Devlet eliyle dil ve tarih oluşturmak...
24 ARALIK 2011
Ahmet Hakan kardeşimiz dünkü yazısında (kurumun ismine dikkat) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil, ve Tarih Yüksek Kurumu yönetimine Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan atamalara değinmiş.
Yazısının özünde belirttiklerine hiç itirazım yok… Kurumun adında 8 büyük, ‘kocaman’ kavram var… ‘Atatürk’ kavramı ‘resmi Atatürkçüler’ tarafından, kraliyetin hâlâ korunduğu ülkelerdeki ‘Royal’ kavramına eş değer bir anlamda kullanılır hale getirilmiş.
Ayrıca bu kurumda çalışan herkesin ‘resmi Atatürk ideolojisinden’ yana olma zorunluluğu da bir o kadar demode…
“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” değil mi? O nedenle bakılacak yer Cumhurbaşkanı’nın yasal tercihini kullanarak yaptığı atamalar değil, bu atamaların yaptıkları iş olmalıdır…
Dedim ya, Ahmet’in yaklaşımı son derece tutarlı. Bu tür pozisyonları ve arkalarındaki ideolojik yapıyı eleştiren bazı aydınların bu pozisyonlara geldiklerinde o eleştirileri unutabileceklerine parmak basmış. İyi de yapmış…
Ancak…
Ahmet’in şu cümlesini tartışmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
“Devlet eliyle dil mi oluşturulurmuş? Devlet eliyle tarih mi oluşturulurmuş?”…
Evet... Oluşturulur, oluşturulmalıdır da.
Buraya 16 Nisan tarihinde yazdığımız köşe yazısının bir bölümünü almak pek çok açıklamayı gereksiz kılabilir:
“Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay diyor ki:
‘İlerde gelecek soru şudur: Devletin hâlâ bu tür kurumları taşıması gerekir mi? Türkiye’de devletin kadrolu sanatçısı olur mu? Bunu bütünüyle özel kurumlara ya da topluma terk etsek? Devlet tiyatrolarının yılda 100 milyon TL cari masrafları var özel tiyatrolara da yılda 3 milyon TL veriyorum. Halbuki 50 milyon lira özel tiyatrolara dağıtsam bütün Türkiye tiyatro sahnesi haline gelebilir. Devletin sanata asıl desteği böyle olur. Önümüzdeki dönem bu gündemimizde olacak’
Buyurun buradan yakın…
Cumhurbaşkanlığı Devlet Senfoni orkestrasını da dağıtın. Devlet Opera ve Balesi’ni de… T hesabına vurdunuz mu bunların pasifleri aktiflerinden fazladır… Sağ alt köşedeki rakam negatif verir.
Sonra müzeler var… Onları da artık kapatmakta yarar var. Çünkü pek çok müze, devlet elini çekerse yaşayamaz…
Dönüp dönüp baktığım Almanca bir tarih ansiklopedisi var. Propylaen Dünya Tarihi… On yılda yazılmış ve 1937’de 10 cilt (6200 küsur sayfa) olarak yayınlanmış. Sonra da Nazi’ler imha etmiştir herhalde. Tamamı gotik harflerle basılmış olan ciltlerin 630 sayfalık ikincisinin adı şu: ‘Yunan ve Roma, Hıristiyanlığın Ortaya Çıkışı’…
Bu cildin hemen başında ‘Antik dönemin dünya tarihi açısından önemi’ başlıklı makalesinde Walter Goetz şöyle diyor:
‘Eğer güçlü devletler tarafından sırtlanılmamış ve büyük bir incelikle sınırların ötesine taşınmamış olsalardı, bu ‘kültür değerleri’ varlıklarını sürdürebilirler miydi?.. Aslında vatandaşlarının kültür alanındaki bir yaratısı olan devlet, en ilkel düzeydeki varoluş meselelerini hallettikten sonra, kültürün koruyucu, kollayıcı efendisi ve geliştiricisi haline gelir…’
Keşke tamamını aktarabilsem.. Mükemmel bir makale… ‘Ulusların kültürleri, ancak kurdukları ve yaşattıkları devletlerin güçleri ve yaşama süreleri oranında kalıcı olabiliyorlar’ demeye getiriyor… ‘Kültürleri ancak devletler taşır’ diyor…
Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Devletin temelidir' dediği 'Milli kültür', benim, senin, onun, başkalarının, diğerlerinin duygu ve düşüncelerini, tarihin içinde evrilen kültür ve değerler mirasını kuşatırken, her birinden de kendisini ayrıştırır. Neden ayrıştırır? Milli kültür politikası, bu ayrıştırıcı, üst konumlandırma makamında özel koruma altına alınmadığı takdirde ne olur? Şu olur: ‘Klasik’ ve ‘elit’ olanı koruyamayız. Örneğin geleneksel Türk müziğimizi, geleneksel mimari anlayışımızı veya operayı, baleyi, ‘Türk Beşleri’ni ara sokaklara da, caddelere de, meydanlara da bırakamayız.
Yıllar boyu tartıştığımız, ulusal mı, milli mi olduğuna karar bile veremediğimiz ‘kültürel kimlik tablosu’nun, dolayısıyla Türkiye’nin Kültürel Politikası’nın oluşamamasının nedenleri arandığında, tam da Ahmet Hakan’ın söylediği gibi 12 Eylül yönetiminin de ve elbette önceki hükümetlerin de büyük vebali vardır. Çünkü eğer siyasetler üstü bir milli kültür politikamız olabilseydi ve de işlerlik kazandırılabilseydi, ‘dilimizi’ ve de ‘elitlerimiz’i, özellikle de ‘tarihimizi’ bu işi kotaran pek çok ülkenin yaptığı gibi devlet eliyle koruma altına alabilirdik.
Yazısının özünde belirttiklerine hiç itirazım yok… Kurumun adında 8 büyük, ‘kocaman’ kavram var… ‘Atatürk’ kavramı ‘resmi Atatürkçüler’ tarafından, kraliyetin hâlâ korunduğu ülkelerdeki ‘Royal’ kavramına eş değer bir anlamda kullanılır hale getirilmiş.
Ayrıca bu kurumda çalışan herkesin ‘resmi Atatürk ideolojisinden’ yana olma zorunluluğu da bir o kadar demode…
“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” değil mi? O nedenle bakılacak yer Cumhurbaşkanı’nın yasal tercihini kullanarak yaptığı atamalar değil, bu atamaların yaptıkları iş olmalıdır…
Dedim ya, Ahmet’in yaklaşımı son derece tutarlı. Bu tür pozisyonları ve arkalarındaki ideolojik yapıyı eleştiren bazı aydınların bu pozisyonlara geldiklerinde o eleştirileri unutabileceklerine parmak basmış. İyi de yapmış…
Ancak…
Ahmet’in şu cümlesini tartışmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
“Devlet eliyle dil mi oluşturulurmuş? Devlet eliyle tarih mi oluşturulurmuş?”…
Evet... Oluşturulur, oluşturulmalıdır da.
Buraya 16 Nisan tarihinde yazdığımız köşe yazısının bir bölümünü almak pek çok açıklamayı gereksiz kılabilir:
“Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay diyor ki:
‘İlerde gelecek soru şudur: Devletin hâlâ bu tür kurumları taşıması gerekir mi? Türkiye’de devletin kadrolu sanatçısı olur mu? Bunu bütünüyle özel kurumlara ya da topluma terk etsek? Devlet tiyatrolarının yılda 100 milyon TL cari masrafları var özel tiyatrolara da yılda 3 milyon TL veriyorum. Halbuki 50 milyon lira özel tiyatrolara dağıtsam bütün Türkiye tiyatro sahnesi haline gelebilir. Devletin sanata asıl desteği böyle olur. Önümüzdeki dönem bu gündemimizde olacak’
Buyurun buradan yakın…
Cumhurbaşkanlığı Devlet Senfoni orkestrasını da dağıtın. Devlet Opera ve Balesi’ni de… T hesabına vurdunuz mu bunların pasifleri aktiflerinden fazladır… Sağ alt köşedeki rakam negatif verir.
Sonra müzeler var… Onları da artık kapatmakta yarar var. Çünkü pek çok müze, devlet elini çekerse yaşayamaz…
Dönüp dönüp baktığım Almanca bir tarih ansiklopedisi var. Propylaen Dünya Tarihi… On yılda yazılmış ve 1937’de 10 cilt (6200 küsur sayfa) olarak yayınlanmış. Sonra da Nazi’ler imha etmiştir herhalde. Tamamı gotik harflerle basılmış olan ciltlerin 630 sayfalık ikincisinin adı şu: ‘Yunan ve Roma, Hıristiyanlığın Ortaya Çıkışı’…
Bu cildin hemen başında ‘Antik dönemin dünya tarihi açısından önemi’ başlıklı makalesinde Walter Goetz şöyle diyor:
‘Eğer güçlü devletler tarafından sırtlanılmamış ve büyük bir incelikle sınırların ötesine taşınmamış olsalardı, bu ‘kültür değerleri’ varlıklarını sürdürebilirler miydi?.. Aslında vatandaşlarının kültür alanındaki bir yaratısı olan devlet, en ilkel düzeydeki varoluş meselelerini hallettikten sonra, kültürün koruyucu, kollayıcı efendisi ve geliştiricisi haline gelir…’
Keşke tamamını aktarabilsem.. Mükemmel bir makale… ‘Ulusların kültürleri, ancak kurdukları ve yaşattıkları devletlerin güçleri ve yaşama süreleri oranında kalıcı olabiliyorlar’ demeye getiriyor… ‘Kültürleri ancak devletler taşır’ diyor…
Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Devletin temelidir' dediği 'Milli kültür', benim, senin, onun, başkalarının, diğerlerinin duygu ve düşüncelerini, tarihin içinde evrilen kültür ve değerler mirasını kuşatırken, her birinden de kendisini ayrıştırır. Neden ayrıştırır? Milli kültür politikası, bu ayrıştırıcı, üst konumlandırma makamında özel koruma altına alınmadığı takdirde ne olur? Şu olur: ‘Klasik’ ve ‘elit’ olanı koruyamayız. Örneğin geleneksel Türk müziğimizi, geleneksel mimari anlayışımızı veya operayı, baleyi, ‘Türk Beşleri’ni ara sokaklara da, caddelere de, meydanlara da bırakamayız.
Yıllar boyu tartıştığımız, ulusal mı, milli mi olduğuna karar bile veremediğimiz ‘kültürel kimlik tablosu’nun, dolayısıyla Türkiye’nin Kültürel Politikası’nın oluşamamasının nedenleri arandığında, tam da Ahmet Hakan’ın söylediği gibi 12 Eylül yönetiminin de ve elbette önceki hükümetlerin de büyük vebali vardır. Çünkü eğer siyasetler üstü bir milli kültür politikamız olabilseydi ve de işlerlik kazandırılabilseydi, ‘dilimizi’ ve de ‘elitlerimiz’i, özellikle de ‘tarihimizi’ bu işi kotaran pek çok ülkenin yaptığı gibi devlet eliyle koruma altına alabilirdik.