DP geçmişi doğru okumalı
02 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
7 Ocak 1946'da kurulmuş olan ve sonra üzerinden 1960 darbesi geçen Demokrat Parti; 12 Eylül darbesi sonrası kurulmuş ve zaman içinde eriyip gitmiş olan HP, SODEP, SHP; adını DP olarak değiştiren ve kendisini bu ad içinde eriten Doğruyol; kendisini kapatarak DP'ye katılan Anavatan ve merdiven altında hizmetçi öper gibi kurulmuş ve sonra yok olmuş olan siyasi partilerin yaşadıklarından çıkarılacak dersler var mıdır? Bizce vardır... Ve bu dersler bilinmeden ve alınmadan Türkiye'de bir siyasi partinin geleceği üzerine kelam edilmemesi gerekir.
Nedir bu dersler?..
Bir: Türkiye'de siyasette aslolan liderliktir... Şirketlerde olduğu gibi kolektif sorumluluk, kolektif başarı falan palavradır. Eğer iyi bir lideriniz yoksa geleceğiniz yok demektir... İyi lider halkın 'beğenisini' değil, 'sevgisini' kazanan liderdir...
İki: İnsan 'Ne oldum?' dememeli, 'Ne olacağım?' demelidir... Bunun parti yönetimi süreçlerine yansıma biçimleri nelerdir? Oturup yazmak gerekir...
Üç: Menkıbesi olmayan parti ve lider iktidar olamaz. (Menkıbe'nin anlamını bilmeyenlerin siyasete soyunmamaları gerekir.)
Dört: Eskiden belki bulanık suda el yordamıyla balık avlar gibi işini 'insiyaki' olarak görmek mümkündü; ancak şu kavramlar arasındaki farkı bilmeyen, bilmediğini bilmeyen, bilmeyi küçümseyen bir siyasi anlayış her zaman nal toplamaya mahkumdur: İlişki - İletişim, kamuoyu - kamu vicdanı, sanat - edebiyat, ortak ruhi şekillenme - halk kültürü, gerçekçilik - siyasi doğruculuk, devlet diplomasisi - kamu diplomasisi, lider- yönetici, vb...
Beş: KOBİ olmak ayıp değildir; ancak bir siyasi partiyi ve bir şirketi KOBİ anlayışı ve dünya görüşü ile yönetmek, yok olmak için atılacak ilk adım olabilir...
DP eğer geçmişi doğru okur, DP'liler yukarıdaki beş maddeyi bakkal hesabı sabit kalemle avuçlarının içine yazar, gerektiğinde ellerini açıp bakarlarsa, bir de kongre günü Hüsamettin Cindoruk'un değindiği dinozorlardan oluşmayan bomba gibi genç kadroları kurabilirlerse o zaman ufukta ciddiye alınması gereken bir parti var demektir.
Bütün ölçümlemelerde Türkiye'nin en çok tanınan kurumları arasında çıkan Ziraat Bankası, Türkiye Kupası'nın isim hakkını 4,5 milyon dolar karşılığında bir sezon için almış... Bu isim daha önce Fortis'teydi...
Çok güzel...
Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, sponsor firmalarla yapılan anlaşmalar sayesinde Türk futbolunun endüstrileşmesi ve gelişmesi yolunda çok önemli atılımlar olacağına inancını dile getirmiş...
Bu da güzel...
Maçlar TRT'den ve şifresiz olarak yayınlanacakmış.
Bu da şahane...
Peki şahane olmayan ne?...
Söyleyelim... Bu sponsorluk kaç yıl sürecek? Eğer bir yılsa, Fortis gibi Ziraat de parayı sokağa attı demektir... Bu tür durumlarda adam gibi algının oluşturulması zaman alır... Bırakın yıllar sonrasını şimdi çıkıp bankaların hedef kitlesine soralım: 'Türkiye'de futbola en çok destek veren banka hangisidir?' Sonuçta, Akbank, Denizbank, Garanti, İş Bankası, Yapı Kredi falan, Fortis'ten daha üst sıralarda çıkarsa hiç şaşmayın...
Algıyı yaratmak (hele bu durumda Ziraat için, 'değiştirmek') sadece sponsor olup parayı basmakla ve bunu kısa bir süre için yapmakla mümkün değildir. Peki, ne kadar süre işin içinde olmak gerekir? İşte onu ölçümleme gösterir... Buna en iyi örnek Eczacıbaşı'dır... 'Kültür ve sanat' meselesinde 40 yılı aşan bir süredir öyle mükemmel bir iletişim çalışması sürdürmüştür ki, o iki kavram kendi markasının içine kaynaklanmıştır... O halde çözüm nedir?
Özetleyelim...
Bir: Bu tür bir projeyi yıllarca sürdürmeyecek ve isminizin içine kazımayacaksanız, kesinlikle başlamayın...
İki: Giriştiğiniz işi bir sürü yan proje ve PR çalışması ile destekleyin...
Üç: Durumu, 'algıyı' sürekli ölçün, yapacağınız iletişim çalışmalarının frekansını ve etki şiddetini ona göre ayarlayın...
'İsviçreli gibi bitirmedikçe, Türk gibi başlamanın' hiçbir faydası yoktur...
7 Ocak 1946'da kurulmuş olan ve sonra üzerinden 1960 darbesi geçen Demokrat Parti; 12 Eylül darbesi sonrası kurulmuş ve zaman içinde eriyip gitmiş olan HP, SODEP, SHP; adını DP olarak değiştiren ve kendisini bu ad içinde eriten Doğruyol; kendisini kapatarak DP'ye katılan Anavatan ve merdiven altında hizmetçi öper gibi kurulmuş ve sonra yok olmuş olan siyasi partilerin yaşadıklarından çıkarılacak dersler var mıdır? Bizce vardır... Ve bu dersler bilinmeden ve alınmadan Türkiye'de bir siyasi partinin geleceği üzerine kelam edilmemesi gerekir.
Nedir bu dersler?..
Bir: Türkiye'de siyasette aslolan liderliktir... Şirketlerde olduğu gibi kolektif sorumluluk, kolektif başarı falan palavradır. Eğer iyi bir lideriniz yoksa geleceğiniz yok demektir... İyi lider halkın 'beğenisini' değil, 'sevgisini' kazanan liderdir...
İki: İnsan 'Ne oldum?' dememeli, 'Ne olacağım?' demelidir... Bunun parti yönetimi süreçlerine yansıma biçimleri nelerdir? Oturup yazmak gerekir...
Üç: Menkıbesi olmayan parti ve lider iktidar olamaz. (Menkıbe'nin anlamını bilmeyenlerin siyasete soyunmamaları gerekir.)
Dört: Eskiden belki bulanık suda el yordamıyla balık avlar gibi işini 'insiyaki' olarak görmek mümkündü; ancak şu kavramlar arasındaki farkı bilmeyen, bilmediğini bilmeyen, bilmeyi küçümseyen bir siyasi anlayış her zaman nal toplamaya mahkumdur: İlişki - İletişim, kamuoyu - kamu vicdanı, sanat - edebiyat, ortak ruhi şekillenme - halk kültürü, gerçekçilik - siyasi doğruculuk, devlet diplomasisi - kamu diplomasisi, lider- yönetici, vb...
Beş: KOBİ olmak ayıp değildir; ancak bir siyasi partiyi ve bir şirketi KOBİ anlayışı ve dünya görüşü ile yönetmek, yok olmak için atılacak ilk adım olabilir...
DP eğer geçmişi doğru okur, DP'liler yukarıdaki beş maddeyi bakkal hesabı sabit kalemle avuçlarının içine yazar, gerektiğinde ellerini açıp bakarlarsa, bir de kongre günü Hüsamettin Cindoruk'un değindiği dinozorlardan oluşmayan bomba gibi genç kadroları kurabilirlerse o zaman ufukta ciddiye alınması gereken bir parti var demektir.
Bütün ölçümlemelerde Türkiye'nin en çok tanınan kurumları arasında çıkan Ziraat Bankası, Türkiye Kupası'nın isim hakkını 4,5 milyon dolar karşılığında bir sezon için almış... Bu isim daha önce Fortis'teydi...
Çok güzel...
Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, sponsor firmalarla yapılan anlaşmalar sayesinde Türk futbolunun endüstrileşmesi ve gelişmesi yolunda çok önemli atılımlar olacağına inancını dile getirmiş...
Bu da güzel...
Maçlar TRT'den ve şifresiz olarak yayınlanacakmış.
Bu da şahane...
Peki şahane olmayan ne?...
Söyleyelim... Bu sponsorluk kaç yıl sürecek? Eğer bir yılsa, Fortis gibi Ziraat de parayı sokağa attı demektir... Bu tür durumlarda adam gibi algının oluşturulması zaman alır... Bırakın yıllar sonrasını şimdi çıkıp bankaların hedef kitlesine soralım: 'Türkiye'de futbola en çok destek veren banka hangisidir?' Sonuçta, Akbank, Denizbank, Garanti, İş Bankası, Yapı Kredi falan, Fortis'ten daha üst sıralarda çıkarsa hiç şaşmayın...
Algıyı yaratmak (hele bu durumda Ziraat için, 'değiştirmek') sadece sponsor olup parayı basmakla ve bunu kısa bir süre için yapmakla mümkün değildir. Peki, ne kadar süre işin içinde olmak gerekir? İşte onu ölçümleme gösterir... Buna en iyi örnek Eczacıbaşı'dır... 'Kültür ve sanat' meselesinde 40 yılı aşan bir süredir öyle mükemmel bir iletişim çalışması sürdürmüştür ki, o iki kavram kendi markasının içine kaynaklanmıştır... O halde çözüm nedir?
Özetleyelim...
Bir: Bu tür bir projeyi yıllarca sürdürmeyecek ve isminizin içine kazımayacaksanız, kesinlikle başlamayın...
İki: Giriştiğiniz işi bir sürü yan proje ve PR çalışması ile destekleyin...
Üç: Durumu, 'algıyı' sürekli ölçün, yapacağınız iletişim çalışmalarının frekansını ve etki şiddetini ona göre ayarlayın...
'İsviçreli gibi bitirmedikçe, Türk gibi başlamanın' hiçbir faydası yoktur...