Doğa ve insan aklının keyifle buluşması...
26 Ocak 2009 Akşam Gazetesi
Şaraptan pek anlamam... Anlarım da, adam gibi anlamadığım için birileri çıkıp haddimi bildirmesinler diye, biraz da korunma güdüsüyle böyle demek işime gelir... Gençliğimde Güzel Marmara ve Hasandede ile başlayan şarap serüvenim Villa Doluca ile devam etmişti. Üniversite yıllarında 'havalı' şarap ısmarlamak istediğimizde Villa Doluca'dan şaşmazdık... Yazlarını Bozcaada'da geçiren biri olarak Çanakkale çevresinden ve tek bağdan, tek üzümden (monosepaj) büyük özenle imal edilen Sarafin'le tanışmam, adaya ziyarete gelen sevgili dostum Tuğrul Kudatgobilik'in (TİSK ve MESS Başkanı) hediye olarak getirdiği birkaç şişe sayesinde olmuştu... O tarihten sonra işi hiç şansa bırakmadım ve arada sırada bir iki kadehle yemeğe eşlik adına ısmarlamam gerektiğinde Sarafin beni hiç yanıltmadı...
Sarafin'i, Karma'yı, DLC'yi ve daha pek çok markayı bünyesinde barındıran Doluca şimdi de Signium'u çıkarmış. Hem de bir ton emek, bilgi ve de duygu kattıkları bir süreçle... Masamıza geldiğinde o kadehin arkasında neler olduğunu bilmeyiz pek. Ahmet Kutman'ın kaleminden çıktığı belirtilen bir metinden o muhteşem süreci okuduğumda bu işin neden Türkiye'de ancak belli bir kültürel birikimle gelişebildiğini anladım... Şöyle anlatmış Ahmet Bey: 'Signium adı altında, üretildiği yılın en kişilikli, en ilginç ve aynı zamanda da en keyif verici ürününü hazırlamayı hayal ettik. Gerçek şarap severler için, şarap ile yemeğin ayrılmaz bir bütün olduğunu düşünerek, yemek boyunca değişecek, gelişecek, kişiye verdiği mutluluk giderek artacak bir ürün yaratmayı arzuladık. Elegans, kompleksite ve harmoni, bu şarap için düşlediğimiz başlıca sıfatlar oldu.' Aslında devamını okumasanız da olur... Ama bence yine de okumakta yarar var... 'Bunların dışında, çok önem verdiğimiz bir ilkemiz daha vardı. Kendi terruarlarımızı yansıtan, kendine özgü bir kişiliği olan bir şarap yaratmalıydık...
...Dünyanın en iyi iki şarabını dahi bulup kupajladığımızda, o şarapların kendine özgü karakterlerinin, yapımcılarının onlara verdiği dengenin, kaybolacağının bilinci içindeydik. Aynı zamanda zengin ve kompleks bir şarap da istiyor, hayal gücümüzü çok fazla sınırlamak istemiyorduk.
Sonuçta fazla kuralcı davranmamaya, bölgesel bir sınırlama içine girmemeye karar verdik. Fakat (ekipteki) herkes kişisel çalışmalarına devam etti. Müşterek tadımlarda, hazırlanan örnekleri, karşılıklı olarak, defalarca yorumladık ve eleştirdik, fakat birbirimizin stillerine müdahale etmedik. 2007'nin Mayıs ayında nihai bir oylama yaparak, en beğendiğimiz örneği seçtik. Ortaya büyük ölçüde, Şarköy ve Saroz bölgelerinde, kendi bağlarımızda yetişen, Şiraz ve Merlot üzümlerden oluşan, bir kupaj çıkmıştı... Denizli'nin Güney bölgesinden gelen bir miktar Şiraz üzümü de bu harmana girmişti. Kullanılan bütün şaraplar, daha fermantasyon aşamasında, 'potansiyel premium' olarak teşhis edilerek, meşe bariklere çekilmiş şaraplardı. Ancak, Signium 2006'nın kendine özgü kişiliği, oranı %10 kadar dahi olsa, daha imalat aşamasında seçilerek, özel ufak tanklarda fermente ettirilen ve akabinde, bariklerde, tortusunun üzerinde bekleyen Boğazkere'nin ilavesiyle kendini buluyordu.
O yıl, eylül ayının ikinci yarısı biraz yağmurlu geçmiş, üzümlerin istenilen olgunluğa ulaşmasında bazı güçlükler yaşanmıştı. Özellikle Cabernet Sauvignon türü şaraplar, bu bağlamda biraz agresif bir yapı sergilemekte idiler. Bu yapı, varyetal bir Cabernet Sauvignon ürününde zamanla hoşa gidecek bir dengeye dönüşebilirdi, ama Signium gibi, her anlamda homojen ve bütünüyle dolgun olmasını arzu ettiğimiz bir şarapta, bazı sert köşeler, sivri uçlar meydana getirebilirdi. Sonuçta, her biri üniform olgunluktaki bağlardan elde edilen şaraplar, bu kupajımızda yer bulabildiler. Nihai ürünün alkol oranı da %14,1 oldu.
Artık tasarladığımız ürünün ana hatları belli olmuş, iş ince ayara kalmıştı. Kupaj yapıldıktan sonra, daha ne süreyle ve hangi tür bariklerde (225 litrelik meşe fıçı) eskiyeceği, büyük önem taşıyordu. Bir takım ön çalışmalardan sonra, Fransız meşesinden yapılan Demtos ve Tarransoit bariklerinin amacımıza en uygun olduğuna karar verdik, şarabımızı bunlara doldurarak izlemeye başladık.
Artık iki haftada bir bariklerdeki şarabı tadıyor ve heyecanla gelişmesini takip ediyorduk. Meşenin vereceği kompleksitenin, şarabın gerçekten güçlü meyvemsi zenginliğini örtmemesi gerekiyordu. Nitekim birkaç ay sonra, meşe katkısını yeterli bularak, şarabı daha eski bariklere aktarmamız gerekti. Kış ayları bu şekilde geçti ve 2008 yılı şubat ayında şişelenerek yeraltı kavımızda dinlendirmeye alındı.
Üzerinden sekiz ay gibi bir süre daha geçtiğinde, hayalimizdeki Signium, her anlamda karşımızda belirmişti. Zengin meyve lezzetlerinin yarattığı keyif verici bir harmoni, bir bütünlük, her kadehte yeni bir kıvama bürünüyor, aldığımız zevki giderek artırıyordu. Arzu ettiğimiz 'finesse' ve 'elegans'ı yakalamış olduğumuzu hissettik. İş artık bu mutluluğumuzu şarap seven müşterilerimizle paylaşmaya kalmıştı.'
Bu uzunca alıntıyı biraz da örnek olması adına aktardım. İş dünyasında, eğitim alanında, her türlü üretimde böylesine titiz, ayrıntıcı, disiplinli olmak, 'işin hakkını vermek' gerekmiyor mu?..
Signium 2006, 2008 Kasım ayında piyasaya sunulmuş. Ben bu bilgilerle donatıldıktan sonra daha seçici duygularla bakıyorum bir kadeh şaraba. Ve onu, doğanın ve insan aklının en mükemmel ve en karmaşık ürünlerinden biri olarak hayranlıkla sindiriyorum.
'Tadına varmak' ve 'Bilmek', hiçbir 'nimette' bu kadar iç içe olmamıştır herhalde...
Afiyet olsun...
Şaraptan pek anlamam... Anlarım da, adam gibi anlamadığım için birileri çıkıp haddimi bildirmesinler diye, biraz da korunma güdüsüyle böyle demek işime gelir... Gençliğimde Güzel Marmara ve Hasandede ile başlayan şarap serüvenim Villa Doluca ile devam etmişti. Üniversite yıllarında 'havalı' şarap ısmarlamak istediğimizde Villa Doluca'dan şaşmazdık... Yazlarını Bozcaada'da geçiren biri olarak Çanakkale çevresinden ve tek bağdan, tek üzümden (monosepaj) büyük özenle imal edilen Sarafin'le tanışmam, adaya ziyarete gelen sevgili dostum Tuğrul Kudatgobilik'in (TİSK ve MESS Başkanı) hediye olarak getirdiği birkaç şişe sayesinde olmuştu... O tarihten sonra işi hiç şansa bırakmadım ve arada sırada bir iki kadehle yemeğe eşlik adına ısmarlamam gerektiğinde Sarafin beni hiç yanıltmadı...
Sarafin'i, Karma'yı, DLC'yi ve daha pek çok markayı bünyesinde barındıran Doluca şimdi de Signium'u çıkarmış. Hem de bir ton emek, bilgi ve de duygu kattıkları bir süreçle... Masamıza geldiğinde o kadehin arkasında neler olduğunu bilmeyiz pek. Ahmet Kutman'ın kaleminden çıktığı belirtilen bir metinden o muhteşem süreci okuduğumda bu işin neden Türkiye'de ancak belli bir kültürel birikimle gelişebildiğini anladım... Şöyle anlatmış Ahmet Bey: 'Signium adı altında, üretildiği yılın en kişilikli, en ilginç ve aynı zamanda da en keyif verici ürününü hazırlamayı hayal ettik. Gerçek şarap severler için, şarap ile yemeğin ayrılmaz bir bütün olduğunu düşünerek, yemek boyunca değişecek, gelişecek, kişiye verdiği mutluluk giderek artacak bir ürün yaratmayı arzuladık. Elegans, kompleksite ve harmoni, bu şarap için düşlediğimiz başlıca sıfatlar oldu.' Aslında devamını okumasanız da olur... Ama bence yine de okumakta yarar var... 'Bunların dışında, çok önem verdiğimiz bir ilkemiz daha vardı. Kendi terruarlarımızı yansıtan, kendine özgü bir kişiliği olan bir şarap yaratmalıydık...
...Dünyanın en iyi iki şarabını dahi bulup kupajladığımızda, o şarapların kendine özgü karakterlerinin, yapımcılarının onlara verdiği dengenin, kaybolacağının bilinci içindeydik. Aynı zamanda zengin ve kompleks bir şarap da istiyor, hayal gücümüzü çok fazla sınırlamak istemiyorduk.
Sonuçta fazla kuralcı davranmamaya, bölgesel bir sınırlama içine girmemeye karar verdik. Fakat (ekipteki) herkes kişisel çalışmalarına devam etti. Müşterek tadımlarda, hazırlanan örnekleri, karşılıklı olarak, defalarca yorumladık ve eleştirdik, fakat birbirimizin stillerine müdahale etmedik. 2007'nin Mayıs ayında nihai bir oylama yaparak, en beğendiğimiz örneği seçtik. Ortaya büyük ölçüde, Şarköy ve Saroz bölgelerinde, kendi bağlarımızda yetişen, Şiraz ve Merlot üzümlerden oluşan, bir kupaj çıkmıştı... Denizli'nin Güney bölgesinden gelen bir miktar Şiraz üzümü de bu harmana girmişti. Kullanılan bütün şaraplar, daha fermantasyon aşamasında, 'potansiyel premium' olarak teşhis edilerek, meşe bariklere çekilmiş şaraplardı. Ancak, Signium 2006'nın kendine özgü kişiliği, oranı %10 kadar dahi olsa, daha imalat aşamasında seçilerek, özel ufak tanklarda fermente ettirilen ve akabinde, bariklerde, tortusunun üzerinde bekleyen Boğazkere'nin ilavesiyle kendini buluyordu.
O yıl, eylül ayının ikinci yarısı biraz yağmurlu geçmiş, üzümlerin istenilen olgunluğa ulaşmasında bazı güçlükler yaşanmıştı. Özellikle Cabernet Sauvignon türü şaraplar, bu bağlamda biraz agresif bir yapı sergilemekte idiler. Bu yapı, varyetal bir Cabernet Sauvignon ürününde zamanla hoşa gidecek bir dengeye dönüşebilirdi, ama Signium gibi, her anlamda homojen ve bütünüyle dolgun olmasını arzu ettiğimiz bir şarapta, bazı sert köşeler, sivri uçlar meydana getirebilirdi. Sonuçta, her biri üniform olgunluktaki bağlardan elde edilen şaraplar, bu kupajımızda yer bulabildiler. Nihai ürünün alkol oranı da %14,1 oldu.
Artık tasarladığımız ürünün ana hatları belli olmuş, iş ince ayara kalmıştı. Kupaj yapıldıktan sonra, daha ne süreyle ve hangi tür bariklerde (225 litrelik meşe fıçı) eskiyeceği, büyük önem taşıyordu. Bir takım ön çalışmalardan sonra, Fransız meşesinden yapılan Demtos ve Tarransoit bariklerinin amacımıza en uygun olduğuna karar verdik, şarabımızı bunlara doldurarak izlemeye başladık.
Artık iki haftada bir bariklerdeki şarabı tadıyor ve heyecanla gelişmesini takip ediyorduk. Meşenin vereceği kompleksitenin, şarabın gerçekten güçlü meyvemsi zenginliğini örtmemesi gerekiyordu. Nitekim birkaç ay sonra, meşe katkısını yeterli bularak, şarabı daha eski bariklere aktarmamız gerekti. Kış ayları bu şekilde geçti ve 2008 yılı şubat ayında şişelenerek yeraltı kavımızda dinlendirmeye alındı.
Üzerinden sekiz ay gibi bir süre daha geçtiğinde, hayalimizdeki Signium, her anlamda karşımızda belirmişti. Zengin meyve lezzetlerinin yarattığı keyif verici bir harmoni, bir bütünlük, her kadehte yeni bir kıvama bürünüyor, aldığımız zevki giderek artırıyordu. Arzu ettiğimiz 'finesse' ve 'elegans'ı yakalamış olduğumuzu hissettik. İş artık bu mutluluğumuzu şarap seven müşterilerimizle paylaşmaya kalmıştı.'
Bu uzunca alıntıyı biraz da örnek olması adına aktardım. İş dünyasında, eğitim alanında, her türlü üretimde böylesine titiz, ayrıntıcı, disiplinli olmak, 'işin hakkını vermek' gerekmiyor mu?..
Signium 2006, 2008 Kasım ayında piyasaya sunulmuş. Ben bu bilgilerle donatıldıktan sonra daha seçici duygularla bakıyorum bir kadeh şaraba. Ve onu, doğanın ve insan aklının en mükemmel ve en karmaşık ürünlerinden biri olarak hayranlıkla sindiriyorum.
'Tadına varmak' ve 'Bilmek', hiçbir 'nimette' bu kadar iç içe olmamıştır herhalde...
Afiyet olsun...