Depremden de iletişim fırsatı çıkar mı, çıkar!..
19 MART 2010
Korku ve umut ‘ikna’nın en temel iki öğesidir… “Gelecek endişe doludur, özel emeklilik ile bu endişeyi azaltabilirsiniz”… “Obezite her türlü melanetin başıdır, ancak sağlıklı beslenme ve hareketli bir hayat ile obeziteyi yenmek mümkündür…”, “Küresel ısınma ve iklim değişikliği canlılığı yok edebilir; ancak gezegenimiz hâlâ kurtarılabilir, bu nedenle çevreci etkinliklerde yer almak ve çevreci marka ve kuruluşları tercih etmek, vatandaşlık görevidir…”
Aşağı yukarı bu minval üzerine bir dizi strateji, konsept ve iletişim projesi gerçekleştirilebilir. Umut olmadan sadece korku ile yol almaya çalışmak, kendi kendine ateş etmek gibi bir şeydir…
Deprem konusunda olduğu gibi…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ODTÜ Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezi, Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu liderliğinde 2004’ten 2009’a kadar İstanbul’un 6 ilçesindeki toplam 125 bin konut ve iş yeri binalarını tek tek incelemiş. 7,5 ve 7,2 şiddetindeki depremlerde, semt semt ne olacağına bakılmış. Durum vahim… 7,5’ta Zeytinburnu, Bayrampaşa, Bahçelievler, Güngören’de binaların %50’sinden fazlası ya ağır hasar görecek ya da yıkılacakmış. Bu rakam Fatih ve K. Çekmece’de %30’a düşüyor… 7,2’de ise bu oranlar çok az da olsa yıkılacak bina sayısında düşüş var… Yine de anlaşılan yüz binler hayatını yitirecek…
Milli Eğitim Bakanlığı’nın saldığı korku ise daha da vahim…
TBMM Deprem Riski Araştırma Komisyonu’na verilen rapora göre Türkiye’de olası bir depremde 51.000 derslik yerle bir olacakmış. Ortalama derslik başına 30 öğrenci hesaplansa, 1,5 milyon öğrencinin yaşamsal tehlike altında olduğu söylenebilirmiş…
Milli Savunma Bakanlığı’nınki daha da vahim… Askeri tesislerin yarısı çökebilirmiş…
Bu durumu önleyecek çalışmaları finanse edebilecek bütçe desteğinin her iki bakanlıkta da olmadığı belirtiliyormuş…
Korku mebzul miktarda var… Ya umut?.. Neredeyse hiç yok… Evi DASK’a sigortalat, evde üçgenler bul, o kadar… Bir de şans işi var tabii… Deprem gündüz vakti vurursa; çocuklar teneffüste, askerler sahada eğitimde olurlarsa, yaşamsal hasar biraz daha az olabilir… Ölme aslanım, ölme…
İstanbul için ise pek bir umut gözükmüyor ufukta…
Buyurun, gerek muhalefet gerekse iktidar için mükemmel bir seçmen davranışı etkileme fırsatı… Kim buraya odaklanır dersiniz?.. Tabii somut çözüm yoluyla…
Piyano resitalini sevmeyi öğrettiler…
Amma konserdi ha… Piyano resitali… Solist Alice Sara Ott… Japon asıllı Alman sanatçı… Müthiş karışım… Medelssohn (Variations serieuses), Beethoven (Ayışığı Sonatı) ve Chopin (Valsler) çaldı…
Aslında resitalleri pek sevmem. Ben daha çok senfonik müzik ‘yandaşı’yım… ‘Kolasal’ işlere bayılırım… Mesela senfoni orkestrası ve dev bir koro vb… Popüler kültür bile icra edildi mi Anadolu Ateşi (ve/veya Troya) gibi sahnelenmeli…
Oturduğum yerden parmaklarının uçuşmasını seyredebildiğim için… Belki de, hemen yanı başımda Operadan İsmail Aksu Beyin oturup beni aydınlatmasından mı, ya da tamamına yakını dolmuş olan salonun (MKM Attilâ İlhan Sahnesi) izleyici profilindeki nitelik üstünlükten mi bir resital hayranı olarak çıktım salondan. Bilmiyorum…
İstanbul Resitalleri’ni düzenleyen sevgili ustamız Kâmil Şükun her türlü övgünün en fazlasını hak ediyor… İzleyin internetten. 14 Nisan, 12 Mayıs ve 16 Haziranda üç büyük piyanist daha geliyor…
Bizim işin kokusu başkadır…
Anlaşılmış olmanın mutluluğu ile geçenlerde Burhan Ayeri’nin bizim gazetede yer alan yazısından bir bölümü hatırlamak istedim:
“Bildiğin Gibi Değil'in yeni adresi SkyTÜRK. Ali Saydam-Özlem Gürses ikilisi, artık daha tecrübeli -Buna oturmuş diyebiliriz- haldeler. Ziynet Sali'li yapımda Saydam'ın CD'nin verniklenmiş kuşe kapağı koklayışındaki inceliği, Özlem'le Ziynet anlamadılar. Espri patlatıp, durdular. Oysa 'O hazzı çok iyi biliriz'. Kurşun-Antimuan karışımı dizgilerle sayfa yapılan mürettiphanelerde gazeteciliğe başladık. İlk ofset günlük yayında çalıştık. Rotatiflerde dönüşün havaya yaydığı mürekkep kokusu bambaşkadır. Hele makinelerin çıkardığı gürültüyü anlamak ayrı tat. Her kağıt kopuşunda oluşan sessizlikle birlikte 'Eyvah' dersiniz. Çeşitli olumsuzluklarla duran baskı araçları hep içimizi kanatmıştır. Çalışan araçlar, bu mesleğin yaşadığının işaretidir. Ali Saydam'ı seneler önce Cağaloğlu'nda -TGC'nin tam altında-, yönettiği yayın grubunda tanımıştık. Sanırız, o günün üstünden 30 yıldan fazla geçti.”
Eline sağlık Burhan kardeşim… Bizim kuşak bütün meslektaşların kulakları çınlasın…
Aşağı yukarı bu minval üzerine bir dizi strateji, konsept ve iletişim projesi gerçekleştirilebilir. Umut olmadan sadece korku ile yol almaya çalışmak, kendi kendine ateş etmek gibi bir şeydir…
Deprem konusunda olduğu gibi…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ODTÜ Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezi, Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu liderliğinde 2004’ten 2009’a kadar İstanbul’un 6 ilçesindeki toplam 125 bin konut ve iş yeri binalarını tek tek incelemiş. 7,5 ve 7,2 şiddetindeki depremlerde, semt semt ne olacağına bakılmış. Durum vahim… 7,5’ta Zeytinburnu, Bayrampaşa, Bahçelievler, Güngören’de binaların %50’sinden fazlası ya ağır hasar görecek ya da yıkılacakmış. Bu rakam Fatih ve K. Çekmece’de %30’a düşüyor… 7,2’de ise bu oranlar çok az da olsa yıkılacak bina sayısında düşüş var… Yine de anlaşılan yüz binler hayatını yitirecek…
Milli Eğitim Bakanlığı’nın saldığı korku ise daha da vahim…
TBMM Deprem Riski Araştırma Komisyonu’na verilen rapora göre Türkiye’de olası bir depremde 51.000 derslik yerle bir olacakmış. Ortalama derslik başına 30 öğrenci hesaplansa, 1,5 milyon öğrencinin yaşamsal tehlike altında olduğu söylenebilirmiş…
Milli Savunma Bakanlığı’nınki daha da vahim… Askeri tesislerin yarısı çökebilirmiş…
Bu durumu önleyecek çalışmaları finanse edebilecek bütçe desteğinin her iki bakanlıkta da olmadığı belirtiliyormuş…
Korku mebzul miktarda var… Ya umut?.. Neredeyse hiç yok… Evi DASK’a sigortalat, evde üçgenler bul, o kadar… Bir de şans işi var tabii… Deprem gündüz vakti vurursa; çocuklar teneffüste, askerler sahada eğitimde olurlarsa, yaşamsal hasar biraz daha az olabilir… Ölme aslanım, ölme…
İstanbul için ise pek bir umut gözükmüyor ufukta…
Buyurun, gerek muhalefet gerekse iktidar için mükemmel bir seçmen davranışı etkileme fırsatı… Kim buraya odaklanır dersiniz?.. Tabii somut çözüm yoluyla…
Piyano resitalini sevmeyi öğrettiler…
Amma konserdi ha… Piyano resitali… Solist Alice Sara Ott… Japon asıllı Alman sanatçı… Müthiş karışım… Medelssohn (Variations serieuses), Beethoven (Ayışığı Sonatı) ve Chopin (Valsler) çaldı…
Aslında resitalleri pek sevmem. Ben daha çok senfonik müzik ‘yandaşı’yım… ‘Kolasal’ işlere bayılırım… Mesela senfoni orkestrası ve dev bir koro vb… Popüler kültür bile icra edildi mi Anadolu Ateşi (ve/veya Troya) gibi sahnelenmeli…
Oturduğum yerden parmaklarının uçuşmasını seyredebildiğim için… Belki de, hemen yanı başımda Operadan İsmail Aksu Beyin oturup beni aydınlatmasından mı, ya da tamamına yakını dolmuş olan salonun (MKM Attilâ İlhan Sahnesi) izleyici profilindeki nitelik üstünlükten mi bir resital hayranı olarak çıktım salondan. Bilmiyorum…
İstanbul Resitalleri’ni düzenleyen sevgili ustamız Kâmil Şükun her türlü övgünün en fazlasını hak ediyor… İzleyin internetten. 14 Nisan, 12 Mayıs ve 16 Haziranda üç büyük piyanist daha geliyor…
Bizim işin kokusu başkadır…
Anlaşılmış olmanın mutluluğu ile geçenlerde Burhan Ayeri’nin bizim gazetede yer alan yazısından bir bölümü hatırlamak istedim:
“Bildiğin Gibi Değil'in yeni adresi SkyTÜRK. Ali Saydam-Özlem Gürses ikilisi, artık daha tecrübeli -Buna oturmuş diyebiliriz- haldeler. Ziynet Sali'li yapımda Saydam'ın CD'nin verniklenmiş kuşe kapağı koklayışındaki inceliği, Özlem'le Ziynet anlamadılar. Espri patlatıp, durdular. Oysa 'O hazzı çok iyi biliriz'. Kurşun-Antimuan karışımı dizgilerle sayfa yapılan mürettiphanelerde gazeteciliğe başladık. İlk ofset günlük yayında çalıştık. Rotatiflerde dönüşün havaya yaydığı mürekkep kokusu bambaşkadır. Hele makinelerin çıkardığı gürültüyü anlamak ayrı tat. Her kağıt kopuşunda oluşan sessizlikle birlikte 'Eyvah' dersiniz. Çeşitli olumsuzluklarla duran baskı araçları hep içimizi kanatmıştır. Çalışan araçlar, bu mesleğin yaşadığının işaretidir. Ali Saydam'ı seneler önce Cağaloğlu'nda -TGC'nin tam altında-, yönettiği yayın grubunda tanımıştık. Sanırız, o günün üstünden 30 yıldan fazla geçti.”
Eline sağlık Burhan kardeşim… Bizim kuşak bütün meslektaşların kulakları çınlasın…