Dünya Şampiyonasının kilit Türkiye mesajı nedir?
28 AĞUSTOS 2010
İnsanlar kendi gölgelerini aşamazlar. Markalar da içinden çıktıkları ülkelerin markalarını… Bir ülkeden çıkacak ürün ya da hizmet markası ancak o ülkenin markası kadar güçlüdür…
Uluslar arası yarışmalar ülke markalarını dünyaya anlatabilmek için müthiş bir olanak. Basketbol Dünya Şampiyonası’nı biraz da bu çerçevede ele almalı… Ancak her zaman yapıldığı gibi bu kez de aynı hata yapılmak üzere…
İçinde bizim ülkemiz, kentlerimiz, görüntülerimizin bulunduğu sahneler kaç saniye? Şu kadar… CNN gibi uluslar arası yayın yapan TV’lerin ‘prime-time’da saniye başına reklam ücreti ne kadar? Bu kadar dolar/saniye. Çarp o zaman bu fiyatla. Ne çıktı? Mesela 4 milyar dolar. Sonra da çıkar sonucu: Türkiye’nin 4 milyar dolarlık reklamı yapılmıştır…
Oysa iletişim dünyasında sadece ‘görünmenin’ hiçbir ‘kıymeti harbiyesi’ yoktur. Konseptiniz, kilit mesajınız nedir, ona bakmak lazım. Çünkü iknayı, onun içine yerleştirilmiş olan marka vaadi sağlar…
Açılış töreni ise bu işin en önemli alanıdır. Yani mesaj vermenin… Dün kim ve neler vardı ortalıkta, bunların ülke adına mozaik parçaları gibi birleşip oluşturacakları kilit mesaj ve marka vaadi nasıl bir şeydi?
Cirque Du Soleil, Semazenler, Mehteran Takımı, Anadolu Ateşi Dans Topluluğu (Troya), Sezen Aksu, Müslüm Gürses, Fatih Erkoç, Haris Alexiou, Alessandro Safina.
Efendim?
Kilit mesajı ve marka vaadini tam olarak alamadım. Tekrarlar mısınız lütfen?… ‘Çorba’ mı dediniz?… ‘Kültür çorbası’ mı?… Abartmayın canım…
Öyledir bu işler… Siz böyle bir organizasyonu Türkiye’ye alarak büyük bir iş başarmışsınız; yani Okyanus’u geçmişsiniz… (Tebrikler Başkan Turgay Demirel’e, “Bugüne dek yapılmış en görkemli ve başarılı Dünya Şampiyonası olması için çok çalıştık” demiş; doğrudur), kültürü de kilit mesajı da eksik kalıversin canım…
Ya da bomba gibi bir mesaj var, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak mesela…
Kamu Diplomasisi Kurulu’nun mutlaka bir planı projesi vardır; belki görürüz.
Kim bilir?..
Bize ‘demokrasi temrini’ yaptırıyorlar…
Allah razı olsun Sezen Aksu’dan da, Orhan Pamuk’dan da… Ülke insanımıza çok önemli bir hasletin kazandırılmasına büyük katma değer getiriyorlar.
Hemfikir olmak demek, ‘her konuda’ anlaşmak demek değildir. Hoşgörü demek, kültür ve değerleriyle buluştuğumuz, ritim duygusu ve derinliği bize uyan bu yüzden de ‘sevdiğimiz birinin’ bizimle tamamen ters düşen görüşleriyle karşılaştığımız zaman, duygusal bağımızda en ufak bir zayıflama olmaksızın onunla aynı yolda yürüyebilmek demektir…
Orhan Pamuk o kadar değil ancak Sezen Aksu bu toplumu tam da dikine kesen, sevmeyeninin pek olmadığı bir star… ‘Toplumu dikine kesiyor’ derken kastımız şu: Kelimenin tam anlamıyla 7 yaşındakileri yakalayan parçaları da var, 70 yaşındakileri de… Kültür ve/veya gelir düzeyi nispeten düşük olanlar da onun parçalarıyla kâh coşuyor, kâh çözülüyor, kültür ve/veya gelir düzeyi toplum ortalamasının çok üzerinde olanlar da… Her ne kadar ‘marifet iltifata tabi’ ise de Sezen Aksu halk nezdinde dünyada çok az kişiye nasip olmuş bir mazhariyet noktasına erişmiştir… İşin bestecilik boyutunu da katarsak, popüler kültür tarihimizde belki de sadece Zeki Müren’in gelebildiği noktadır bu…
Şimdi bu sanatçı çıkıyor ve referandumda atacağı oyun rengini ayan beyan, bazı çevrelerden gelecek reaksiyonu da göze alarak net bir şekilde, en küçük tereddüde mahal vermeden açıklıyor…
Şimdi Sezen Aksu’nun hayranlarının yerine koymaya çalışalım kendimizi. Bizim de niyetimiz ‘Evet’ oyu atmaksa, o zaman sorun yok demektir… Ancak ya ‘Hayır’ demeye niyetliysek… O zaman iki şık çıkar karşımıza; ya Sezen’i lanetleyecek ve bir daha yüzüne bakmayacağız, sesinden uzak duracağız…
Ya “Ne yapalım bu da onun tercihidir” deyip, yolumuza ve onu sevmeye devam edeceğiz.
Sizce hangi durum daha yoğunluklu bir şekilde ortaya çıkacak?
Tabii ki ikinci… Yani Sezen’i bağrımıza basmaya devam edeceğiz; hatta belki de onu daha çok anlamaya çalışarak…
Hayır’ın da Evet’in de anlamları burada o zaman tamamen düşer ve sevilene karşı hoşgörü başlar… Hoşgörü ise demokrasinin en önemli taşıyıcısıdır…
Orhan Pamuk’a ve özellikle Sezen Aksu’ya toplumumuza bu temrini (alıştırmaları) yaptırdıkları için şükran duygusu beslemeliyiz… Demokrasinin sadece bizden yana olanlarla değil, daha çok bizimle aynı görüşte olmayanlarla ‘barış içinde bir arada yaşama sanatı’ olduğuna bizi alıştırdıkları için. Hem de ciddi riski alarak… Ancak biliyoruz ki Sezen de Pamuk da risk almayı biliyorlar ve de ‘risk almadan kazanılamayacağını’ (no risk no win)…
Uluslar arası yarışmalar ülke markalarını dünyaya anlatabilmek için müthiş bir olanak. Basketbol Dünya Şampiyonası’nı biraz da bu çerçevede ele almalı… Ancak her zaman yapıldığı gibi bu kez de aynı hata yapılmak üzere…
İçinde bizim ülkemiz, kentlerimiz, görüntülerimizin bulunduğu sahneler kaç saniye? Şu kadar… CNN gibi uluslar arası yayın yapan TV’lerin ‘prime-time’da saniye başına reklam ücreti ne kadar? Bu kadar dolar/saniye. Çarp o zaman bu fiyatla. Ne çıktı? Mesela 4 milyar dolar. Sonra da çıkar sonucu: Türkiye’nin 4 milyar dolarlık reklamı yapılmıştır…
Oysa iletişim dünyasında sadece ‘görünmenin’ hiçbir ‘kıymeti harbiyesi’ yoktur. Konseptiniz, kilit mesajınız nedir, ona bakmak lazım. Çünkü iknayı, onun içine yerleştirilmiş olan marka vaadi sağlar…
Açılış töreni ise bu işin en önemli alanıdır. Yani mesaj vermenin… Dün kim ve neler vardı ortalıkta, bunların ülke adına mozaik parçaları gibi birleşip oluşturacakları kilit mesaj ve marka vaadi nasıl bir şeydi?
Cirque Du Soleil, Semazenler, Mehteran Takımı, Anadolu Ateşi Dans Topluluğu (Troya), Sezen Aksu, Müslüm Gürses, Fatih Erkoç, Haris Alexiou, Alessandro Safina.
Efendim?
Kilit mesajı ve marka vaadini tam olarak alamadım. Tekrarlar mısınız lütfen?… ‘Çorba’ mı dediniz?… ‘Kültür çorbası’ mı?… Abartmayın canım…
Öyledir bu işler… Siz böyle bir organizasyonu Türkiye’ye alarak büyük bir iş başarmışsınız; yani Okyanus’u geçmişsiniz… (Tebrikler Başkan Turgay Demirel’e, “Bugüne dek yapılmış en görkemli ve başarılı Dünya Şampiyonası olması için çok çalıştık” demiş; doğrudur), kültürü de kilit mesajı da eksik kalıversin canım…
Ya da bomba gibi bir mesaj var, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak mesela…
Kamu Diplomasisi Kurulu’nun mutlaka bir planı projesi vardır; belki görürüz.
Kim bilir?..
Bize ‘demokrasi temrini’ yaptırıyorlar…
Allah razı olsun Sezen Aksu’dan da, Orhan Pamuk’dan da… Ülke insanımıza çok önemli bir hasletin kazandırılmasına büyük katma değer getiriyorlar.
Hemfikir olmak demek, ‘her konuda’ anlaşmak demek değildir. Hoşgörü demek, kültür ve değerleriyle buluştuğumuz, ritim duygusu ve derinliği bize uyan bu yüzden de ‘sevdiğimiz birinin’ bizimle tamamen ters düşen görüşleriyle karşılaştığımız zaman, duygusal bağımızda en ufak bir zayıflama olmaksızın onunla aynı yolda yürüyebilmek demektir…
Orhan Pamuk o kadar değil ancak Sezen Aksu bu toplumu tam da dikine kesen, sevmeyeninin pek olmadığı bir star… ‘Toplumu dikine kesiyor’ derken kastımız şu: Kelimenin tam anlamıyla 7 yaşındakileri yakalayan parçaları da var, 70 yaşındakileri de… Kültür ve/veya gelir düzeyi nispeten düşük olanlar da onun parçalarıyla kâh coşuyor, kâh çözülüyor, kültür ve/veya gelir düzeyi toplum ortalamasının çok üzerinde olanlar da… Her ne kadar ‘marifet iltifata tabi’ ise de Sezen Aksu halk nezdinde dünyada çok az kişiye nasip olmuş bir mazhariyet noktasına erişmiştir… İşin bestecilik boyutunu da katarsak, popüler kültür tarihimizde belki de sadece Zeki Müren’in gelebildiği noktadır bu…
Şimdi bu sanatçı çıkıyor ve referandumda atacağı oyun rengini ayan beyan, bazı çevrelerden gelecek reaksiyonu da göze alarak net bir şekilde, en küçük tereddüde mahal vermeden açıklıyor…
Şimdi Sezen Aksu’nun hayranlarının yerine koymaya çalışalım kendimizi. Bizim de niyetimiz ‘Evet’ oyu atmaksa, o zaman sorun yok demektir… Ancak ya ‘Hayır’ demeye niyetliysek… O zaman iki şık çıkar karşımıza; ya Sezen’i lanetleyecek ve bir daha yüzüne bakmayacağız, sesinden uzak duracağız…
Ya “Ne yapalım bu da onun tercihidir” deyip, yolumuza ve onu sevmeye devam edeceğiz.
Sizce hangi durum daha yoğunluklu bir şekilde ortaya çıkacak?
Tabii ki ikinci… Yani Sezen’i bağrımıza basmaya devam edeceğiz; hatta belki de onu daha çok anlamaya çalışarak…
Hayır’ın da Evet’in de anlamları burada o zaman tamamen düşer ve sevilene karşı hoşgörü başlar… Hoşgörü ise demokrasinin en önemli taşıyıcısıdır…
Orhan Pamuk’a ve özellikle Sezen Aksu’ya toplumumuza bu temrini (alıştırmaları) yaptırdıkları için şükran duygusu beslemeliyiz… Demokrasinin sadece bizden yana olanlarla değil, daha çok bizimle aynı görüşte olmayanlarla ‘barış içinde bir arada yaşama sanatı’ olduğuna bizi alıştırdıkları için. Hem de ciddi riski alarak… Ancak biliyoruz ki Sezen de Pamuk da risk almayı biliyorlar ve de ‘risk almadan kazanılamayacağını’ (no risk no win)…