Dilini kaybeden millet her şeyini kaybeder…
17 Ağustos 2017 - Yeni Şafak
Başbakan Binali Yıldırım, Ankara’da Türkçe Yaz Okulu Kapanış Programı’nda çok önemli bir üst yapı meselesinin altını çizmiş ve demiş ki:
“Dilini kaybeden bir millet, hafızasını kaybeder, benliğini kaybeder, hatta inancını kaybeder. Ne yazık ki sosyal medya dili, gençlerimiz arasında geçerli bir yazı, iletişim diline dönüşüyor. Anlamsız kısaltmalar, aralarına serpiştirilen yabancı kelimeler, bozuk cümleler giderek sıradan hale geliyor. Dilimizi kısırlaştıran, nesiller arasındaki iletişimi yok eden, Türkçe’den ziyade nevzuhur bir kuş dilini andıran bu çürümeye artık ‘dur’ deme zamanı gelmiştir. Milli bir seferberlik ruhu ile çalışarak sözün, dilin taşıyıcısı olan kelimeleri, kavramları en iyi şekilde anlatmalıyız.”
Bir iki kendisini bilmez, sınırsız sorumsuz evrenselci özgürlüklerden yana olanlar hariç, kim bu tespitin altına imzasını atmaz…
Aynı konu hem III. Millî Kültür Şurasında hem de yeni Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un fikir ve sanat insanlarıyla bir araya geldiği toplantıda dile getirilmiş.
Gerçekten de sadece sosyal medyada değil, neredeyse tüm analog medyada da Türkçe katledilmektedir. Teoman Duralı hocanın dediği gibi “Türkçemize çok sayıda yabancı kelime pasaportsuz girebilmektedir!”
Sadece sözcükler mi… İfade kalıpları da duhul etmektedir. “Ne - Ne” kullanımı mesela… Bu kalıpta yüklemin olumlu bitmesi gerekir. Mesela, “Ne okula, ne de sinemaya gittim” denir… “Ne okula ne de sinemaya gitmedim” olmaz elbette…
Öte yandan cümlenin çok uzadığı, yüklemin özneden çok uzaklara gittiği durumlarda da ifade anlaşılamayabileceği için; bir çıkış noktası olarak yüklem ilk ‘Ne’den hemen sonra olumlu olarak en başa çekilir ve yine olumlu bırakılır. “Ne sinemaya gittim, ne de tiyatroya, konsere, ya da maça” gibi…
Bakın uygulamaya, çok şaşıracaksınız…
Bir de İngilizceden kopyala-yapıştır şeklinde alınmış olan “future continuous” kalıbı var. “Geliyor olacağım, yapıyor olacağım, konuşuyor olacağım”…
Duyunca tüylerim diken diken oluyor. Türkçede yok böyle bir zaman. Biz kısaca ‘geleceğim’ deriz…
Yalan yanlış kullanılan ve biraz daha önlem alınmazsa ‘galatı meşhur’ haline gelip, ‘otoban’ gibi ya da pek çok İngilizce bilişim kavramı gibi dilimize oturup yerleşiverecekler…
Fransızlar, kendi dillerine tecavüz olarak algıladıkları İngilizce kelime ve kalıpları temizlemek için büyük çaba harcadılar (“weekend” hâlâ duruyor galiba), kısmen de başarılı oldular.
Bu bağlamda gerek Sayın Başbakan’ın gerekse Kültür ve Turizm Bakanı’nın ‘millî kültürel bağımsızlık’ bağlamında ifade ettikleri söylem ve tespitler son derece önemlidir. Ancak…
Ancak söylem ve tespitler ‘Ne yapmalı’yı anlatır… Onun arkasından ‘Nasıl yapmalı’nın yanıtı bulunmalıdır. Sadece ’Ne yapmalılar’ birer hüsnü kuruntu, temenni, iyi niyetli dileklerden öte gidemez…
Millî Kültür Şurası sonuçları (ki mükemmel bir kitapta toplanıp yayınlanmış) ile ilgili olarak 180 günlük bir eylem planının hazırlandığını duyduk. Çok iyi bir yol izi… Ancak tekrar belirtelim: Gerek Sayın Başbakan’ın ifade ettiği “Millî bir seferberlik ruhu” gerekse de Sayın Kurtulmuş’un sözünü ettiği “milli kültür bağımsızlığı” hususu, aynen Enerji Bakanlığı’nın 1,5 yıllık ön çalışma sonrası bu yılın Nisan ayından anons ettiği ve harfiyen uygulanmasını takip ettiği Millî Enerji ve Maden Politikası Modeli benzerinde bir modellemeyle yönetilmezse; hüsnü kuruntu, temenni, iyi niyetli dileklerden geriye başka bir şey kalmaz…
“Dilini kaybeden bir millet, hafızasını kaybeder, benliğini kaybeder, hatta inancını kaybeder. Ne yazık ki sosyal medya dili, gençlerimiz arasında geçerli bir yazı, iletişim diline dönüşüyor. Anlamsız kısaltmalar, aralarına serpiştirilen yabancı kelimeler, bozuk cümleler giderek sıradan hale geliyor. Dilimizi kısırlaştıran, nesiller arasındaki iletişimi yok eden, Türkçe’den ziyade nevzuhur bir kuş dilini andıran bu çürümeye artık ‘dur’ deme zamanı gelmiştir. Milli bir seferberlik ruhu ile çalışarak sözün, dilin taşıyıcısı olan kelimeleri, kavramları en iyi şekilde anlatmalıyız.”
Bir iki kendisini bilmez, sınırsız sorumsuz evrenselci özgürlüklerden yana olanlar hariç, kim bu tespitin altına imzasını atmaz…
Aynı konu hem III. Millî Kültür Şurasında hem de yeni Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un fikir ve sanat insanlarıyla bir araya geldiği toplantıda dile getirilmiş.
Gerçekten de sadece sosyal medyada değil, neredeyse tüm analog medyada da Türkçe katledilmektedir. Teoman Duralı hocanın dediği gibi “Türkçemize çok sayıda yabancı kelime pasaportsuz girebilmektedir!”
Sadece sözcükler mi… İfade kalıpları da duhul etmektedir. “Ne - Ne” kullanımı mesela… Bu kalıpta yüklemin olumlu bitmesi gerekir. Mesela, “Ne okula, ne de sinemaya gittim” denir… “Ne okula ne de sinemaya gitmedim” olmaz elbette…
Öte yandan cümlenin çok uzadığı, yüklemin özneden çok uzaklara gittiği durumlarda da ifade anlaşılamayabileceği için; bir çıkış noktası olarak yüklem ilk ‘Ne’den hemen sonra olumlu olarak en başa çekilir ve yine olumlu bırakılır. “Ne sinemaya gittim, ne de tiyatroya, konsere, ya da maça” gibi…
Bakın uygulamaya, çok şaşıracaksınız…
Bir de İngilizceden kopyala-yapıştır şeklinde alınmış olan “future continuous” kalıbı var. “Geliyor olacağım, yapıyor olacağım, konuşuyor olacağım”…
Duyunca tüylerim diken diken oluyor. Türkçede yok böyle bir zaman. Biz kısaca ‘geleceğim’ deriz…
Yalan yanlış kullanılan ve biraz daha önlem alınmazsa ‘galatı meşhur’ haline gelip, ‘otoban’ gibi ya da pek çok İngilizce bilişim kavramı gibi dilimize oturup yerleşiverecekler…
Fransızlar, kendi dillerine tecavüz olarak algıladıkları İngilizce kelime ve kalıpları temizlemek için büyük çaba harcadılar (“weekend” hâlâ duruyor galiba), kısmen de başarılı oldular.
Bu bağlamda gerek Sayın Başbakan’ın gerekse Kültür ve Turizm Bakanı’nın ‘millî kültürel bağımsızlık’ bağlamında ifade ettikleri söylem ve tespitler son derece önemlidir. Ancak…
Ancak söylem ve tespitler ‘Ne yapmalı’yı anlatır… Onun arkasından ‘Nasıl yapmalı’nın yanıtı bulunmalıdır. Sadece ’Ne yapmalılar’ birer hüsnü kuruntu, temenni, iyi niyetli dileklerden öte gidemez…
Millî Kültür Şurası sonuçları (ki mükemmel bir kitapta toplanıp yayınlanmış) ile ilgili olarak 180 günlük bir eylem planının hazırlandığını duyduk. Çok iyi bir yol izi… Ancak tekrar belirtelim: Gerek Sayın Başbakan’ın ifade ettiği “Millî bir seferberlik ruhu” gerekse de Sayın Kurtulmuş’un sözünü ettiği “milli kültür bağımsızlığı” hususu, aynen Enerji Bakanlığı’nın 1,5 yıllık ön çalışma sonrası bu yılın Nisan ayından anons ettiği ve harfiyen uygulanmasını takip ettiği Millî Enerji ve Maden Politikası Modeli benzerinde bir modellemeyle yönetilmezse; hüsnü kuruntu, temenni, iyi niyetli dileklerden geriye başka bir şey kalmaz…