Dönüşümün tetikçisi: 28 Şubat!..
13 ŞUBAT 2012
Bu akşam M. Ali Birand’ın 28 Şubat belgeseli başlıyor. Son günlerdeki olayların ve Cumartesi günkü ‘Transformasyon’ (Dönüşüm) başlıklı yazımızın arkasından gelmesi çok ilginç bir rastlantıdır aslında.
Biz kurslarda Birand’ın daha önce çektiği Demirkırat, 12 Mart ve 12 Eylül belgesellerini ‘Tarihe Tanıklık Eğitimi’ olarak izliyoruz. O nedenle 28 Şubat belgeselini de heyecanla bekliyoruz… Beklenti yüksek. Aman dikkat, tatminsizlik anında düş kırıklığı da o oranda yüksek olur…
Belgeselde büyük bir eksiklik olduğu anlaşılıyor. Asker konuşmamış. Birand diyor ki: “Karadayı, ‘O dönemin komutanları olarak hiçbir zaman konuşmama kararı aldık’ dedi. Ve gerçekten de hiçbiri konuşmadı. Aradan geçen sürede Türkiye değişti. Son yıllardaki gelişmelerle artık belgeseli yapma zamanının geldiğini gördüm. ‘Madem askerler konuşmuyor, ben de konuşanlarla bu belgeseli yaparı’ dedim. Keşke konuşsalardı... Kendilerini daha iyi anlatabilirlerdi. İnsanlar yaptıklarını eleştirse de onları daha iyi anlayabilirdi."
Sevgili Birand Askerin ‘konuşmama kararının arkasındaki gerekçeleri’ en iyi bilenlerdendir. Oysa o günlerde çok iyi konuşmuştu Asker… 28 Şubat’ın içeriğini ve siyasi sonuçlarını tartışmayı, bunu konuşacak ‘bilen’ uzman kişilere bırakacak olursak, olayın iletişim boyutuyla çok iyi yönetildiğini ifade edebiliriz.
O kadar ki, Halkla İlişkiler Derneği’nin o yıllarda yayınlanan dergisi ‘İletişim Türkiye’de dönemin Genel Kurmay Başkanı kapak olmuş ve dergiye röportaj vermişti. Dergi 28 Şubat’ı onaylama durumunda değildi. Ancak Algılama Yönetimi çerçevesinde tüm sosyal paydaşlarla (çeşitli meslek grupları, sektör temsilcileri ve kamuoyu) yürütülen iletişim çalışmaları, aylarca önceden devreye alınan brifingler vb. ile ‘kamu diplomasinin’ içeriye dönük yüzüne örnek gösterilebilecek titizlik ve planlama yapılmış ve ortam ‘algılama boyutunda’ 28 Şubat’a ‘hazırlanmıştı’.
28 Şubat sürecinde davranışları eleştirilen bazı siyasi liderleri, bu Algılama Yönetimi ortamının yarattığı sarmalın içindeki konumlarıyla anlamak gerekiyor…
Bu bağlamda ‘Dönüşüm’ meselesini biraz daha anlamak adına Erkan Mumcu’nun kaleme aldığı New Perspectives Quarterly (NPQ) Türkiye dergisinin son sayısında yayınlanan makaleye de mutlaka bir göz atılmalı…
Yeter ki sevmeyi öğrenelim
Saint Valentine’s Day (Aziz Valentin Günü) dilimize bu adla giremeyeceği için adapte edilmiş haliyle “Sevgililer Günü”, yani bir başka deyişle ‘Resmi Sevme ve Sevgiyi Gösterme Günü’ yurtta, yurtdışı temsilciliklerimizde ve yavru vatanda layıkıyla kutlanacaktır.
Şaka bir yana, bu tür ‘tüketim toplumu numaralarına’ hem toptan hem de perakende karşı olmama rağmen, bu günü anlamlı bir şekilde kutlayanlara hiç itirazım yok. Nedeni çok basit. Sigarayı bırakmamda –belki kendisi bile bilmez- Prof. Dr. Levent Tabak’ın iki yalın fakat önemli lafı çok etkileyici olmuştu.
Levent Bey benim “Onu yapayım mı, bu yararlı olur mu?” türünden soruları kestirip atmıştı: “İsterseniz büyücüye gidin, faydasını görüyorsanız muska yazdırın, ya da oranıza buranıza iğne batırın… Yeter ki bırakın sigarayı!”… Hocanın diğer kelamı da bir öngörüyle ilgiliydi: “Bazıları sağlığına kendiliğinden önem verir, bazıları da ancak tehdit altında kalınca. Siz ikinci türdensiniz. Sizin ölümle burun buruna gelmeden sigarayı bırakmanız zor!” Hoca her iki konuda da haklı çıktı…
Şimdilerde sevgililer gününe bakışım bir hayli değişti. Hoyratlık ve hödüklüğün yaşam biçimi haline geldiği ilişki biçimlerine bir farklılık getirecek ve sevginin dile getirilmesini tetiklemeyi başaracaksa, Aziz Valentin gününün kutlanmasına da ona sevgililer günü denmesine de hiçbir itirazım yok. Yeter ki, sevmeyi onu göstermeyi öğrenmemize bir katma değer getirsin…
Sevgililer gününden sevdiğinize verebileceğiniz güzel armağanlardan biri de onu Marilyn İle Bir hafta filmine davet etmek olabilir. Birlikte adam gibi sevilmemenin ve de sevmenin dünyasına bir yolculuk yapar belki de halinize şükredersiniz…
Biz kurslarda Birand’ın daha önce çektiği Demirkırat, 12 Mart ve 12 Eylül belgesellerini ‘Tarihe Tanıklık Eğitimi’ olarak izliyoruz. O nedenle 28 Şubat belgeselini de heyecanla bekliyoruz… Beklenti yüksek. Aman dikkat, tatminsizlik anında düş kırıklığı da o oranda yüksek olur…
Belgeselde büyük bir eksiklik olduğu anlaşılıyor. Asker konuşmamış. Birand diyor ki: “Karadayı, ‘O dönemin komutanları olarak hiçbir zaman konuşmama kararı aldık’ dedi. Ve gerçekten de hiçbiri konuşmadı. Aradan geçen sürede Türkiye değişti. Son yıllardaki gelişmelerle artık belgeseli yapma zamanının geldiğini gördüm. ‘Madem askerler konuşmuyor, ben de konuşanlarla bu belgeseli yaparı’ dedim. Keşke konuşsalardı... Kendilerini daha iyi anlatabilirlerdi. İnsanlar yaptıklarını eleştirse de onları daha iyi anlayabilirdi."
Sevgili Birand Askerin ‘konuşmama kararının arkasındaki gerekçeleri’ en iyi bilenlerdendir. Oysa o günlerde çok iyi konuşmuştu Asker… 28 Şubat’ın içeriğini ve siyasi sonuçlarını tartışmayı, bunu konuşacak ‘bilen’ uzman kişilere bırakacak olursak, olayın iletişim boyutuyla çok iyi yönetildiğini ifade edebiliriz.
O kadar ki, Halkla İlişkiler Derneği’nin o yıllarda yayınlanan dergisi ‘İletişim Türkiye’de dönemin Genel Kurmay Başkanı kapak olmuş ve dergiye röportaj vermişti. Dergi 28 Şubat’ı onaylama durumunda değildi. Ancak Algılama Yönetimi çerçevesinde tüm sosyal paydaşlarla (çeşitli meslek grupları, sektör temsilcileri ve kamuoyu) yürütülen iletişim çalışmaları, aylarca önceden devreye alınan brifingler vb. ile ‘kamu diplomasinin’ içeriye dönük yüzüne örnek gösterilebilecek titizlik ve planlama yapılmış ve ortam ‘algılama boyutunda’ 28 Şubat’a ‘hazırlanmıştı’.
28 Şubat sürecinde davranışları eleştirilen bazı siyasi liderleri, bu Algılama Yönetimi ortamının yarattığı sarmalın içindeki konumlarıyla anlamak gerekiyor…
Bu bağlamda ‘Dönüşüm’ meselesini biraz daha anlamak adına Erkan Mumcu’nun kaleme aldığı New Perspectives Quarterly (NPQ) Türkiye dergisinin son sayısında yayınlanan makaleye de mutlaka bir göz atılmalı…
Yeter ki sevmeyi öğrenelim
Saint Valentine’s Day (Aziz Valentin Günü) dilimize bu adla giremeyeceği için adapte edilmiş haliyle “Sevgililer Günü”, yani bir başka deyişle ‘Resmi Sevme ve Sevgiyi Gösterme Günü’ yurtta, yurtdışı temsilciliklerimizde ve yavru vatanda layıkıyla kutlanacaktır.
Şaka bir yana, bu tür ‘tüketim toplumu numaralarına’ hem toptan hem de perakende karşı olmama rağmen, bu günü anlamlı bir şekilde kutlayanlara hiç itirazım yok. Nedeni çok basit. Sigarayı bırakmamda –belki kendisi bile bilmez- Prof. Dr. Levent Tabak’ın iki yalın fakat önemli lafı çok etkileyici olmuştu.
Levent Bey benim “Onu yapayım mı, bu yararlı olur mu?” türünden soruları kestirip atmıştı: “İsterseniz büyücüye gidin, faydasını görüyorsanız muska yazdırın, ya da oranıza buranıza iğne batırın… Yeter ki bırakın sigarayı!”… Hocanın diğer kelamı da bir öngörüyle ilgiliydi: “Bazıları sağlığına kendiliğinden önem verir, bazıları da ancak tehdit altında kalınca. Siz ikinci türdensiniz. Sizin ölümle burun buruna gelmeden sigarayı bırakmanız zor!” Hoca her iki konuda da haklı çıktı…
Şimdilerde sevgililer gününe bakışım bir hayli değişti. Hoyratlık ve hödüklüğün yaşam biçimi haline geldiği ilişki biçimlerine bir farklılık getirecek ve sevginin dile getirilmesini tetiklemeyi başaracaksa, Aziz Valentin gününün kutlanmasına da ona sevgililer günü denmesine de hiçbir itirazım yok. Yeter ki, sevmeyi onu göstermeyi öğrenmemize bir katma değer getirsin…
Sevgililer gününden sevdiğinize verebileceğiniz güzel armağanlardan biri de onu Marilyn İle Bir hafta filmine davet etmek olabilir. Birlikte adam gibi sevilmemenin ve de sevmenin dünyasına bir yolculuk yapar belki de halinize şükredersiniz…