Doğru için ille de yanlışları yazacak değiliz ya…
09 ARALIK 2011
Olumsuz örneklerden yola çıkarak genelleme yapıp akıl yürütmeler okur nezdinde her ne hikmetse daha çok teveccüh görüyor.
“Şahnaz Çakıralp Hanım kendi ayağına kurşun sıkıyor. Bu kadar çok konuşulmaz” desek mesela.
Ya da “Hanımefendinin boşanmakta olduğu eşi profesör beyefendi müptezel bir halde kendini savunmak adına serseri kurşun gibi konuşma trafiğini gereksiz hızlandırıyor” diye yazıya girsek...
Ya da “Şu Vodafone’un reklam filmi amma yanlış; orada çekmezmiş, burada çekmezmiş diye olumsuzdan lafa girip ima yoluyla Türk milletine bir şey anlatmak imkânsız. Dile getirmese bile bizim millet söyleneni sahiciymiş gibi algılıyor. Yani oradaki dalga geçme üslubunu anlamaz, Vodafone orada burada çekmiyor zanneder” desek.
İlgi çekmez miyiz?..
***
Ya da desek ki: “Terör aracı sarı hafriyat kamyonları Hasdal-Kemerburgaz-Göktürk yolunu perişan ediyor. Eyüp Belediye Başkanı uyuyor mu?”
Veya örneğin: “Her ne kadar özgürce seçime bırakılsa da, 22 Kasım’da İnternete getirilecek filtre sistemi büyük sansür, insanlık adına kıyımdır, diye serzenişte bulunan İnternet erbabı neden sustu? Oysa uygulamacılar ortada konuşuyor. 50 bin kişi başvurmuş. Siz neredesiniz beyler? Haydi, fırçaya devam edelim.”
Daha da güzeli, şu girişe ne dersiniz: “Hastaneler hastaları hasta olarak değil müşteri olarak görüyorlar diye eleştirirdik. Oysa müşteri olarak da görmüyorlarmış. Daha çok bir zamanlar reklam ve PR ajanslarının yaptığı gibi ‘account’ (hesap) olarak görme reflekslerini geliştirmişler. Tabii üç beş hastane ve 15-20 doktor hariç. Bundan kurtuluş ve farklılık yaratma hastaya hasta gibi bakıp bütünsel hizmet sunmaktan geçer.”
***
Oysa bugün ben iki olumlu örnekten yola çıkıp ukalalık etmeyi, racon kesmeyi, ‘köşe kadılığı’ yapmayı tercih edeceğim.
Bir tek Ahmet Hakan değindi. Çoğunluk, seyirci gibi heyecanla izliyor. Başbakan ve çevresi ameliyat öncesinin, sırasının ve sonrasının iletişimini mükemmel yönetiyorlar. Birinci elden, yerinde ve belli aralıklarla bilgilendirme, ziyaretçi yasağı, Joe Biden ziyareti, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın aldığı sağlam pozisyon, yaptığı açıklamalar, Başbakanın yattığı yerden en ufak bir eksilme olmaksızın otoritesini Parti, Meclis ve Hükümet üzerinde sürdürmeyi başarması… İletişimde bundan iyisi Şam’da kayısı…
***
Kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarında ilk kez bizim Algılama Yönetimi kitabında bir bütün olarak sözünü ettiğimiz 3 C kuralını tutturmak çok zordur. Hatırlayalım: Creativity, Consistency, Continuity... Yani, Yaratıcılık, Tutarlılık, Süreklilik…
Bunların üçünden biri eksik olursa iş bozuluyor. Algı düşüyor. Bu tür kampanyalar en çok nerede takılıyor biliyor musunuz? Süreklilikte… Bir heves başlıyorlar. Sonra ya sıkılıp ya da tasarruftan bir kenara koyup unutuyorlar.
***
İşte mükemmel bir örnek: Boğaziçi Üniversitesi, Türk Telekom işbirliğiyle yapılan projenin tanıtım filmini televizyonlarda izlemişsinizdir. Nasıl? Ben bayıldım. Çevremde etkilenmeyene rastlamadım. Yaratıcılık ve Tutarlılık 10 üzerinden 10. Adı “Telefon Kütüphanesi”.
Tanıtım filmi, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanının nefis bir sinema ya da dizi film uyarlaması ile başlıyor. Bir reklam filmi bu kadar mı profesyonelce hazırlanır? Gerçekle hayalin iç içeliği bu kadar mı güzel gösterilir? Raskolnikov’un içinde bulunduğu bir sahneden alınan bölüm sanki yeni başlayacak bir dizinin anonsu gibi. Oysa konu edebiyat klasiklerinin görme engelliler için yapılan ses kayıtlarının ücretsiz telefon hattı üzerinden kullanıcılara sunulması.
Benzersiz bir örnek... Ben de mi dinlemeye talip olsam acaba diye aklımdan geçirmedim desem yalan olur. Anck bir şifre alınıyormuş. Aranacak numara şu: 0800 219 91 91.
2 C tamam. İş üçüncü C’de. Hani Türkiye’de yürümeyen üçüncü C. Haydi Türk Telekom, utandır beni. Türkiye’ye değer.
“Şahnaz Çakıralp Hanım kendi ayağına kurşun sıkıyor. Bu kadar çok konuşulmaz” desek mesela.
Ya da “Hanımefendinin boşanmakta olduğu eşi profesör beyefendi müptezel bir halde kendini savunmak adına serseri kurşun gibi konuşma trafiğini gereksiz hızlandırıyor” diye yazıya girsek...
Ya da “Şu Vodafone’un reklam filmi amma yanlış; orada çekmezmiş, burada çekmezmiş diye olumsuzdan lafa girip ima yoluyla Türk milletine bir şey anlatmak imkânsız. Dile getirmese bile bizim millet söyleneni sahiciymiş gibi algılıyor. Yani oradaki dalga geçme üslubunu anlamaz, Vodafone orada burada çekmiyor zanneder” desek.
İlgi çekmez miyiz?..
***
Ya da desek ki: “Terör aracı sarı hafriyat kamyonları Hasdal-Kemerburgaz-Göktürk yolunu perişan ediyor. Eyüp Belediye Başkanı uyuyor mu?”
Veya örneğin: “Her ne kadar özgürce seçime bırakılsa da, 22 Kasım’da İnternete getirilecek filtre sistemi büyük sansür, insanlık adına kıyımdır, diye serzenişte bulunan İnternet erbabı neden sustu? Oysa uygulamacılar ortada konuşuyor. 50 bin kişi başvurmuş. Siz neredesiniz beyler? Haydi, fırçaya devam edelim.”
Daha da güzeli, şu girişe ne dersiniz: “Hastaneler hastaları hasta olarak değil müşteri olarak görüyorlar diye eleştirirdik. Oysa müşteri olarak da görmüyorlarmış. Daha çok bir zamanlar reklam ve PR ajanslarının yaptığı gibi ‘account’ (hesap) olarak görme reflekslerini geliştirmişler. Tabii üç beş hastane ve 15-20 doktor hariç. Bundan kurtuluş ve farklılık yaratma hastaya hasta gibi bakıp bütünsel hizmet sunmaktan geçer.”
***
Oysa bugün ben iki olumlu örnekten yola çıkıp ukalalık etmeyi, racon kesmeyi, ‘köşe kadılığı’ yapmayı tercih edeceğim.
Bir tek Ahmet Hakan değindi. Çoğunluk, seyirci gibi heyecanla izliyor. Başbakan ve çevresi ameliyat öncesinin, sırasının ve sonrasının iletişimini mükemmel yönetiyorlar. Birinci elden, yerinde ve belli aralıklarla bilgilendirme, ziyaretçi yasağı, Joe Biden ziyareti, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın aldığı sağlam pozisyon, yaptığı açıklamalar, Başbakanın yattığı yerden en ufak bir eksilme olmaksızın otoritesini Parti, Meclis ve Hükümet üzerinde sürdürmeyi başarması… İletişimde bundan iyisi Şam’da kayısı…
***
Kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarında ilk kez bizim Algılama Yönetimi kitabında bir bütün olarak sözünü ettiğimiz 3 C kuralını tutturmak çok zordur. Hatırlayalım: Creativity, Consistency, Continuity... Yani, Yaratıcılık, Tutarlılık, Süreklilik…
Bunların üçünden biri eksik olursa iş bozuluyor. Algı düşüyor. Bu tür kampanyalar en çok nerede takılıyor biliyor musunuz? Süreklilikte… Bir heves başlıyorlar. Sonra ya sıkılıp ya da tasarruftan bir kenara koyup unutuyorlar.
***
İşte mükemmel bir örnek: Boğaziçi Üniversitesi, Türk Telekom işbirliğiyle yapılan projenin tanıtım filmini televizyonlarda izlemişsinizdir. Nasıl? Ben bayıldım. Çevremde etkilenmeyene rastlamadım. Yaratıcılık ve Tutarlılık 10 üzerinden 10. Adı “Telefon Kütüphanesi”.
Tanıtım filmi, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanının nefis bir sinema ya da dizi film uyarlaması ile başlıyor. Bir reklam filmi bu kadar mı profesyonelce hazırlanır? Gerçekle hayalin iç içeliği bu kadar mı güzel gösterilir? Raskolnikov’un içinde bulunduğu bir sahneden alınan bölüm sanki yeni başlayacak bir dizinin anonsu gibi. Oysa konu edebiyat klasiklerinin görme engelliler için yapılan ses kayıtlarının ücretsiz telefon hattı üzerinden kullanıcılara sunulması.
Benzersiz bir örnek... Ben de mi dinlemeye talip olsam acaba diye aklımdan geçirmedim desem yalan olur. Anck bir şifre alınıyormuş. Aranacak numara şu: 0800 219 91 91.
2 C tamam. İş üçüncü C’de. Hani Türkiye’de yürümeyen üçüncü C. Haydi Türk Telekom, utandır beni. Türkiye’ye değer.