Dizilerde ‘kabul’ ve ‘red’ terazisi...
07 MART 2012
Suskunlar’ı Cumartesi akşamı ‘tekrar yayın’da izledik. Halkın algılama sistematiğinden bir nebze anlıyorsam, bu dizi çok iş yapar. Barry Levinson’un ünlü filmi Sleepers’ten esinlenilmiş. Hollywood’ta zaten topu topu 16 senaryo var, derler. Shakespeare’den bugüne ulaşan temalardan... Evire çevire onları çekerlermiş.
Türkiye için konu bana riskli gelirdi aslında. Ancak dizi en az film kadar iyi. Hem konu çok sağlam, hem senaryo, hem oyuncu seçimleri, hem de reklam titizliğini her sahneye yansıtan Umur Turagay’ın dünya standartlarındaki rejisi… “Her acı manevi bir yara açar, bireyin dünyayla ilişkisine bir saldırıdır.”
David le Breton’un ‘Acının Antropolojisi’ adlı kitabındaki bu cümleye hak verdiğiniz zaman, ‘geleceğin ‘bireyleri’ olan çocukların büyürken yaşadıkları akıllara ziyan olayların, dolayısıyla anıların, kimlerin dünyalarına nasıl bir saldırı niteliği taşıyacağını hayal etmek zor değil.
‘Suskunlar’ engin bir ‘duygu seli’nin yatağını oluşturmuş görünüyor. ’Kimse bana kazak örmedi” ... Bu ve çoğaltabileceğimiz benzer, sıradanmış gibi görünen ama olay örgüsü içinde fazlasıyla ‘anlamlı’ cümleleri birbirine ekleyip, zemine de pek çok anlamda ‘yoksulluğun’ çaresizliğini ve elbette büyük talihsizlikleri döşediğinizde karşınıza çıkan tablo sizi isteseniz de istemeseniz de ele geçirir. Vicdan, en az aşk kadar evrensel bir temadır çünkü. Hele ki, çocuklarımız söz konusu olduğunda...
Dizi, özellikle, birinin yaptığı kötülüğü, yapanın yanına kâr bırakmak istemeyen, adalet duygusu gelişmiş insanların vicdanlarına dokundukça, ‘intikam’ duygusunu daha belirgin olarak gözler önüne seriyor ve seyirciyi ‘Ah, yapma!’ dedirten bir özdeşleşmenin çemberine alıveriyor. Özdeşleşmeyi sağlarken ‘kabul ve red’ duygusunu aynı anda yaşatabilen tüm diziler gibi ‘Suskunlar’ın da yolu açık olacaktır. Bütün mesele, senaryo ve oyunculukta gözlemlenebilecek biçimde ‘bu kadarı da fazla’ dedirtme ihtimalini her zaman içinde barındıran ‘kabul’ ve ‘red’ terazisindeki ayarı koruyabilmekte...
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”, bu güne kadar, zaman zaman dozu aşsa da, vicdana ayarlı bu damarı gayet iyi değerlendirdi. Ancak her konuda olduğu gibi ‘doğallık’ yerini ‘ısrar’a bıraktığında, ‘kabul’ ve ‘red’ terazisinin dengesi bozuldukça, sahicilik duygusunun sürekliliği kesintiye uğrayabiliyor.
‘Suskunlar’ın kaderi mi desek, yoksa garip bir rastlantı mı kestirmek zor… Başladığı günlerde Pozantı Çocuk ve Gençlik Cezaevi’ndeki taciz, tecavüz ve işkence iddiaları ile Bakanlığın olaya el koyarak 8 görevliye işten eş çektirmesiyle aynı günlere denk gelmesi, dizinin dramatik boyutunu daha da artırıyor. Dün de cezaevindeki 218 çocuğun Ankara’ya nakillerinin başladığı haberini aldık. Kamuoyu, sürekli devrede olan vicdanı ile ‘Pozantılı çocukları’ yakından takip ederken, ‘Suskunlar’ dizisini izlerken hakikate yaklaştığımız duygusuna kapılmamız doğal...
Cruz Serra ille Türkiye’de
Hastası olduğum film yıldızlarından ikisi İspanyol’dur. Biri Paz Vega. Diğeri Penelope Cruz… Cruz’u hangi filmde görsem aklıma Elegy gelir. Ne filmdi ama… Hele de müzikleri… Yaşlı entelektüelle genç kadın aşkı mı beni çok etkiledi dersiniz? Bilmem ki… Vicky Cristina Barcelona’da ya da Volver’de de çok iyiydi. Ancak Elegy’de bambaşka bir Cruz vardı…
Dün basın toplantısında gösterilen, Seranit’in yeni markası Serra’nın reklam filminde de bambaşka bir Penelope vardı… Hem candan, hem çekici, hem derinlikli… Mükemmel gibi… Zaten Serra’nın pack shot’ı da bu tespitlere yakın: “Mükemmellik. Şimdi…”
Basın toplantısı sonrası Serra ürünlerinin yer aldığı sergiyi gezdim. Bir dünya markası yaratma yolunda dev adımlarla ilerleyen Seranit Yapı Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Altunalan’ın“Tasarım hırsızlığına son vermeliyiz, ARGE’ya yatırım yapmalıyız” diye başlayan konuşmasından etkilenmemek mümkün değildi. Hem teknolojik olarak hem de iki İspanyol, bir İtalyan tasarım ofisi ve Türkiye’den de Bahar Korçan ve Emine Gönüllü ile çalışan Grup, Türk seramik sektörünü dünya liderliğine taşımaya kararlı… Levent Erdem’in liderliğindeki Klan Euro RSCG reklam ajansının Madrid’de çektiği reklam filminin set röportajında Cruz İstanbul’a gelmek istediğini içtenlikle dile getirdi… Umarım en kısa zamanda bu dileği gerçekleşir. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim.
Türkiye için konu bana riskli gelirdi aslında. Ancak dizi en az film kadar iyi. Hem konu çok sağlam, hem senaryo, hem oyuncu seçimleri, hem de reklam titizliğini her sahneye yansıtan Umur Turagay’ın dünya standartlarındaki rejisi… “Her acı manevi bir yara açar, bireyin dünyayla ilişkisine bir saldırıdır.”
David le Breton’un ‘Acının Antropolojisi’ adlı kitabındaki bu cümleye hak verdiğiniz zaman, ‘geleceğin ‘bireyleri’ olan çocukların büyürken yaşadıkları akıllara ziyan olayların, dolayısıyla anıların, kimlerin dünyalarına nasıl bir saldırı niteliği taşıyacağını hayal etmek zor değil.
‘Suskunlar’ engin bir ‘duygu seli’nin yatağını oluşturmuş görünüyor. ’Kimse bana kazak örmedi” ... Bu ve çoğaltabileceğimiz benzer, sıradanmış gibi görünen ama olay örgüsü içinde fazlasıyla ‘anlamlı’ cümleleri birbirine ekleyip, zemine de pek çok anlamda ‘yoksulluğun’ çaresizliğini ve elbette büyük talihsizlikleri döşediğinizde karşınıza çıkan tablo sizi isteseniz de istemeseniz de ele geçirir. Vicdan, en az aşk kadar evrensel bir temadır çünkü. Hele ki, çocuklarımız söz konusu olduğunda...
Dizi, özellikle, birinin yaptığı kötülüğü, yapanın yanına kâr bırakmak istemeyen, adalet duygusu gelişmiş insanların vicdanlarına dokundukça, ‘intikam’ duygusunu daha belirgin olarak gözler önüne seriyor ve seyirciyi ‘Ah, yapma!’ dedirten bir özdeşleşmenin çemberine alıveriyor. Özdeşleşmeyi sağlarken ‘kabul ve red’ duygusunu aynı anda yaşatabilen tüm diziler gibi ‘Suskunlar’ın da yolu açık olacaktır. Bütün mesele, senaryo ve oyunculukta gözlemlenebilecek biçimde ‘bu kadarı da fazla’ dedirtme ihtimalini her zaman içinde barındıran ‘kabul’ ve ‘red’ terazisindeki ayarı koruyabilmekte...
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”, bu güne kadar, zaman zaman dozu aşsa da, vicdana ayarlı bu damarı gayet iyi değerlendirdi. Ancak her konuda olduğu gibi ‘doğallık’ yerini ‘ısrar’a bıraktığında, ‘kabul’ ve ‘red’ terazisinin dengesi bozuldukça, sahicilik duygusunun sürekliliği kesintiye uğrayabiliyor.
‘Suskunlar’ın kaderi mi desek, yoksa garip bir rastlantı mı kestirmek zor… Başladığı günlerde Pozantı Çocuk ve Gençlik Cezaevi’ndeki taciz, tecavüz ve işkence iddiaları ile Bakanlığın olaya el koyarak 8 görevliye işten eş çektirmesiyle aynı günlere denk gelmesi, dizinin dramatik boyutunu daha da artırıyor. Dün de cezaevindeki 218 çocuğun Ankara’ya nakillerinin başladığı haberini aldık. Kamuoyu, sürekli devrede olan vicdanı ile ‘Pozantılı çocukları’ yakından takip ederken, ‘Suskunlar’ dizisini izlerken hakikate yaklaştığımız duygusuna kapılmamız doğal...
Cruz Serra ille Türkiye’de
Hastası olduğum film yıldızlarından ikisi İspanyol’dur. Biri Paz Vega. Diğeri Penelope Cruz… Cruz’u hangi filmde görsem aklıma Elegy gelir. Ne filmdi ama… Hele de müzikleri… Yaşlı entelektüelle genç kadın aşkı mı beni çok etkiledi dersiniz? Bilmem ki… Vicky Cristina Barcelona’da ya da Volver’de de çok iyiydi. Ancak Elegy’de bambaşka bir Cruz vardı…
Dün basın toplantısında gösterilen, Seranit’in yeni markası Serra’nın reklam filminde de bambaşka bir Penelope vardı… Hem candan, hem çekici, hem derinlikli… Mükemmel gibi… Zaten Serra’nın pack shot’ı da bu tespitlere yakın: “Mükemmellik. Şimdi…”
Basın toplantısı sonrası Serra ürünlerinin yer aldığı sergiyi gezdim. Bir dünya markası yaratma yolunda dev adımlarla ilerleyen Seranit Yapı Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Altunalan’ın“Tasarım hırsızlığına son vermeliyiz, ARGE’ya yatırım yapmalıyız” diye başlayan konuşmasından etkilenmemek mümkün değildi. Hem teknolojik olarak hem de iki İspanyol, bir İtalyan tasarım ofisi ve Türkiye’den de Bahar Korçan ve Emine Gönüllü ile çalışan Grup, Türk seramik sektörünü dünya liderliğine taşımaya kararlı… Levent Erdem’in liderliğindeki Klan Euro RSCG reklam ajansının Madrid’de çektiği reklam filminin set röportajında Cruz İstanbul’a gelmek istediğini içtenlikle dile getirdi… Umarım en kısa zamanda bu dileği gerçekleşir. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim.