Devekuşu gribi en tehlikelesi
22 OCAK 2006
Dün Vural Öger ile telefonda konuşuyoruz. “Durum ne kadar vahim?” diye sordum. Öger Tours’un sahibi, AB Parlamentosu’nda milletvekili. Yani kuş gribinin Türkiye’ye verebileceği zararları değerlendirebilecek en kilit noktada. “Hasar milyar dolarlar düzeyinde olabilir” dedi, “Biz 99’da da uyarmıştık. Apo krizi vardı. Yıl başında durum belli olmuştu. Ama bazıları olayın vahametini ancak sezon başlayıp, turistler gelmeyince anlıyorlar. O zaman yapacak bir şey yok zaten. Şimdi rezervasyonlara baktığımızda çok daha net kırmızı ışık görülüyor. Şuyuu vukuundan beter bir durum var. Yani kuş gribiyle ilgili Türkiye’deki durumla dünyadaki algılama aynı değil. Batı medyası müthiş bir felaket tablosu çiziyor. Hükümet tüm tarafları toplayıp işin iletişim boyutunu Avrupa ve diğer ülkelerde koordine etmezse, hem de bunu hemen yapmazsa, yakın zamanda Türk turizmi ve ekonomisinin alacağı darbe durdurulamaz boyutlara gelebilir!”
Türkiye ne zaman kendini biraz doğrultsa, ya böyle bir kriz ya da bölgede çıkan sıcak çatışma ortamları belimizi bükmeye başlar. Oysa bu kaderi kırmanın yolu iletişimden geçiyor. Hıncal Uluç dünkü yazısında iletişimde kendi ayağına ateş etmenin medya boyutunu çok çarpıcı bir şekilde vurgulamış. Medyamızın rekabetin eline nasıl görüntü verdiğini, yangına nasıl benzin döktüğünü anlatmış.
Avrupa’daki iletişim uzmanı arkadaşlarımız, “Uyuyor musunuz?” diye mesajlar çekiyorlar. Kültür ve Turizm Bakanlığını aradım. Kriz masası kurmuşlar. Masa ne yapıyor belli değil. Daha doğrusu belli. Devekuşu gribine tutulmuş herhalde. Kafa kumun içinde sanki. Haftalık rezervasyon iptali onbinlerle ifade ediliyor. Avrupalı tur operatörleri hükümete her türlü desteği vermeye hazır. Bizim devekuşundan tık yok...
Konuyu içerde eni konu yönetmeyi başarmış olan hükümetin dışarısı için iletişim planını, tabii varsa, hemen devreye sokması ve tüm paydaşlardan destek alarak bir an önce kanamayı durdurması şart. Yoksa yangın sadece turizmin değil tüm sektörlerin bacasını saracak...
Grunig çıktı, çıta yükseldi
Hani ‘Heykelini dikmek gerekir’ derler. Genellikle yürekli ve herkesin pek altından kalkamayacağı işlerin üstesinden gelmiş insanlar için söylenir bu söz. Tribeca İletişim Danışmanlığı şirketinin sahibi Cem İlhan için de iletişim sektöründe heykeli dikilecek bir iş yapmış, dersek abartmış olmayız.
İlhan, halka ilişkiler dünyasının en önemli kitabının Türkçe’ye kazandırılmasını sağlamış. James E. Grunig’in imzasını taşıyan kitabın adı: “Halka ilişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik”. Kitap dediysek, tuğla gibi bir şey. 666 sayfa. Benim diyen iletişimcinin altında kalkmakta zorlanacağı bir kuram kitabı. Okurken kan ter içinde kalınacağı kesim. Dikensiz gül bahçesi var mı ki?.. Bence 13 yıl önce yazılmış olmasına rağmen hâlâ tazeliğini koruyan bu kitap, artık Türkiye’deki iletişim dünyasına da yeni bir çıta koymuştur. Kavramların Türkçe karşılıklarının bulunmasında bazı sorunlar yaşanmış. Olabilir. Bu, kitabı anlamak için bir engel değil. Dileyenler ‘www.questia.com’ adresinden kitabın İngilizcesinin tamamına dijital ortamda ulaşıp karşılaştırabilirler.
Bizce Grunig’i hatmetmeyen birinin “Ben iletişim yönetimini biliyorum” deme hakkı yoktur artık. Eskiden en azından İngilizce bilmeyenlerin bahanesi vardı. Şimdi artık o da yok... Grunig’in bu kitabını okumadan da iletişim üzerine ahkâm kesmek Türkiye’de de artık kolay olmayacak...
Grunig ve ekibi aslında bir araştırmadan yola çıkmışlar. İşini mükemmel yapan halkla ilişkiler ajansları ve iletişimde başarılı kuruluşların iletişim departmanlarını incelemişler. Sonra da bu bulguları başarısız olanlarla karşılaştırmışlar. Kuramlarını bu analizler üzerine kurmuşlar. Tribeca yayının her aşamasını finanse etmiş. Rota yayınları basmış. Cem İlhan 500 tanesini satış için yayınevine vermiş; 1000 tanesini de eşine dostuna, müşterilerine dağıtmak için ayırmış. Bir de İDA’da (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) eğitim alan öğrencilere armağan ediyormuş. İlhan bir de “Bu kitap nasıl okunur?” kursu düzenlese, harika olurdu...
İstanbul’dan Epica geçti
Cuma akşamı Avrupa’nın reklamlarda yaratıcılığı ödüllendiren en büyük organizasyonu Epica’nın 19’uncusunun ödül törenindeydik. Marketing Türkiye dergisinin ev sahipliğindeki tören son derece profesyonelce düzenlenmişti. Salonda 150’si yabancı 350 kişi vardı. Türkiye’den sadece TBWA’in YKM alışveriş torbası ile basılı ürünler dalında ödül aldığı bu yılki yarışmaya 45 ülkeden, 625 ajans 4,987 değişik işle katılmıştı. Toplam 64 ödül dağıtıldı. Başta Büyük Şehir Belediyesi olmak üzere pek çok sponsor ve Marketing Türkiye büyük iş başarmışlar. Hem ödül törenini İstanbul’a üstelik ikinci kez alabilmek; hem de bu organizasyondan yüzünün akıyla çıkmak kolay iş değildir.
Ben Epica’ya reklam filmlerinin dahi yönetmeni Ali Tara nedeniyle aşina olmuştum. 1992 ve 1995’te iki kez (Tokai ve Garanti Bankası ‘Sucu Çocuk’) büyük ödülü almıştı. O zamanlar Türk reklamcıları çok itibar edermiş herhalde Epica’ya. Diğer ülkeler yarışmaya çok daha fazla sayıda ‘iş’ gönderiyorlarmış. Bizimkiler hafif ‘cool takılıyorlarmış’ sanki... Bu kez hem de İstanbul’da olmasına rağmen bizim ajanslardan sadece pek azını görebildim: Art Grup, Clan, FCB, Leo Brunett, Lowe, Man, Meta, Movida Plus, Ogilvy, Rafineri, Saatchi & Saatchi, TBWA, Ultra, Yorum Publicis, ödül alıp almamalarına bakmaksızın, uluslararası tecrübe adına oradaydılar. Onları da kutlamak gerek. Davetiye sayısı sınırlıymış. Ama olsun. Gelen gelmiş işte. Neredeydi öteki onlarca ajans... Kedi ve uzanamadığı ciğer meselesi mi yoksa?
Reçel anneleri
Önce ATV’nin ana haber bülteninde Ozan Pezek’in çalışmasından öğrendim. Sonra ilgililerle görüştüm. İletişim ve ilişki yönetimi açısından son derce amatörce başlayan bir iş halkın ortak duygularıyla buluşunca nasıl ‘patlayabiliyor’... Bundan iyi örnek olmaz.
Aylin Kültür ve Sanat Evi diye bir grup var. Buraya katılan 20 kadar gönüllü ‘anne’ bir gün bir karar veriyorlar. Reçel ve turşu yapma becerilerini bir araya getirip bunları satarak yoksul ailelere yardım edecekler. Bu arada iki tür reçel yapıyorlar: Standartların yanına, üzümlü kivi, potpuri, arabesk, armut, fındıklı nar, çeşni, bademli portakal, sakızlı elma gibi özel reçelleri de koyuyorlar. Öyle her yerde yok bunlardan. Yani bizim dilimizle ‘üründe farklılık’ yaratıyorlar. Bir markaları eksik. Onu da ATV koyuyor: Reçel Anneleri!
Bir anda haftada 500 kilo üretir ve satar, çevrelerindeki ihtiyaç sahibi ailelere destek verir ve 16 çocuğu okutur hale geldikten sonra, konu medyanın dikkatini çekiyor. ATV bu grubun telefon numaralarını yayınlayınca da iş tam anlamıyla ‘patlıyor’. Türkiye’nin dört bir tarafından destek telefonları yağıyor. Meyve bahçelerini açmak isteyenler, reçel ve turşu yapmak isteyenler ve en önemlisi 7-8 YTL’ye satılan ürünleri restoranlarında baş köşeye koymak isteyenler.
Şimdi sıra akıllı bir sponsorda. Bir kuruluş çıkıp “Reçel annelerine” sahip çıktı mı, dünyada almayacağı iletişim ödülü kalmaz. İşte telefon numaraları: 0216 384 7150. Herkesin kazançlı çıkacağı bu işte büyük iletişim fırsatı var. Bizden söylemesi.
İki kitapta devri âlem...
İki kitap geçti elime. İkisini de okumak zahmet istiyor. Ama hayat böyle. Katma değerli işler zordur.
Günümüz iş dünyasında rekabet insana her türlü yolu öğretiyor, denetiyor, uygulatıyor. Kaçış yok! Öyle veya böyle farklılaşmak, öne geçmek, başarılı olmak zorundayız. Aksi halde ‘nerede hata yaptık?’ demekten kendimizi alıkoyamayız. Peki bu duruma düşmemek için ne yapmak gerekiyor? Elbette dünyayı ve örnek olayları takip etmek.
Dünyaca ünlü üç pazarlama danışmanı ile Koç Üniversitesi akademisyenlerinden Lerzan Aksoy bu takip sürecinin bir ayağını sizler için yapmış. En önemli ve en çok kazanç getiren konu olan ‘müşteri sadakati’ni ele almış ve “Loyalty Myths” (Sadakat Mitleri) adında bir kitaba imza atmış. Sadece kitabın yanında gelen bilgi notundan küçük bir paragraf alıntılayacağım. Sanırım ne demek istediğini ve istediğimi anlatacak: “Yeni bir müşteri bulmak, eski müşteriyi elde tutmaktan 5 kat daha fazla masraflıdır; sadık müşteriler gerçekten şirketin reklamını yaparlar mı; uzun vade müşteri, kısa vade müşteriden daha mı önemlidir; mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır gibi efsaneleşmiş fikirlere kesin bir dille hayır!”
İkinci kitap Merkez Kitapçılık’tan. Tuğla gibi, dedikleri türden. Enis Batur’a İclal Aydın’ı sormuşlar. O da “Edip ile muharrir arasında fark vardır” demiş. “Atlıkarıncada bir tur daha”nın yazarı İtalyan gazeteci Tiziano Terzani ikinci türe giriyor. Ama ne muharrir... Ama ne ilginç bir dünya gözlemi... Şöyle bir başladım kitaba. 2 ayda falan ancak bitiririm herhalde. Beni ilk sayfalardan feci sardı. Şiddetle tavsiye ederim.
Türkiye ne zaman kendini biraz doğrultsa, ya böyle bir kriz ya da bölgede çıkan sıcak çatışma ortamları belimizi bükmeye başlar. Oysa bu kaderi kırmanın yolu iletişimden geçiyor. Hıncal Uluç dünkü yazısında iletişimde kendi ayağına ateş etmenin medya boyutunu çok çarpıcı bir şekilde vurgulamış. Medyamızın rekabetin eline nasıl görüntü verdiğini, yangına nasıl benzin döktüğünü anlatmış.
Avrupa’daki iletişim uzmanı arkadaşlarımız, “Uyuyor musunuz?” diye mesajlar çekiyorlar. Kültür ve Turizm Bakanlığını aradım. Kriz masası kurmuşlar. Masa ne yapıyor belli değil. Daha doğrusu belli. Devekuşu gribine tutulmuş herhalde. Kafa kumun içinde sanki. Haftalık rezervasyon iptali onbinlerle ifade ediliyor. Avrupalı tur operatörleri hükümete her türlü desteği vermeye hazır. Bizim devekuşundan tık yok...
Konuyu içerde eni konu yönetmeyi başarmış olan hükümetin dışarısı için iletişim planını, tabii varsa, hemen devreye sokması ve tüm paydaşlardan destek alarak bir an önce kanamayı durdurması şart. Yoksa yangın sadece turizmin değil tüm sektörlerin bacasını saracak...
Grunig çıktı, çıta yükseldi
Hani ‘Heykelini dikmek gerekir’ derler. Genellikle yürekli ve herkesin pek altından kalkamayacağı işlerin üstesinden gelmiş insanlar için söylenir bu söz. Tribeca İletişim Danışmanlığı şirketinin sahibi Cem İlhan için de iletişim sektöründe heykeli dikilecek bir iş yapmış, dersek abartmış olmayız.
İlhan, halka ilişkiler dünyasının en önemli kitabının Türkçe’ye kazandırılmasını sağlamış. James E. Grunig’in imzasını taşıyan kitabın adı: “Halka ilişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik”. Kitap dediysek, tuğla gibi bir şey. 666 sayfa. Benim diyen iletişimcinin altında kalkmakta zorlanacağı bir kuram kitabı. Okurken kan ter içinde kalınacağı kesim. Dikensiz gül bahçesi var mı ki?.. Bence 13 yıl önce yazılmış olmasına rağmen hâlâ tazeliğini koruyan bu kitap, artık Türkiye’deki iletişim dünyasına da yeni bir çıta koymuştur. Kavramların Türkçe karşılıklarının bulunmasında bazı sorunlar yaşanmış. Olabilir. Bu, kitabı anlamak için bir engel değil. Dileyenler ‘www.questia.com’ adresinden kitabın İngilizcesinin tamamına dijital ortamda ulaşıp karşılaştırabilirler.
Bizce Grunig’i hatmetmeyen birinin “Ben iletişim yönetimini biliyorum” deme hakkı yoktur artık. Eskiden en azından İngilizce bilmeyenlerin bahanesi vardı. Şimdi artık o da yok... Grunig’in bu kitabını okumadan da iletişim üzerine ahkâm kesmek Türkiye’de de artık kolay olmayacak...
Grunig ve ekibi aslında bir araştırmadan yola çıkmışlar. İşini mükemmel yapan halkla ilişkiler ajansları ve iletişimde başarılı kuruluşların iletişim departmanlarını incelemişler. Sonra da bu bulguları başarısız olanlarla karşılaştırmışlar. Kuramlarını bu analizler üzerine kurmuşlar. Tribeca yayının her aşamasını finanse etmiş. Rota yayınları basmış. Cem İlhan 500 tanesini satış için yayınevine vermiş; 1000 tanesini de eşine dostuna, müşterilerine dağıtmak için ayırmış. Bir de İDA’da (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) eğitim alan öğrencilere armağan ediyormuş. İlhan bir de “Bu kitap nasıl okunur?” kursu düzenlese, harika olurdu...
İstanbul’dan Epica geçti
Cuma akşamı Avrupa’nın reklamlarda yaratıcılığı ödüllendiren en büyük organizasyonu Epica’nın 19’uncusunun ödül törenindeydik. Marketing Türkiye dergisinin ev sahipliğindeki tören son derece profesyonelce düzenlenmişti. Salonda 150’si yabancı 350 kişi vardı. Türkiye’den sadece TBWA’in YKM alışveriş torbası ile basılı ürünler dalında ödül aldığı bu yılki yarışmaya 45 ülkeden, 625 ajans 4,987 değişik işle katılmıştı. Toplam 64 ödül dağıtıldı. Başta Büyük Şehir Belediyesi olmak üzere pek çok sponsor ve Marketing Türkiye büyük iş başarmışlar. Hem ödül törenini İstanbul’a üstelik ikinci kez alabilmek; hem de bu organizasyondan yüzünün akıyla çıkmak kolay iş değildir.
Ben Epica’ya reklam filmlerinin dahi yönetmeni Ali Tara nedeniyle aşina olmuştum. 1992 ve 1995’te iki kez (Tokai ve Garanti Bankası ‘Sucu Çocuk’) büyük ödülü almıştı. O zamanlar Türk reklamcıları çok itibar edermiş herhalde Epica’ya. Diğer ülkeler yarışmaya çok daha fazla sayıda ‘iş’ gönderiyorlarmış. Bizimkiler hafif ‘cool takılıyorlarmış’ sanki... Bu kez hem de İstanbul’da olmasına rağmen bizim ajanslardan sadece pek azını görebildim: Art Grup, Clan, FCB, Leo Brunett, Lowe, Man, Meta, Movida Plus, Ogilvy, Rafineri, Saatchi & Saatchi, TBWA, Ultra, Yorum Publicis, ödül alıp almamalarına bakmaksızın, uluslararası tecrübe adına oradaydılar. Onları da kutlamak gerek. Davetiye sayısı sınırlıymış. Ama olsun. Gelen gelmiş işte. Neredeydi öteki onlarca ajans... Kedi ve uzanamadığı ciğer meselesi mi yoksa?
Reçel anneleri
Önce ATV’nin ana haber bülteninde Ozan Pezek’in çalışmasından öğrendim. Sonra ilgililerle görüştüm. İletişim ve ilişki yönetimi açısından son derce amatörce başlayan bir iş halkın ortak duygularıyla buluşunca nasıl ‘patlayabiliyor’... Bundan iyi örnek olmaz.
Aylin Kültür ve Sanat Evi diye bir grup var. Buraya katılan 20 kadar gönüllü ‘anne’ bir gün bir karar veriyorlar. Reçel ve turşu yapma becerilerini bir araya getirip bunları satarak yoksul ailelere yardım edecekler. Bu arada iki tür reçel yapıyorlar: Standartların yanına, üzümlü kivi, potpuri, arabesk, armut, fındıklı nar, çeşni, bademli portakal, sakızlı elma gibi özel reçelleri de koyuyorlar. Öyle her yerde yok bunlardan. Yani bizim dilimizle ‘üründe farklılık’ yaratıyorlar. Bir markaları eksik. Onu da ATV koyuyor: Reçel Anneleri!
Bir anda haftada 500 kilo üretir ve satar, çevrelerindeki ihtiyaç sahibi ailelere destek verir ve 16 çocuğu okutur hale geldikten sonra, konu medyanın dikkatini çekiyor. ATV bu grubun telefon numaralarını yayınlayınca da iş tam anlamıyla ‘patlıyor’. Türkiye’nin dört bir tarafından destek telefonları yağıyor. Meyve bahçelerini açmak isteyenler, reçel ve turşu yapmak isteyenler ve en önemlisi 7-8 YTL’ye satılan ürünleri restoranlarında baş köşeye koymak isteyenler.
Şimdi sıra akıllı bir sponsorda. Bir kuruluş çıkıp “Reçel annelerine” sahip çıktı mı, dünyada almayacağı iletişim ödülü kalmaz. İşte telefon numaraları: 0216 384 7150. Herkesin kazançlı çıkacağı bu işte büyük iletişim fırsatı var. Bizden söylemesi.
İki kitapta devri âlem...
İki kitap geçti elime. İkisini de okumak zahmet istiyor. Ama hayat böyle. Katma değerli işler zordur.
Günümüz iş dünyasında rekabet insana her türlü yolu öğretiyor, denetiyor, uygulatıyor. Kaçış yok! Öyle veya böyle farklılaşmak, öne geçmek, başarılı olmak zorundayız. Aksi halde ‘nerede hata yaptık?’ demekten kendimizi alıkoyamayız. Peki bu duruma düşmemek için ne yapmak gerekiyor? Elbette dünyayı ve örnek olayları takip etmek.
Dünyaca ünlü üç pazarlama danışmanı ile Koç Üniversitesi akademisyenlerinden Lerzan Aksoy bu takip sürecinin bir ayağını sizler için yapmış. En önemli ve en çok kazanç getiren konu olan ‘müşteri sadakati’ni ele almış ve “Loyalty Myths” (Sadakat Mitleri) adında bir kitaba imza atmış. Sadece kitabın yanında gelen bilgi notundan küçük bir paragraf alıntılayacağım. Sanırım ne demek istediğini ve istediğimi anlatacak: “Yeni bir müşteri bulmak, eski müşteriyi elde tutmaktan 5 kat daha fazla masraflıdır; sadık müşteriler gerçekten şirketin reklamını yaparlar mı; uzun vade müşteri, kısa vade müşteriden daha mı önemlidir; mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır gibi efsaneleşmiş fikirlere kesin bir dille hayır!”
İkinci kitap Merkez Kitapçılık’tan. Tuğla gibi, dedikleri türden. Enis Batur’a İclal Aydın’ı sormuşlar. O da “Edip ile muharrir arasında fark vardır” demiş. “Atlıkarıncada bir tur daha”nın yazarı İtalyan gazeteci Tiziano Terzani ikinci türe giriyor. Ama ne muharrir... Ama ne ilginç bir dünya gözlemi... Şöyle bir başladım kitaba. 2 ayda falan ancak bitiririm herhalde. Beni ilk sayfalardan feci sardı. Şiddetle tavsiye ederim.