Dünyayı yok etmekte birinciyiz!
10 ŞUBAT 2007
Birleşmiş Milletler İklim Konferansı, iklim değişikliği konusundaki dördüncü değerlendirme raporunu açıklamış.
Raporda, dünya ısısının 2100 yılına dek 1,8 ile 4 derece arasında yükseleceği kaydedilmiş. Bu ne demek? Bu bir felaket demek. Deniz seviyesinin her yerde yükselmesi demek. Kuraklık demek. Peki bunun sebebi ne? Bu sorunun yanıtını bulmanın kolay yolu Al Gore’un filmini izlemek ve de okumak. Zor yolu, sağdan soldan duyduğunla yetinmek...
İşte en basit açıklama: Sera gazları da denen CO2 gazlarının emisyonu (salınımı), atmosferde bir şemsiye efekti oluşturuyor ve bu da tecrit edilmiş bir odada kendi nefeslerimizle ısınmamız gibi dünyanın ısınmasına neden oluyor. Peki bu salınım konusunda en hızlı yol alan; yani karbondioksit gazlarını giderek daha fazla oranda atmosfere yollayan ‘en çevre özürlü’ ülke hangisi? Türkiye...
Bu felaketi engellemek üzere dünya ne yapıyor? Rio ve Johannesburg’da toplanıp, Kyota’da o ünlü protokolü imzaladıktan sonra değişimi başlatmaya çalışıyor. İmzalamayan, yani bir ölçüde dünyaya ve insanlığa ihanet eder duruma düşen ülkeler var mı? Var. Kimmiş bunlar? ABD, Avustralya ve Türkiye!..
İnanılır gibi değil ama gerçek.
Bu arada Tarım Bakanı Eker, Çevre ve Orman Bakanı Pepe ve Enerji Bakanı Güler kuraklığa karşı eylem planını hafta sonuna kadar rapora dönüştürerek, Bakanlar Kurulu'na sunacaklarmış. Ama Kyoto protokolünü imzalamadan... Ölme eşeğim, ölme... Dünya 40 yıldır konuşuyor, çözüm arıyor. Biz yeni uyanıyoruz.
Boşuna mı diyorum, seçimlerde önce partilerin çevre konusundaki programlarına, verecekleri sözlere bakalım, diye...
Korkmaz Yiğit’in işi zor!
Gazetelerde çarşaf çarşaf ilan: Avcılar Isparta Kule... 200 bin kişi... Yeni İstanbul Projesi... Kiminmiş bu proje?.. Korkmaz Yiğit Bey’in... Altta imzası var...
Anılar bir yıl geriye götürdü beni. Korkmaz Yiğit ile ofisinde konuşuyoruz. Projeyi anlatıyor bana. ABD’li usta pazarlama kuruluşlarından söz ediyor... Yerleşim alanı ve çevresini gösteriyor. Maketler... Planlar... İnanılmaz boyutta heyecan verici bir iş...
Korkmaz Bey’e diyorum ki: “Her şey çok iyi de, geçmişle hesaplaşmadan ve hak ettiğinize inandığınız aklanma sürecini tamamlamadan bu işlere kalkışmamalısınız. ‘Basarız reklamı her şey düzelir’ mantığı doğru değildir. Sizi kurtarmaz... Öncelikle kendi algılanmanızın doğru zeminlerde yeniden inşaasını sağlamalısınız ki, üzerine bir şeyler koyabilin!”
O gün özellikle bu sektörde ve Türkiye’nin içinden geçtiği şu konjonktürde, sadece reklam vererek iletişimi yönetmenin pek mümkün olmayacağını kanıtlayan örneklerden de söz etmiştik.
İletişimde ‘idare-i maslahatla’ değişim gemisi yürümez. Osmanlı’nın dediği gibi işin ‘usulü veçhile amel edilmesi’ gerekir. Korkmaz Bey, o gün bizim söylediklerimize pek itibar etmedi; biz de ısrarcı olmadık. Bugün, tam da bizim ‘yapma’ dediğimizi yapıyor. İşin algılamayı yönetme kısmını ihmal edip, satış odaklı reklamla başarıya ulaşacağını sanıyor. İade-i itibarı sağlayacak bir stratejiyle iletişimi yönetmez, sadece reklama yüklenirse, hiç şansı yok!
Cengiz’e bir kötü bir iyi haberim var...
Biliyorsunuz Cengiz Semercioğlu ile iddiaya girmiştik. 1 Eylül 2006 – 30 Haziran 2007 arasında TV kanalları içinde tüm gün tüm izleyiciler ortalamasında ilk dört kanal hangisi olacak? Tabii esas konu birinci, ikinci kim olacak? Show mu Kanal D mi? Diğerleri belli zaten.
Sevgili Cengiz’e kötü haberim Medya Takip Merkezi’nden Silva Demirci’nin gönderdiği mail’den çıktı. Şöyle bir grafik yollamış....
Raporda, dünya ısısının 2100 yılına dek 1,8 ile 4 derece arasında yükseleceği kaydedilmiş. Bu ne demek? Bu bir felaket demek. Deniz seviyesinin her yerde yükselmesi demek. Kuraklık demek. Peki bunun sebebi ne? Bu sorunun yanıtını bulmanın kolay yolu Al Gore’un filmini izlemek ve de okumak. Zor yolu, sağdan soldan duyduğunla yetinmek...
İşte en basit açıklama: Sera gazları da denen CO2 gazlarının emisyonu (salınımı), atmosferde bir şemsiye efekti oluşturuyor ve bu da tecrit edilmiş bir odada kendi nefeslerimizle ısınmamız gibi dünyanın ısınmasına neden oluyor. Peki bu salınım konusunda en hızlı yol alan; yani karbondioksit gazlarını giderek daha fazla oranda atmosfere yollayan ‘en çevre özürlü’ ülke hangisi? Türkiye...
Bu felaketi engellemek üzere dünya ne yapıyor? Rio ve Johannesburg’da toplanıp, Kyota’da o ünlü protokolü imzaladıktan sonra değişimi başlatmaya çalışıyor. İmzalamayan, yani bir ölçüde dünyaya ve insanlığa ihanet eder duruma düşen ülkeler var mı? Var. Kimmiş bunlar? ABD, Avustralya ve Türkiye!..
İnanılır gibi değil ama gerçek.
Bu arada Tarım Bakanı Eker, Çevre ve Orman Bakanı Pepe ve Enerji Bakanı Güler kuraklığa karşı eylem planını hafta sonuna kadar rapora dönüştürerek, Bakanlar Kurulu'na sunacaklarmış. Ama Kyoto protokolünü imzalamadan... Ölme eşeğim, ölme... Dünya 40 yıldır konuşuyor, çözüm arıyor. Biz yeni uyanıyoruz.
Boşuna mı diyorum, seçimlerde önce partilerin çevre konusundaki programlarına, verecekleri sözlere bakalım, diye...
Korkmaz Yiğit’in işi zor!
Gazetelerde çarşaf çarşaf ilan: Avcılar Isparta Kule... 200 bin kişi... Yeni İstanbul Projesi... Kiminmiş bu proje?.. Korkmaz Yiğit Bey’in... Altta imzası var...
Anılar bir yıl geriye götürdü beni. Korkmaz Yiğit ile ofisinde konuşuyoruz. Projeyi anlatıyor bana. ABD’li usta pazarlama kuruluşlarından söz ediyor... Yerleşim alanı ve çevresini gösteriyor. Maketler... Planlar... İnanılmaz boyutta heyecan verici bir iş...
Korkmaz Bey’e diyorum ki: “Her şey çok iyi de, geçmişle hesaplaşmadan ve hak ettiğinize inandığınız aklanma sürecini tamamlamadan bu işlere kalkışmamalısınız. ‘Basarız reklamı her şey düzelir’ mantığı doğru değildir. Sizi kurtarmaz... Öncelikle kendi algılanmanızın doğru zeminlerde yeniden inşaasını sağlamalısınız ki, üzerine bir şeyler koyabilin!”
O gün özellikle bu sektörde ve Türkiye’nin içinden geçtiği şu konjonktürde, sadece reklam vererek iletişimi yönetmenin pek mümkün olmayacağını kanıtlayan örneklerden de söz etmiştik.
İletişimde ‘idare-i maslahatla’ değişim gemisi yürümez. Osmanlı’nın dediği gibi işin ‘usulü veçhile amel edilmesi’ gerekir. Korkmaz Bey, o gün bizim söylediklerimize pek itibar etmedi; biz de ısrarcı olmadık. Bugün, tam da bizim ‘yapma’ dediğimizi yapıyor. İşin algılamayı yönetme kısmını ihmal edip, satış odaklı reklamla başarıya ulaşacağını sanıyor. İade-i itibarı sağlayacak bir stratejiyle iletişimi yönetmez, sadece reklama yüklenirse, hiç şansı yok!
Cengiz’e bir kötü bir iyi haberim var...
Biliyorsunuz Cengiz Semercioğlu ile iddiaya girmiştik. 1 Eylül 2006 – 30 Haziran 2007 arasında TV kanalları içinde tüm gün tüm izleyiciler ortalamasında ilk dört kanal hangisi olacak? Tabii esas konu birinci, ikinci kim olacak? Show mu Kanal D mi? Diğerleri belli zaten.
Sevgili Cengiz’e kötü haberim Medya Takip Merkezi’nden Silva Demirci’nin gönderdiği mail’den çıktı. Şöyle bir grafik yollamış....
Elbette sadece bir gün üzerinden değerlendirmek yanlış ama göstergeler artarsa ve seninkiler buna bir önlem almazsa, dengeler bozulacak Cengizciğim...
Gelelim senin adına iyi habere... Kurtlar Vadisi’nin yapımcıları da, bizim Show TV’ciler de korkmuşlar. Hem konuyu hem karakterleri iğdiş etmişler. Rekabetin gazına gelmişler sanki... Süt dökmüş kediye döndürmüşler cânım konsepti. Etkili olmuş seninkiler. Kanlı Elmas’a bak! 24’e, Alias’a, Sıla’ya, Lost’a, sizin kanallardaki pek çok dizi ve filme bak... Ne demek istediğimi anlayacaksın.
Seninle iddiaya girerken biraz Kurtlar Vadisi’ne güvenmiştim. Eğer korkularını aşamaz, dizinin hakkını vermezlerse, sen kazandın demektir, sevgili dostum...
Gelelim senin adına iyi habere... Kurtlar Vadisi’nin yapımcıları da, bizim Show TV’ciler de korkmuşlar. Hem konuyu hem karakterleri iğdiş etmişler. Rekabetin gazına gelmişler sanki... Süt dökmüş kediye döndürmüşler cânım konsepti. Etkili olmuş seninkiler. Kanlı Elmas’a bak! 24’e, Alias’a, Sıla’ya, Lost’a, sizin kanallardaki pek çok dizi ve filme bak... Ne demek istediğimi anlayacaksın.
Seninle iddiaya girerken biraz Kurtlar Vadisi’ne güvenmiştim. Eğer korkularını aşamaz, dizinin hakkını vermezlerse, sen kazandın demektir, sevgili dostum...