi. Aklınıza emeğinize sağlık...
‘Kükreyen’ iletişim
Perakende Günleri’nin mimarı ve Soysal Danışmanlık’ın patronu dostumuz Suat Soysal, reklam filmlerini gördükten sonra demişti ki, “Hangi erkek Kemal Kükrer sirkelerini eve sokar?” Öyle ya, filmler ‘yanlış anlama’ üzerine kurulmuştu. Hanımlar, yataklarında bir erkek adını sayıklıyor, Kemal Kükrer’e duydukları hayranlığı dile getiriyor, onsuz bir yaşam düşünemediklerini söylüyorlardı. Hanımların eşleri ise ‘Kim ulan bu Kemal Kükrer?” gibisinden isyan ediyorlardı. Filmleri Sinan Çetin çekmiş. Geçen sayı Marketing Türkiye’de okumasaydım böylesine provokatif yaklaşımın altında ya onun imzasını arardım ya da Hulusi Derici’nin.
Rakamlar sevgili Suat Soysal’ı şimdilik doğrulamıyor. Duru Gıda Genel Müdürü Sabri Gülel’in ifadesine göre Pazar lideri durumundalar ve işler yolunda. Genel Müdür, Sinan Çetin’in bu filmleriyle marka bilinirliğini artıracaklarını söylüyor. “Yeni neslin dikkatini çekeceğiz” diyor. Bu iki hedefe ulaştıkları tartışılmaz. Peki marka vaadi ne olacak? Ürün çeşidindeki güçlerinin altını aşçıbaşı filmleriyle çizdiler. Firma yetkililerinin en iddialı oldukları kalite ve saflık konusundaki duruşlarını pekiştirilmeleri şart. Yoksa bilinirlik yetmez. Bu arada Kemal Kükrer’in web sitesi mükemmel. Bir girip bakın. Kemal Kükrer’in serüvenini ilgiyle izleyeceğim...
Bizde çalışmaz
Adam yavaşça kadına yaklaşır. Nefis bir kanepede erkeğini beklediği anlaşılan kadının –ne hikmetse- gözleri siyah bir bantla bağlıdır. Fantazi meraklıları için iç gıcıklayıcı bir durum... Adam tam kadına doğru giderken birden yolunu değiştirir ve diğer kapıdan çıkıp balkona yönelir. Adamın gerçek ilgi odağı balkonun altında park etmiş duran bir arabadır. Bu bir Hyundai Santa Fe’dir... Reklamın kilit mesajı ise erkeklerin bu aracı en çekici kadınlara tercih edecekleri yolundadır: “Bugüne kadar yaşadığınız tüm heyecanlarınızdan vaz geçeceksiniz!”... Der Spiegel dergisinde okumuştum. Alman erkeklerinin %45’i arabalarını karılarından daha çok seviyorlarmış... İthal olduğu belli bu film oralarda iş yapabilir. Ama biz de yemez. Bizim kadınlarımız her şeyin üstündedir. Bir de Türkiye’de araba satın alma kararlarında kadınların hayli sözünün geçtiği hiç unutulmamalı...
Vitrin mankeni, deyip geçmeyin
Bana sorarsanız Ali Tara tüm zamanların en iyi reklam filmi yönetmeniydi. Eşi Lale Tara onun yaşamında çok önemli bir yer alıyordu. Toplumsal varoluşunu olduğu gibi geri plana atma pahasına eşinin yanında kayalar gibi durdu. Lale’nin yıllarca içinde sakladığı yaratıcılığı Ali’nin vefatından sonra ortaya çıkıyor. İlk fotoğraf kitabı Yediayyedigün geçen yıl yayınlandı. Tara şimdi de bir sergi açıyor. "Canlı/Live" adını taşıyan ve vitrin mankenlerinin görüntülendiği sergiyi 1 Haziran – 8 Temmuz arasında Beyoğlu’nda Bilsar'da izlemek mümkün.