DSK en az hasarla bu işten sıyrılır
21 MAYIS 2011
Fransızlar mı Amerikalılar mı önce çekerler bilemem, ama DSK’nın filmi için gerekli koşullar oluşmuş gibi görünüyor. Özellikle Oray Eğin’in Çarşamba günkü yazısını okuduktan sonra hayal gücüm baş döndürücü bir hızla çalışmaya başladı.
“Mesela” diye sordum kendi kendime“DSK filminin müstakbel yönetmenine (gençlik yıllarımızda olsa tam Costa Gavras’lık işti) akıl verecek olsam, filmi nasıl başlatmasını önerirdim?”
Film, pekâlâ, ‘itibar krizi’ni yönetme işi kendisine verilmiş olan iletişim şirketinin New York ofisindeki bir toplantıyla başlayabilirdi. Çünkü böylesi bir başlangıç, özellikle kurgu açısından, -gerçeklerden ilhamlandığı için- akla gelebilecek tüm soyutlamaların en pespayelerini de, en derinlikli olanlarını da muazzam bir çelişki yumağı olarak ele alma şansını verebilirdi. Bu toplantılarda genellikle hasarı tespit etmek için gerçek tüm yönleriyle sergilenir çünkü. İlk sahnede bu çarpıcı gerçeklerden sadece birini duyurmak yeterli.
***
Rol dağılımı şöyle olabilir mi mesela: Sorunu tarihe geçecek bir kriz iletişimi yönetimiyle ‘en hasarsız’ biçimde nasıl algılatılacağını bilen uluslararası bir network’ün, ‘spindoctor’ işlerinde usta Fransız iletişimcisi (Gerard Depardieu) ve ona Network tarafından New York’da çalışmaları için atanmış yardımcısı (Nicole Kidman)…
DSK’nın ruh dünyasını çözümlemesi için mahkemenin tayin ettiği, kendisi de olayı almak için çırpınan Alman kökenli bir psikiyatr (Armin Müller-Stahl / Angels & Demons, The International); ve nihayet hem aktivist, hem feminist, hem de yaşına rağmen seksi, vicdani zekası gelişmiş Amerikalı bir kadın savcı (Diane Lane / Nights in Rodanthe, The Perfect Storm, Unfaithful, Untraceable)... Tabii bir de DSK’yı savunacak zenci bir ‘bilge’ avukata ihtiyaç olacak (Morgan Freeman); onun kariyerist (aynı zaman Nicole Kidman’a ‘yükselecek’ olan) yardımcısını unutmamak gerek (Tom Cruise)… Tacize uğradığı iddia edilen zenci kat görevlisini ise Kimberly Elise (For Colored Girls, John Q) oynayabilir… Kadro biraz ‘pahalı’ mı oldu yoksa…
Peki, DSK rolü için de kimi düşünüyorum? Kimi olacak, gençliğimin starı Jean-Louis Trintignant’ı (Z, Bir Kadın Bir Erkek ve diğer 135 muhteşem film)…
Trintignant 81 yaşında. Bana sorarsanız hâlâ genç… Michael Haneke, henüz gösterime girmeyen son filminde (Amour) kendisine Isabelle Huppert ile birlikte baş rol verdiğine göre usta aktör, hâlâ ayakta demektir.
Hiç kuşkunuz olmasın böylesi bir kadro, sadece ‘iş yapmakla’ kalmayacak, aynı zamanda DSK’nın yaşadığı “insanlık durumu”nu olanca çarpıcılığıyla yansıtırken, iletişim, psikoloji ve hukuk disiplinlerinin meraklılarına ilginç ‘açmazlar’ sunacaktır.
***
Hep düşünmüşümdür Fransız sineması, eşini boğarak öldüren Althusser’in, -hem de filozofun olayı ayrıntısıyla anlattığı “Gelecek Uzun Sürer” (L'Avenir Dure Longtemps) adlı kitabına rağmen- dramıyla neden ilgilenmedi?
DSK ile her meslek dalının meraklıları, -hani her daim öküz altında buzağı aramaktan vazgeçmeyen, ilgi alanları içindeki ilginç olaylar tarafından kendisini kışkırtılmış hissedenler vardır ya, onlardan söz ediyorum- yakından ilgileniyor olmalılar.
Başlıktaki sorunun yanıtını iletişime odaklanmış herkes bilebilir. Hani oradan buradan duyduklarıyla ‘kriz’ olayına “Her krizden fırsat çıkar!” diye bakan iletişim şaşkınları vardır ya, işte onlara bu vakayı verip, “Hadi çıkar bakalım fırsatı!” demek lazım…
Bu krizden hasar almadan çıkılması olası değil. Ancak mümkün olan en az hasarla çıkılabilir. Avukatın görevi nasıl müvekkilini mümkün olan en az ceza ile sıyırmasını sağlamak ise, iletişimcinin görevi de bu durumda müşterisinin en az itibar hasarıyla kurtulmasını sağlamaktır. İzlediğim kadarıyla Fransızlar bu işi başaracaklar…
“Mesela” diye sordum kendi kendime“DSK filminin müstakbel yönetmenine (gençlik yıllarımızda olsa tam Costa Gavras’lık işti) akıl verecek olsam, filmi nasıl başlatmasını önerirdim?”
Film, pekâlâ, ‘itibar krizi’ni yönetme işi kendisine verilmiş olan iletişim şirketinin New York ofisindeki bir toplantıyla başlayabilirdi. Çünkü böylesi bir başlangıç, özellikle kurgu açısından, -gerçeklerden ilhamlandığı için- akla gelebilecek tüm soyutlamaların en pespayelerini de, en derinlikli olanlarını da muazzam bir çelişki yumağı olarak ele alma şansını verebilirdi. Bu toplantılarda genellikle hasarı tespit etmek için gerçek tüm yönleriyle sergilenir çünkü. İlk sahnede bu çarpıcı gerçeklerden sadece birini duyurmak yeterli.
***
Rol dağılımı şöyle olabilir mi mesela: Sorunu tarihe geçecek bir kriz iletişimi yönetimiyle ‘en hasarsız’ biçimde nasıl algılatılacağını bilen uluslararası bir network’ün, ‘spindoctor’ işlerinde usta Fransız iletişimcisi (Gerard Depardieu) ve ona Network tarafından New York’da çalışmaları için atanmış yardımcısı (Nicole Kidman)…
DSK’nın ruh dünyasını çözümlemesi için mahkemenin tayin ettiği, kendisi de olayı almak için çırpınan Alman kökenli bir psikiyatr (Armin Müller-Stahl / Angels & Demons, The International); ve nihayet hem aktivist, hem feminist, hem de yaşına rağmen seksi, vicdani zekası gelişmiş Amerikalı bir kadın savcı (Diane Lane / Nights in Rodanthe, The Perfect Storm, Unfaithful, Untraceable)... Tabii bir de DSK’yı savunacak zenci bir ‘bilge’ avukata ihtiyaç olacak (Morgan Freeman); onun kariyerist (aynı zaman Nicole Kidman’a ‘yükselecek’ olan) yardımcısını unutmamak gerek (Tom Cruise)… Tacize uğradığı iddia edilen zenci kat görevlisini ise Kimberly Elise (For Colored Girls, John Q) oynayabilir… Kadro biraz ‘pahalı’ mı oldu yoksa…
Peki, DSK rolü için de kimi düşünüyorum? Kimi olacak, gençliğimin starı Jean-Louis Trintignant’ı (Z, Bir Kadın Bir Erkek ve diğer 135 muhteşem film)…
Trintignant 81 yaşında. Bana sorarsanız hâlâ genç… Michael Haneke, henüz gösterime girmeyen son filminde (Amour) kendisine Isabelle Huppert ile birlikte baş rol verdiğine göre usta aktör, hâlâ ayakta demektir.
Hiç kuşkunuz olmasın böylesi bir kadro, sadece ‘iş yapmakla’ kalmayacak, aynı zamanda DSK’nın yaşadığı “insanlık durumu”nu olanca çarpıcılığıyla yansıtırken, iletişim, psikoloji ve hukuk disiplinlerinin meraklılarına ilginç ‘açmazlar’ sunacaktır.
***
Hep düşünmüşümdür Fransız sineması, eşini boğarak öldüren Althusser’in, -hem de filozofun olayı ayrıntısıyla anlattığı “Gelecek Uzun Sürer” (L'Avenir Dure Longtemps) adlı kitabına rağmen- dramıyla neden ilgilenmedi?
DSK ile her meslek dalının meraklıları, -hani her daim öküz altında buzağı aramaktan vazgeçmeyen, ilgi alanları içindeki ilginç olaylar tarafından kendisini kışkırtılmış hissedenler vardır ya, onlardan söz ediyorum- yakından ilgileniyor olmalılar.
Başlıktaki sorunun yanıtını iletişime odaklanmış herkes bilebilir. Hani oradan buradan duyduklarıyla ‘kriz’ olayına “Her krizden fırsat çıkar!” diye bakan iletişim şaşkınları vardır ya, işte onlara bu vakayı verip, “Hadi çıkar bakalım fırsatı!” demek lazım…
Bu krizden hasar almadan çıkılması olası değil. Ancak mümkün olan en az hasarla çıkılabilir. Avukatın görevi nasıl müvekkilini mümkün olan en az ceza ile sıyırmasını sağlamak ise, iletişimcinin görevi de bu durumda müşterisinin en az itibar hasarıyla kurtulmasını sağlamaktır. İzlediğim kadarıyla Fransızlar bu işi başaracaklar…