Dücane Cündioğlu’na kulak verin
04 MAYIS 2012
Son günlerde okuduğum en anlamlı, en derinlikli yazılardan biri… Bu sütunlarda adından sıkça söz ettiğim –bana sorarsanız gereğinden çok daha az sözünü ettiğim- sevgili Dücane Cündioğlu kaleme almış. İki yıla yakın bir süredir düzenli olarak bir yerde yazmıyor. Köşesine çekilmiş öylece oturduğunu sananlar yanılıyorlar. Yeni kitabı için çılgın bir tempoyla çalışıyor.
En son Yeni Şafak’ta yazıyordu. Beklenmedik bir anda bıraktı. O nedenle pek çok dostu gibi ben de bir gün günlük yazılarına yeniden başlayacağını umuyorum.
Cündioğlu kitabının sayfalarının arasından başını kaldırmış ve ‘muhafazakâr sanat’ üzerine müthiş bir yazı döktürmüş. Kendisinin pek çok yapıtının yer aldığı bir sitede yayınlamış. Arama motoruna “Dücane Cündioğlu Simurg” yazdığınız takdirde yazı karşınızda.
Yazının girişindeki ilk paragrafı tadımlık olarak aktarayım. Sonrası size kalmış:
“Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.
Sınırlarının olmaması elbette sorumsuzluğundan, keyfiliğinden, naifliğinden değil, bilakis ciddiyetinden, adanmışlığından, göklere doğru düşünmek suretiyle değil hissetmek suretiyle kanatlanmasından.
Descartes’ın düşlerini aktarırken, “Muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder Baillet. Ne kadar haklı! Hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. Yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister.
Muhafazakar sanat olmaz bu yüzden! Başka bir nedenden dolayı değil, sanatın özü gereği olmaz. Eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: Sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakarı olmaz! Çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları olmaz!
(…)
Yasa, Düzen, Dizge, Ahlak.... bu kurumların, özleri gereği belirsizliğe tahammülleri yoktur. Belirsizliğe, yani tahayyüle. Hayalin alıp başını gitmesine. Gönlünce kanatlanıp uçmasına. Sırf bu gerekçeyle, düşünce gücü kadar düşleme gücü de denetim altına alınmak istenir. Vasata uygun olup olmadığı sürekli gözönünde tutulmaya çalışılır.
Sanatın en başından itibaren yasayla, düzenle, genel ahlakla, hatta toplumla başının belada olmasının en temel nedeni bu serazadlığı değilse nedir? Elden bir şey gelmez. Tahayyül dizginlenemez. Sınırlanamaz. Muhafaza edilemez.
Nasıl?..
Kolay yenilir yutulur lokma değil… Hele de yazısının tamamı… Cündioğlu başlığa ‘Zer İle Zor Arasında (I)’ koymuş… Demek ki bunun en azından bir (II)’si de var. Haydi hayırlısı…
Üstadın bu yazı dizisinde Devlet – Sanat ilişkilerine de değineceği âşikâr… Birkaç kez burada sözünü ettik. Sonuncusu Çarşamba günüydü…
Şöyle bitirmişiz yazıyı:
“Kültürün sürekliliği veya bekası, sadece serbest piyasa koşullarının ruhuna teslim edilebilir mi?.. Kültür, sanayi kuruluşları gibi özelleştirilebilir mi? Niyet biçimde farklı olsa dahi, olayın şüyuu vukuundan beter değil midir?..
Bir kez daha tekrarlayalım: Devletin temeli milli kültürdür (M. Kemal Atatürk). Bunu Atatürk dışında dile getirenler de olmuştur. Parti ve hükümetinizin son 10 yılın transformasyon anlayışının uzantısı olacak Milli Kültür Politikasını geliştirmezseniz, ne kısa vadede siyasi parti kalır ne de uzun vadede devlet…
İşin doğrusu, yok olmak istemeyen devlet ne tiyatrodan elini çekebilir ne de genel anlamda sanattan. ‘Milli kültür politikanız yok’ diye 2002’den bu yana yırtınmamızın sebebi de budur. Böyle bir politika ve strateji olmadığı içindir ki, sadece taktik anlamda düşünmek zorunda kalmaktasınız. Örneğin, ucube diye yıktırdığınız heykelin alternatifini oluşturamamakta, hangi kültür ve sanata devletin nasıl sahip çıkması gerektiği konusunda net bir sonuca varamamaktasınız.
‘Olgunluk dönemi’nin ‘irfanı temel alan’ gelecek tasavvuruna, ‘özgürlükçü’ veya ‘muhafazakâr’ ama mutlaka ‘liyakat sahibi’ olanları dahil etmeden erişmek kolay da değil, mümkünde… Kültürel sürekliliğin tek ‘yapıştırıcısı’ irfandır çünkü… Milli ve klasik kültür bağlamında irfanın tek bekçisi ise devlet…”
Yazdıklarımın ağırlık oluşturması gereken zirvelerde yankı bulabileceği konusunda ciddi endişelerim var. Son umudum, Dücane Cündioğlu’na kulak vermelerinde. Üstadın nefesi bizden güçlüdür. Zaman az… Ok yaydan çıkmış. Talimat Bakanlar Kurulu’na gelmiş. Milli Kültür meselemiz talimatla düzenlenmek üzere. Konuyu oldu bittiye getirmeden önce, hiç değilse iyice yatırın masaya…
Lütfen.
En son Yeni Şafak’ta yazıyordu. Beklenmedik bir anda bıraktı. O nedenle pek çok dostu gibi ben de bir gün günlük yazılarına yeniden başlayacağını umuyorum.
Cündioğlu kitabının sayfalarının arasından başını kaldırmış ve ‘muhafazakâr sanat’ üzerine müthiş bir yazı döktürmüş. Kendisinin pek çok yapıtının yer aldığı bir sitede yayınlamış. Arama motoruna “Dücane Cündioğlu Simurg” yazdığınız takdirde yazı karşınızda.
Yazının girişindeki ilk paragrafı tadımlık olarak aktarayım. Sonrası size kalmış:
“Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.
Sınırlarının olmaması elbette sorumsuzluğundan, keyfiliğinden, naifliğinden değil, bilakis ciddiyetinden, adanmışlığından, göklere doğru düşünmek suretiyle değil hissetmek suretiyle kanatlanmasından.
Descartes’ın düşlerini aktarırken, “Muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder Baillet. Ne kadar haklı! Hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. Yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister.
Muhafazakar sanat olmaz bu yüzden! Başka bir nedenden dolayı değil, sanatın özü gereği olmaz. Eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: Sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakarı olmaz! Çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları olmaz!
(…)
Yasa, Düzen, Dizge, Ahlak.... bu kurumların, özleri gereği belirsizliğe tahammülleri yoktur. Belirsizliğe, yani tahayyüle. Hayalin alıp başını gitmesine. Gönlünce kanatlanıp uçmasına. Sırf bu gerekçeyle, düşünce gücü kadar düşleme gücü de denetim altına alınmak istenir. Vasata uygun olup olmadığı sürekli gözönünde tutulmaya çalışılır.
Sanatın en başından itibaren yasayla, düzenle, genel ahlakla, hatta toplumla başının belada olmasının en temel nedeni bu serazadlığı değilse nedir? Elden bir şey gelmez. Tahayyül dizginlenemez. Sınırlanamaz. Muhafaza edilemez.
Nasıl?..
Kolay yenilir yutulur lokma değil… Hele de yazısının tamamı… Cündioğlu başlığa ‘Zer İle Zor Arasında (I)’ koymuş… Demek ki bunun en azından bir (II)’si de var. Haydi hayırlısı…
Üstadın bu yazı dizisinde Devlet – Sanat ilişkilerine de değineceği âşikâr… Birkaç kez burada sözünü ettik. Sonuncusu Çarşamba günüydü…
Şöyle bitirmişiz yazıyı:
“Kültürün sürekliliği veya bekası, sadece serbest piyasa koşullarının ruhuna teslim edilebilir mi?.. Kültür, sanayi kuruluşları gibi özelleştirilebilir mi? Niyet biçimde farklı olsa dahi, olayın şüyuu vukuundan beter değil midir?..
Bir kez daha tekrarlayalım: Devletin temeli milli kültürdür (M. Kemal Atatürk). Bunu Atatürk dışında dile getirenler de olmuştur. Parti ve hükümetinizin son 10 yılın transformasyon anlayışının uzantısı olacak Milli Kültür Politikasını geliştirmezseniz, ne kısa vadede siyasi parti kalır ne de uzun vadede devlet…
İşin doğrusu, yok olmak istemeyen devlet ne tiyatrodan elini çekebilir ne de genel anlamda sanattan. ‘Milli kültür politikanız yok’ diye 2002’den bu yana yırtınmamızın sebebi de budur. Böyle bir politika ve strateji olmadığı içindir ki, sadece taktik anlamda düşünmek zorunda kalmaktasınız. Örneğin, ucube diye yıktırdığınız heykelin alternatifini oluşturamamakta, hangi kültür ve sanata devletin nasıl sahip çıkması gerektiği konusunda net bir sonuca varamamaktasınız.
‘Olgunluk dönemi’nin ‘irfanı temel alan’ gelecek tasavvuruna, ‘özgürlükçü’ veya ‘muhafazakâr’ ama mutlaka ‘liyakat sahibi’ olanları dahil etmeden erişmek kolay da değil, mümkünde… Kültürel sürekliliğin tek ‘yapıştırıcısı’ irfandır çünkü… Milli ve klasik kültür bağlamında irfanın tek bekçisi ise devlet…”
Yazdıklarımın ağırlık oluşturması gereken zirvelerde yankı bulabileceği konusunda ciddi endişelerim var. Son umudum, Dücane Cündioğlu’na kulak vermelerinde. Üstadın nefesi bizden güçlüdür. Zaman az… Ok yaydan çıkmış. Talimat Bakanlar Kurulu’na gelmiş. Milli Kültür meselemiz talimatla düzenlenmek üzere. Konuyu oldu bittiye getirmeden önce, hiç değilse iyice yatırın masaya…
Lütfen.