Duble bol fıstıklı Renault
15 Nisan 2009 - Marketing Türkiye
Bu bir İngilizce ilan… Türk Hava Yolları’nın dergisinde rastladım. Tam sayfa… Ortada kocaman bir fıstıklı baklava... Sivri yanı yukarı doğru yerleştirilmiş. Reklamın başka bir tarafını okumasanız ve size sorsalar ‘Bu biçim size hangi amblemi çağrıştırıyor?’, şıpın işi yanıtı yapıştıracağınızdan hiç şüphem yok: Renault.
Yazan metin o kadar önemli değil! Görsellik öylesine çarpıcı ki, kendi içinde birden fazla mesaj içeriyor. Ne var bunda değil mi? Şimdiye kadar pek çok kişi böyle numaralar düşünmüştür. Örneğin, asfalt üzerinde yağmurlu zeminde yağmur damlalarının oluşturduğu Audi halkaları gibi… Ya da yumurta kabuğu kullanarak ifade edilen pek çok yaratıcı fikir gibi…
Yani baklava yıllardır orada duruyor. Baklava biçimindeki Renault ambleminde de benim bildiğim kadarıyla uzun zamandır bir değişiklik yok.
Bunları bir araya getirmek de hani ahım şahım bir fikir değil diyelim… Ama arkadaş bu fotoğraf öyle mi çekilir?..
Şeker veya şekerli gıdalar yemem yasak olmasa doğruca gidip soluğu Antebi’de ya da Karaköy’deki Güllüoğlu’nda alacağım: “Ver bakayım şuradan duble fıstıklı…” Ya da bir Renault bayisine gidip “Çıkar bakalım ne varsa tezgahta” diye soracağım…
Darısı sırası ve sonrasının da başına
Önceleri izleyici olarak, sonraları gazeteci kimliğiyle Eurovision’la şu veya bu şekilde ilgilendim. Dublin’e Hey Dergisi ve Milliyet’i temsilen gittiğim 1981’de, Modern Folk Üçlüsü ve Ayşegül Aldinç’in katıldığı yarışmanın medya tarafını ve perde arkasını da izleme fırsatı buldum. Ama açık yüreklilikle söylemeliyim ki Hadise gibi bu işin yarışma öncesi aşamasında halkla ilişkiler çalışmalarını bu kadar başarılı yürüten kimseye rastlamadım.
Sertab Erener dahi birinci geldiği Eurovision yarışması öncesi bu kadar yüksek volümlü ve derinlikli bir iletişim çalışması sergilememişti.
Profesyonellikse profesyonellik, yaratıcılıksa yaratıcılık, skandalsa skandal… Her türlü Hadise var Hadise kızımızda.
Daha Eurovision için sahne almadan fiyatını artırdı, medyadaki mürekkep payını maksimum düzeye getirdi, yerel marka olma yolunda örgütlü ve ciddi adım attığı algısını yarattı.
Buraya kadar iyi… Zurnanın zırt dediği yer de zaten bu noktadan itibaren başlıyor. Hadise ve iletişimcileri çıtayı öyle bir yukarıya çektiler ki, AK Parti’nin son seçimlerde başına geldiği türden en küçük başarısızlıkta alkış bir anda ‘yuh’a dönüşebilir.
Türkiye’ye pompalanan haberler gittiği her ülkede ortalığı yıktığı ve o ülke insanlarının tüm oylarını toparlayacağı yolunda. Bitmiş yani bu iş. Hadise ipi göğüslemiş… Oysa beklenti ne oranda yüksekse düş kırıklığı da o oranda yüksek olur. Şu Eurovision’un finaline kadar cebimi ne ölçüde doldurursam kârdır gibi kısa vadeli ve güdük planlar, hüsranla sonuçlanabilir.
Hele bir de birinci olmaya görsün, bu sefer de çalıntı iddiasıyla sorunlar başlayacak.
Velhasıl Hadise’yi pek çok hadise bekliyor. Bizim medya da hadise çıkmasına bayılır. Anlayacağınız önümüzde hareketli günler var.
Ne olursa olsun popüler kültür iletişimi adına ‘öncesi’nin yönetimiyle ilgili Hadise ve ekibinden öğrenilecek şeyler olduğu kesin… Peki ya sırası ve sonrası?..
Sahte rakı itibarın başını yiyor
Ne kadar çok şey anlatır şu halk deyişleri, atasözleri… Örneğin, “Kaşığıyla yedirip sapıyla çıkarmak” derler; genel anlamda boşuna harcanan emek için kullanılır. Milyon dolar harcarsınız, Türkiye’nin ne kadar asude, cennet gibi bir ülke olduğunu anlatmaya çalışırsınız. Otostopla dünyayı dolaşmaya çıkan gelin kıyafetli 'Pippa Bacca'ya sadece tecavüz etmekle kalma, bir de öldür! Bir çuval incir berbat olsun. Ne itibar kalsın ne de adam gibi algı…
Yıllarca Midnight Express filminin lanetini üzerimizden atamamıştık.
Public Diplomacy (kamu diplomasisi) denen ve ülkelerin tüm diğer ülkeler üzerinde kendileriyle ilgili olumlu algı yaratma çalışmasını özetleyen uygulama bilin alanı, bu tür abukluklarla ciddi kesintilere uğrar. Zırt pırt okul basan ABD’li ve Alman manyakların bu ülkeye çocuklarını öğrenci olarak göndermeyi düşünen aileleri nasıl etkiliyordur acaba?
Lafı bizim kaçak sahte rakı meselesine getireceğiz. Düşünün, çocuğunuzu bir ülkeye tatile yolluyorsunuz ve bir hafta sonra ölüm haberi geliyor: “Milli içkisini içti ve öldü.” Neymiş? Sahteymiş. İçinde metil alkol varmış…
Eee sonra? Kim çözecek bu krizi? Kim bu işin sorumlusu, sahibi? Kim kalkıp konuşacak, çözüm yollarını anlatacak, ölen ailelerden özür dileyecek, onların yarasını sarmaya çalışacak? Bu tür şeylerin bir daha yaşanmaması için kim, ne gibi önlemler alacak?
Bu soruların cevabı verilmedikçe, Türkiye’nin itibarı için harcanan (kaşıkla yedirilen) milyonların dirhem dirhem heba olmasına (sapıyla çıkarılmasına) engel olmak mümkün değil…
Deniz Seki ne kadar suçlu ne kadar kurban?
Digitürk kanalları içinde takıldıklarımdan bir tanesi de 9 numaralı kanaldaki E adlı kanal. ABD’de popüler kültürün izlediği yolu takip etmek için daha iyi bir yöntem olamazdı. Kırmızı Halı, En Seksiler, En Zenginler vs. Her şeyin bir listesi var. Bu arada karıştıkları polisiye olayların vahametine göre Hollywood yıldızlarını sıralayan bir listeye de rastlamak mümkün. Ama ne liste! Zırt pırt yayınlıyorlar. Yakalarsanız kaçırmayın. Kim kimi öldürmüş, kim eroin komasına girmiş, kim hapse girmiş, kim cinayete kurban girmiş, otuz iki kısım tekmili birden. Bunları izledikten sonra bizim fukara Deniz Seki’nin hikayesi pamuk prenses öyküsü gibi kalıyor.
Adaletin işine burnumuzu sokacak halimiz yok… Ancak Deniz Seki aynı şeyleri Amsterdam’da ya da SanFrancisco’da yapmış olsaydı, tüm jetset partilerinin bir numaralı onur konuğu olabilirdi. Bizde kader kurbanı derler böylesine. Sadece acıdım… Ona bir tek tavsiyede bulunmak isterdim. Bugünlerinde kendisinin yanında duranlarla onu terk edip yerden yere çalanların adlarını iki ayrı listede tutsun. Bir gün lazım olur…
Haa bir de Deniz’in hikayesi sıkı bir araştırmacı gazetecilik çalışmasının ardından mutlaka kaleme alınmalı…
Yazan metin o kadar önemli değil! Görsellik öylesine çarpıcı ki, kendi içinde birden fazla mesaj içeriyor. Ne var bunda değil mi? Şimdiye kadar pek çok kişi böyle numaralar düşünmüştür. Örneğin, asfalt üzerinde yağmurlu zeminde yağmur damlalarının oluşturduğu Audi halkaları gibi… Ya da yumurta kabuğu kullanarak ifade edilen pek çok yaratıcı fikir gibi…
Yani baklava yıllardır orada duruyor. Baklava biçimindeki Renault ambleminde de benim bildiğim kadarıyla uzun zamandır bir değişiklik yok.
Bunları bir araya getirmek de hani ahım şahım bir fikir değil diyelim… Ama arkadaş bu fotoğraf öyle mi çekilir?..
Şeker veya şekerli gıdalar yemem yasak olmasa doğruca gidip soluğu Antebi’de ya da Karaköy’deki Güllüoğlu’nda alacağım: “Ver bakayım şuradan duble fıstıklı…” Ya da bir Renault bayisine gidip “Çıkar bakalım ne varsa tezgahta” diye soracağım…
Darısı sırası ve sonrasının da başına
Önceleri izleyici olarak, sonraları gazeteci kimliğiyle Eurovision’la şu veya bu şekilde ilgilendim. Dublin’e Hey Dergisi ve Milliyet’i temsilen gittiğim 1981’de, Modern Folk Üçlüsü ve Ayşegül Aldinç’in katıldığı yarışmanın medya tarafını ve perde arkasını da izleme fırsatı buldum. Ama açık yüreklilikle söylemeliyim ki Hadise gibi bu işin yarışma öncesi aşamasında halkla ilişkiler çalışmalarını bu kadar başarılı yürüten kimseye rastlamadım.
Sertab Erener dahi birinci geldiği Eurovision yarışması öncesi bu kadar yüksek volümlü ve derinlikli bir iletişim çalışması sergilememişti.
Profesyonellikse profesyonellik, yaratıcılıksa yaratıcılık, skandalsa skandal… Her türlü Hadise var Hadise kızımızda.
Daha Eurovision için sahne almadan fiyatını artırdı, medyadaki mürekkep payını maksimum düzeye getirdi, yerel marka olma yolunda örgütlü ve ciddi adım attığı algısını yarattı.
Buraya kadar iyi… Zurnanın zırt dediği yer de zaten bu noktadan itibaren başlıyor. Hadise ve iletişimcileri çıtayı öyle bir yukarıya çektiler ki, AK Parti’nin son seçimlerde başına geldiği türden en küçük başarısızlıkta alkış bir anda ‘yuh’a dönüşebilir.
Türkiye’ye pompalanan haberler gittiği her ülkede ortalığı yıktığı ve o ülke insanlarının tüm oylarını toparlayacağı yolunda. Bitmiş yani bu iş. Hadise ipi göğüslemiş… Oysa beklenti ne oranda yüksekse düş kırıklığı da o oranda yüksek olur. Şu Eurovision’un finaline kadar cebimi ne ölçüde doldurursam kârdır gibi kısa vadeli ve güdük planlar, hüsranla sonuçlanabilir.
Hele bir de birinci olmaya görsün, bu sefer de çalıntı iddiasıyla sorunlar başlayacak.
Velhasıl Hadise’yi pek çok hadise bekliyor. Bizim medya da hadise çıkmasına bayılır. Anlayacağınız önümüzde hareketli günler var.
Ne olursa olsun popüler kültür iletişimi adına ‘öncesi’nin yönetimiyle ilgili Hadise ve ekibinden öğrenilecek şeyler olduğu kesin… Peki ya sırası ve sonrası?..
Sahte rakı itibarın başını yiyor
Ne kadar çok şey anlatır şu halk deyişleri, atasözleri… Örneğin, “Kaşığıyla yedirip sapıyla çıkarmak” derler; genel anlamda boşuna harcanan emek için kullanılır. Milyon dolar harcarsınız, Türkiye’nin ne kadar asude, cennet gibi bir ülke olduğunu anlatmaya çalışırsınız. Otostopla dünyayı dolaşmaya çıkan gelin kıyafetli 'Pippa Bacca'ya sadece tecavüz etmekle kalma, bir de öldür! Bir çuval incir berbat olsun. Ne itibar kalsın ne de adam gibi algı…
Yıllarca Midnight Express filminin lanetini üzerimizden atamamıştık.
Public Diplomacy (kamu diplomasisi) denen ve ülkelerin tüm diğer ülkeler üzerinde kendileriyle ilgili olumlu algı yaratma çalışmasını özetleyen uygulama bilin alanı, bu tür abukluklarla ciddi kesintilere uğrar. Zırt pırt okul basan ABD’li ve Alman manyakların bu ülkeye çocuklarını öğrenci olarak göndermeyi düşünen aileleri nasıl etkiliyordur acaba?
Lafı bizim kaçak sahte rakı meselesine getireceğiz. Düşünün, çocuğunuzu bir ülkeye tatile yolluyorsunuz ve bir hafta sonra ölüm haberi geliyor: “Milli içkisini içti ve öldü.” Neymiş? Sahteymiş. İçinde metil alkol varmış…
Eee sonra? Kim çözecek bu krizi? Kim bu işin sorumlusu, sahibi? Kim kalkıp konuşacak, çözüm yollarını anlatacak, ölen ailelerden özür dileyecek, onların yarasını sarmaya çalışacak? Bu tür şeylerin bir daha yaşanmaması için kim, ne gibi önlemler alacak?
Bu soruların cevabı verilmedikçe, Türkiye’nin itibarı için harcanan (kaşıkla yedirilen) milyonların dirhem dirhem heba olmasına (sapıyla çıkarılmasına) engel olmak mümkün değil…
Deniz Seki ne kadar suçlu ne kadar kurban?
Digitürk kanalları içinde takıldıklarımdan bir tanesi de 9 numaralı kanaldaki E adlı kanal. ABD’de popüler kültürün izlediği yolu takip etmek için daha iyi bir yöntem olamazdı. Kırmızı Halı, En Seksiler, En Zenginler vs. Her şeyin bir listesi var. Bu arada karıştıkları polisiye olayların vahametine göre Hollywood yıldızlarını sıralayan bir listeye de rastlamak mümkün. Ama ne liste! Zırt pırt yayınlıyorlar. Yakalarsanız kaçırmayın. Kim kimi öldürmüş, kim eroin komasına girmiş, kim hapse girmiş, kim cinayete kurban girmiş, otuz iki kısım tekmili birden. Bunları izledikten sonra bizim fukara Deniz Seki’nin hikayesi pamuk prenses öyküsü gibi kalıyor.
Adaletin işine burnumuzu sokacak halimiz yok… Ancak Deniz Seki aynı şeyleri Amsterdam’da ya da SanFrancisco’da yapmış olsaydı, tüm jetset partilerinin bir numaralı onur konuğu olabilirdi. Bizde kader kurbanı derler böylesine. Sadece acıdım… Ona bir tek tavsiyede bulunmak isterdim. Bugünlerinde kendisinin yanında duranlarla onu terk edip yerden yere çalanların adlarını iki ayrı listede tutsun. Bir gün lazım olur…
Haa bir de Deniz’in hikayesi sıkı bir araştırmacı gazetecilik çalışmasının ardından mutlaka kaleme alınmalı…